Hasan Ebu Nimah

Amerika, Filistin-İsrail müzakerelerinin yeniden başlamasına bir giriş bâbında İsrail’den yerleşim inşasını dondurma talebinden vazgeçerek her iki tarafı da müstakbel bir Filistin devleti adına “1967 sınırlarına” dayalı olarak yapılacak bir müzakere sürecine zorladı. 

Önce sınırların tâyin edilmesi, yerleşim meselesini otomatik olarak çözer diye ümit edildi. Amerika’nın Ortadoğu özel temsilcisi George Mitchell’in aracılık etmeye çalıştığı “dolaylı görüşmelerin” odağında şu an bu var. 

İşgal altındaki Batı Şeria topraklarında uluslararası hukukun pervasızca ihlal edilmesi sûretiyle inşa edilen yerleşimler elbette ki ortadan kaldırılmayacaktır. Bilâkis, sınırlar yerleşimcilerin ve evlerinin büyük bir kesimi İsrail’e ilhak edecek şekilde yeniden çizilecek ve büyü yapılmış gibi tüm bir yerleşim meselesi gözden kaybolacaktır. Bu maskaralık el Fetih lideri Mahmud Abbas ve onun Filistin Otoritesinin İsrail diktasına daha büyük bir teslimiyet adına Filistin halkının savunma gücünü azaltmak için sık sık dile getirdiği sözümona “toprak takasıyla” örtülecek.

Tüm bunlar, 4 Haziran 1967’de çekilen ve İsrail’i Batı Şeria’dan ayıran sınırın İsrail’in meşru sınırı olduğu dolayısıyla da çatışmanın çözüleceği çerçeveyi belirlediği şeklindeki yaygın ama yanlış bir fikre dayanıyor.

Bu varsayım yanlıştır; 1967 sınırının hiçbir meşruiyeti yoktur ve çantada keklik görülmemelidir.

BM Genel Kurulu’nun 29 Kasım 1947 tarihinde aldığı 181 sayılı taksim kararı Filistin’in ikiye bölünmesi çağrısını yapmıştı: Yahudi azınlık için toprağın yüzde 57’sinde kurulmuş bir devlet; Arap çoğunluk için toprağın yarısından azı üzerinde kurulmuş bir devlet. 1947 taksimine göre Yahudi devletinin nüfusunda Arapların oranı yüzde 40 olacaktı. Kudüs ise ayrı bir uluslararası alan olarak kalacaktı. 

Taksim kararı Filistin meselesini çözmek yerine durumu daha da kötüleştirdi: Filistinliler esasta ve uygulamada haksızca buldukları bir taksimi reddettiler; Siyonist hareket ise kerhen kabul etti ve genişleme, kolonizasyon programının ilk adımı olarak kullandı. 

181 sayılı karar, tüm vatandaşların eşit haklara sahip olduğu, para ve gümrük birliği olan, ortak demiryolları olan iki devlet çağrısı yaptı ve devletlerin kurulması için belirli bir mekanizma öngördü.

Ama ne ki bu karar hiçbir zaman hayata geçmedi. Siyonist milisler karar geçtikten hemen sonra taksim planında kendilerine tahsis edilenin ötesindeki toprakları işgal kampanyasına başladılar. Büyük ölçüde silahsızlandırılmış Filistinli milisler, savaş başladıktan altı ay sonra Arap ordularının gecikmiş müdahalesine kadar ellerinden geldiğince direndiler. Ama vakit çok geçti zira yüz binlerce Filistinli çoktan etnik temizliğe uğramış, evlerinden çıkarılmıştı. Efsânenin aksine İsrail BM eliyle değil savaş yoluyla ve toprak zaptıyla kurulmuştur. 

Birinci Arap-İsrail savaşını sona erdiren 1949 Rhodes Ateşkes Antlaşması, tarihi Filistin topraklarının yüzde 78’ni İsrail’in denetimine verdi ve komşuları Mısır, Ürdün, Suriye ve Lübnan’la ateşkes sağladı. Araplar 1967 Haziran’ında savaşın ikinci turu başlayana dek sömürgeci güçlerin Arap ulusunun kalbine hançer gibi sapladığı “gayrimeşru Siyonist varlığın” çıkarılması çağrısını yapıyorlardı. O zamana kadar yaşanan adaletsizlikleri telafi ederek BM kararlarının uygulanması için de beklediler. BM, hukuku uygulamaya veya tırmanmakta olan çatışmayı çözmek için ciddi çaba sarfetmeye hiçbir zaman yanaşmadı. 

