Zaman'da 9 Nisan 2007'de yayınlanan bir yazımda, cumhurbaşkanlığı için Tayyip Erdoğan'ın neden aday olmayacağını açıkladıktan sonra tek seçeneğin Abdullah Gül olduğunu yazmıştım.
Aradan siyaseten uzun bir süre geçti; Gül, aday gösterildi, ilk turda 358 oy aldı, aynı gece hâlâ kimsenin sahiplenmediği bir 'bildiri' TSK internet sitesine düştü ve bu bildirinin gölgesinde Anayasa Mahkemesi 367 sayısının karar değil, toplantı gerek sayısı olduğunu ilan etti. Ama Gül'ün cumhurbaşkanlığı için tek seçenek olduğu gerçeği değişmedi, hatta daha da pekişti. Hukukun, demokrasinin ve adalet duygusunun ayaklar altına alındığı bir süreci 22 Temmuz'da halk sonlandırdı; 27 Nisan'da 'şişeden çıkan cin'i şişeye geri tıktı.
Demokrasinin, sivil siyasetin ve hukuk devletinin restorasyonu misyonunu şimdi TBMM'nin taşıyabilmesi gerek. Bunun ilk adımı cumhurbaşkanı seçimi olacaktır. Meclis çoğunluğu, ya aldığı yetkinin gereği olarak serbest iradesiyle Anayasa'da belirlenen kriterlere uygun bir cumhurbaşkanı seçecek veya halkın iradesini bürokrasiye teslim edecektir. Cumhurbaşkanlığı seçiminde alınacak tavır, Meclis'teki AK Parti çoğunluğunun 'muktedir bir hükümet' oluşturup oluşturamayacağını da belirleyecektir.
Ne olacağını öngörmenin ve ne yapılması gerektiğini önermenin yolu 22 Temmuz seçim sonuçlarını doğru okumamızdan geçiyor. Yaratılan cumhurbaşkanlığı krizinin ardından 'erken seçim' yapılmış, başlangıcından sonuna seçim sürecine cumhurbaşkanlığı krizi damgasını vurmuştur. Krize katkıda bulunanlardan Anavatan seçime bile girememişken, DP baraj altında kalmış, her iki parti liderinin de siyasal kariyeri bitmiştir. DP'nin müstafi genel başkanı Mehmet Ağar, seçim yenilgisini partisinin cumhurbaşkanlığı seçimindeki tutumuna bağlamıştır haklı olarak.
Uzlaşmanın formülü geri adım mı?
AK Parti'nin seçim kampanyasının en etkili teması, Gül'ün cumhurbaşkanlığının hukuk ve hakkaniyet dışı yollarla engellenmesinin anlatılması olmuştur. Bu, merkez sağ blok tarafından 'bürokratik merkez' ile CHP ittifakının 'milli irade'yi ortadan kaldırıcı bir müdahalesi olarak algılanmıştır. AK Parti'nin seçim kampanyası da bu algıyı pekiştirici bir şekilde yürütülmüştür. Gül, Erdoğan'la birlikte meydanlara çıkmış, hukuk dışı engellenme biçimiyle 'Türkiye'nin mağdur edildiği'ni söylemiştir. 22 Temmuz seçimlerinde alınan oy, halkın bu 'mağduriyeti', Gül'ün ifadesiyle Türkiye'nin mağduriyetini gidermek istediği yönündedir. Gül'ün 27 Nisan'da başlayan süreçle cumhurbaşkanlığının engellenmeye çalışılmasının yarattığı toplumsal tepki seçimlerde AK Parti'ye oy olarak yansımıştır.
Meydanlarda, 'cumhurbaşkanını bize seçtirmediler; 367'yi ver, cumhurbaşkanını seçelim' dedikten sonra Gül'ün adaylıktan çekilmesi AK Parti seçmenine anlatılamaz. Mesele, Gül'ü de aşmış durumdadır; adaylıktan çekilmesi, Türkiye seçim tarihinin en büyük halk aldatmacası olur.
Öte yandan seçimlerin hemen ardından MHP lideri Devlet Bahçeli'nin cumhurbaşkanlığı seçiminde Meclis'e gireceklerini açıklaması AK Parti'yi Gül'ün adaylığı konusunda geri adım atamaz noktaya getirmiştir. Bazı kesimler bunu MHP'nin AK Parti'ye hazırladığı bir tuzak olarak yorumlamakla birlikte gerçek, MHP'nin 22 Temmuz seçimlerini doğru okumasıdır. MHP, Abdullah Gül'ün Türkiye genelinde ve özellikle de MHP tabanında destek bulan bir cumhurbaşkanı adayı olduğunu görmüştür. MHP'nin geleneksel olarak oy deposu olarak bilinen İç Anadolu'da yer yer Türkiye ortalamasının altında oy almasının en önemli nedenlerinden biri Gül'ün cumhurbaşkanlığının engellenmesinin MHP'ye gidebilecek oyları AK Parti'ye savurmuş olmasıdır.
