‘Manhattan savaşının’ onuncu yıldönümünde yazılan makalelerin çoğu, on yıllık ‘terörle savaş’ bilançosunu, “Kaide, Usame bin Ladin’in ölümü sonrası nerede son buldu? Farklı platformlarda ABD’de değişen nedir? Ve uluslararası oyunun kurallarında yaşanan değişimler nelerdir?” sorularıyla okudu. Çok az sayıda yazı, olaya Arap baharı güneşinin sönmesine rağmen ‘bölgede demokrasinin geleceği’ açısından yaklaştı.
Washington, 11 Eylül’ün sonucunda üç farklı savaşa girdi: Taliban’ı hizaya getirmek ve Kaide’nin kökünü kurutmak için Afganistan savaşı; Kaide ile bağlantısı ve kitle imha silahlarına sahip olduğu gerekçesiyle Irak savaşı; ve ‘terörle savaş’ söylemi altında çeşitli alanlarda gerçekleştirdiği açık savaş. Aradan 10 yıl geçti ve bu savaşların hiçbiri henüz bir sonuca varamadı; sahalar çeşitlendi, söylemler ve hedefler farklılaştı, koalisyonlar birbirini izledi, milyonlarca ölü, yaralı, esir, evsiz, göçmenin yanı sıra trilyonlarca dolar harcandı. Bu kanlı tiyatronun son sahnesi üzerindeki perdeyse henüz kalkmadı.
Washington’ın savaştan sonra “Neden bizden nefret ediyorlar?” sorusuna cevaben çıkardığı derslerin arasında, Ortadoğu’da demokrasi yokluğuyla terörün büyümesi arasındaki bağlantı da yer alıyor. Bu bağlamda Mısır, Suudi Arabistan ve birçok bölge ülkesi, araştırmacıların ilgisini çekti. Arkasındaki geniş uluslararası koalisyon, Irak’tan başlayarak bölgede ‘demokrasinin yayılması’ sloganını yükseltti. Eski ABD Dışişleri Bakanı Condoleezza Rice, meseleyi ‘Yeni Ortadoğu’ya doğru’ şeklindeki meşhur söylemiyle özetledi.

Arap halklarının uyanışı
Bu söylemi hayata geçiren Amerikan politikaları, tam bir hayal kırıklığıydı. Demokrasinin yayılmasında rol oynaması gereken Irak, bölünmelerin, iç savaşların ve yaratıcı kaosun örneği oldu. Reform ve demokrasi yolundaki güçler için ilham kaynağı, bölge halkları için cazip bir model sağlamak yerine can çekişir hale geldi. Afganistan’daki demokrasiyi de şartların kırılganlığı, rejimin yolsuzluğu ve Taliban’ın olaylarda esaslı rol oynamak için dönüşü ifşa etti.
Terörle savaşın bilançosuysa, Washington’ın çözümün parçası olmak yerine sorunun parçası olduklarını düşündüğü kimselere uzanan bir dizi politika, koalisyon ve uygulama oldu. ABD’nin 11 Eylül’ün ağırlığını yüklediği rejimler, Kaide’ye ve İslamcı teröre karşı güvenliğin anahtarı ve istikrarın garantisi oldu. Demokrasi ve insan hakları, ABD’nin terörle savaşının kurbanlar listesinin başında yer aldı. Belki de kaderin cilvesi, 11 Eylül’ün ilk on yılının Arap bölgesinin modern tarihindeki en önemli halk devrimlerine sahne olmadan sona ermemesiydi. Bu devrimler, Washington’ın bilgisi ve katılımı olmaksızın, domino etkisini somutlaştırarak patlak verdi ve sınırları aştı.
‘Arap baharı’nın Amerikan bayraklarını yakmadığı doğru. Devrimlerin bir kısmının patlak vermesinden haftalar sonra ABD’den destek aldığı da doğru. Fakat Arap devrimleri aslında bölgedeki Amerikan stratejilerine aşağılayıcı bir katılımı reddederek, bağımlılık ve mandacılığa karşı çıkarak, Arap-Amerikan ilişkilerini yeniden değerlendirmeyi hedefledi. Arap halkları, gitmesini istedikleri yöneticilerine bölgedeki Amerikan çıkarlarını koruyan kimseler olarak baktı. Bu yöneticiler, mevkilerini korumak için Amerika’ya desteklerini sunmakta tereddüt etmemekte.

Irak’ın başına gelenler
11 Eylül saldırılarının 10. yıldönümünde bölgesel sahne, tuhaf bir ironi içeriyor. Demokrasinin yayılması söylemiyle Amerikan işgali altına giren Irak ve Afganistan demokrasiye geçmiş ülkeler listesinin sonunda görülürken, halklarına ve zinde güçlerine dayanarak kendi yolunu kendisi açan ülkeler, geçiş sürecinin birçok engeliyle birlikte bu yolda ilerliyorlar.
11 Eylül’ün 10. yıldönümü, bizleri ‘Saddam sonrası Irak’la ilgili Amerikan makalelerine götürüyor. Irak savaşı öncesinde, sırasında ve takip eden ilk yıllarındaki makaleler, ‘millet inşa etme’ teorisi üzerineydi. O gün, ‘yarının Irak’ını tanımlarken akla gelen örnekler Almanya, Japonya, Güney Kore ve Asya kaplanlarıydı. Fakat Irak’taki Bremer-Cheney deneyimi, toprak üzerinde yaşananların siyasi dosyalarda ve uydu kanallarında yazılıp çizilenlerin tersi olduğunu gösterdi. Irak’ın bölünmesinin, ilk ve son hedef olduğu görüldü. Demokrasi ve insan haklarının bu politikalarda yeri olmadığını söylemeye gerek yok.
Bugün bazılarının Arap baharının bazı sahalarında, özellikle de Suriye ve Libya’da yeniden üretmeye çalıştığı Irak dersinden istifade etme ihtiyacındayız. Bu iki ülkedeki bazı uygulamalarda, Iraklaşmanın sıkıntıları sinyal veriyor. (Ürdün gazetesi Düstur gazetesi, 11 Eylül 2011)

 

 Kaynak: Radikal