İsrail’in Haziran 1967’de Mısır, Suriye ve Ürdün’e düzenlediği sürpriz ani saldırı yıkıcı bir Arap mağlubiyetiyle noktalandı ve İsrail’in kontrol ettiği alan üç katına çıktı. Arapların elindeki Batı Şeria, Doğu Kudüs ve Gazze, Suriye’nin Golan Tepeleri ve Mısır’ın Sina’sı İsrail’in eline geçti. 

Mısır Cumhurbaşkanı Cemal Abdülnasır’ın ifadesiyle, mağlup edilmiş, morali bozulmuş ve aşağılanmış Arap devletleri, BM Güvenlik Konseyi’nin 1967 Kasım’ında aldığı 242 sayılı kararın ifade ettiği acıtıcı uzlaşmayı kabul ettiler. İsrail’in o yıl işgal ettiği Arap topraklarını boşaltması şartıyla 4 Haziran 1967 sınırlarının İsrail’in tanınmış sınırları olacağını hükme bağlamıştı. Başka bir deyişle, şayet Araplar savaşta kaybettikleri toprakları geri almak istiyorlarsa, İsrail’le savaş haline bir son vermeli ve İsrail’in Haziran 1967 sınırları dâhilindeki fiili varlığını tanımalıydılar. En nihayet “barış için toprak” formülüne döndü bu. 

İsrail, tanınma ve barış karşılığında topraklardan çekilmek yerine, işgal ettiği yeni yerleri kolonize etmeye başladı; bu faaliyetine Batı Şeria ve Golan Tepeleri’nde 43 yıldır devam ediyor. Bu esnada, İsrail’in 1967 sınırlarının batı yakasında her şeyi yapma “hakkı” tartışmasız bir hâl aldı. Tek mesele, doğusunda daha ne kadar toprağı kontrol edeceği oldu. Hayret edilesi bir şeydir, Filistinli liderler, Arap devletleri ve sözümona uluslararası câmia, hepsi de, gayrimeşru olarak işgal ettiği toprakları boşaltmaksızın İsrail’in bunu kayıtsız şartsız yapma hakkı olduğu fikrine boyun eğdiler. 1967 sınırlarının meşruiyeti, İsrail’in çekilmesine ve öylece kalmasına sıkı sıkıya bağlanmıştı. 

242 sayılı kararın uhdesinde taşıdığı çelişki, bir yanda “savaş yoluyla toprak kazanımının kabul edilemezliğini” teyid ederken öte yanda da taksim planında Arap devletinin parçası olarak farzedilen Filistin’in yüzde 21’i dâhil İsrail’in 1948’deki toprak zaptını meşrulaştırmasıdır. 

Başka bir ifadeyle, BM daha sonra toprak zaptetmemesi şartıyla daha önce zaptettiği topraklarla ilgili olarak İsrail’e hüccet vermiştir. Saldırganlığın değiştirilemez gerçeklere yol açabileceği gibi feci bir emsal de doğmuştur. Bu durumdan cesaret alan İsrail, geri çekilmeyi imkansızlaştıracak ve İsrail’in toprak iddialarına uluslararası tanımayı mecbur edecek fiili durum yaratma niyetiyle yerleşim projesine geçti.
 
İşe de yaradı; 2004 Nisan ayında, Amerika Birleşik Devletleri her hangi bir barış anlaşmasının yerleşimleri İsrail’in parçası olarak tanıyacağına dair İsrail’e yazılı garanti sundu. Uluslararası câmianın geri kalanı her zaman yaptığı üzere Amerikan çizgisini sessizce takip etti. 

Hayali toprak takası karşılığında büyük yerleşim birimlerinin İsrail’e ilhak edilmesi talebine Filistinlilerin boyun eğmesi, yaratılan fiili durumlar kabul edilen durumlardır şeklindeki İsrail inancını haklı çıkarmaktadır. 

1967 sınırlarının bir meşruiyeti ancak ve ancak İsrail BM Güvenlik Konseyi’nin 242 sayılı kararını ve diğer kararları tüm yönleriyle kabul ettiği takdirde olabilir. O vakit gelene kadar, eğer ki İsrail Araplara Batı Şeria’daki Ariel ve Maale Adumim yerleşimlerinin İsrail’in bir parçası olduğunu söylerse, bu durumda Arap duruşu Hayfa, Ayfa ve Akka’nın halen Filistin’in bir parçası olduğudur. 

Yazar hakkında: Ürdün’ün eski BM temsilcisi. 

Kaynak: Electronic İntifada 

Dünya Bülteni için çeviren: M. Alpaslan Balcı