Öte yandan MHP'nin cumhurbaşkanlığı seçiminde Meclis'e gireceğini açıklaması 27 Nisan sürecinde CHP'nin peşinde Meclis'i boykot eden partilerin başına gelenlerden ders çıkardığı anlamına da gelir. MHP, geleneksel tabanının 'bürokratik merkez'e değil, 'çevre'ye dayandığını fark etmiş ve 'çevre'nin cumhurbaşkanlığı sürecine 'bürokratik merkez'in müdahil olmasına karşı duran pozisyonu istikametinde bir tavır almıştır.
MHP demokrasiyi tahkim etti...
Dolayısıyla MHP'nin, demokratik sorumluluğunun idrakinde davranacağı bir cumhurbaşkanlığı seçimi sürecinde 22 Temmuz mağlubu CHP'nin 'çatışma çıkar' tehdidinin hâlâ etkili olması ve Gül'ün adaylıktan çekilmesi 'azınlığın bürokratik hegemonyası'nın Türkiye'de böylesine bir seçim galibiyetinin ardından bile yaşayabileceğini gösterir ki gelecek adına kaygı vericidir.
Böyle bir durum, ulusal iradenin inkarı olacak, seçim sonuçlarının demokrasiyi ve hukuk rejimini restore edici işlevini ortadan kaldıracaktır. En net ifadesiyle Abdullah Gül'ün adaylıktan çekilmesi, çekilmeye zorlanması veya 'ikna edilmesi' 27 Nisan'ın siyasetin akışını ve sonuçlarını değiştiren, toplumu disipline eden bir 'muhtıra olarak tescil edilmesi' anlamına gelir. Türk siyasetini böyle bir yaftadan korumak Meclis çoğunluğunun sorumluluğundadır.
Seçimler 'iktidar' olmak için kazanılır. Seçimlerden % 47 oy alarak Türk demokrasi tarihinde iktidardayken oylarını artırarak iktidarda kalan ikinci parti olan AK Parti, böyle bir sonucun ardından adayını geri çekerse 'iktidar' olma iddiasından vazgeçmiş olur. Bu, iktidarın başka odaklara, en başta da askeri ve yargı bürokrasisine teslimi anlamına gelir.
Kısaca Gül adaylıktan çekilemez, çekilmemelidir; çünkü, Gül'ün adaylıktan çekilmesinden sonra % 47'lik AK Parti Türkiye'yi yönetemez. Böylesi bir toplumsal destekle bile 'tam demokrasi' işletilemeyecek, Türkiye 'korkutanlarına' teslim olacaksa gelecek için de umut kalmamış demektir.
Gül'ün adaylıktan çekilmesi, dış politikada da anlatılamaz. Adaylıktan çekildikten sonra dışişleri bakanı olarak kalan Gül'ün uluslararası arenada saygınlığı ciddi zarar görür. Muhtıra yiyerek cumhurbaşkanlığından dönmüş bir dışişleri bakanı imajı Abdullah Gül'ün uluslararası demokratik çevrelerde etkinliğini çok sınırlar. Uluslararası çevreler, iktidarın 'gerçek sahipleri'yle muhatap olmayı, işlerini onlarla görmeyi tercih ederler. Adaylıktan çekilen Gül'ün içeride de, dışarıda da saygınlığının sarsılması kaçınılmazdır.
Gül'ün bu aşamadan sonra çekilmesi demokrasinin ve halk iradesinin bürokrasiye teslimi anlamına gelir. Buna ne Gül'ün ne de AK Parti'nin hakkı vardır. 22 Temmuz halk hareketini bürokrasiye teslim edenleri halk affetmez. AK Parti ile demokrasinin ve sivil siyasetin kaderi kesişmiştir. Demokrasiyi ve sivil siyaseti 'kurban' veren siyasi hareketlerin geleceği olmadığını 22 Temmuz seçimleri yeterince göstermiştir. Abdullah Gül'ün ve AK Parti'nin bütün bunlara izin vereceğini sanmıyorum, eğer her rasyonel siyasal aktör gibi 'iktidar' olmak iddiasını taşıyorlarsa.
AK Parti'nin de, Türk demokrasisinin de geleceği cumhurbaşkanlığı konusunda Gül'ün vereceği karara bağlıdır.
Kaynak: Zaman