Neden Avrupa'dan konuşulmalı? Çünkü ulusların tarihi bitiyor ve Avrupa'nın tarihi henüz başladı. Ulusal, ekonomik, ticarî, finansal ve hatta muhafaza edilmeye çalışılsa da askerî egemenlik sona erdi. Bu yetki devirleri kesin ve geri dönülemez devirlerdir ve ne mutlu ki öyledirler.  
 
 Avrupa gençliği ulusal sınırları bilmiyor, bilmek de istemiyor. Bu gençlik pasaportsuz, tek ortak parayı kullanarak, duruma uygun bir çeşit Esperantoyu yani İngilizceyi kullanarak seyahat ediyor, bir İspanyol Pansiyonu'ndaymış gibi bir oraya bir buraya yerleşebiliyor. Avrupa'nın bu gençliğin oyun alanı olduğu bir gerçek.

Ama tüm bunlarda eksik olan bir şey var, o da bilinç. Eksik olan, kendi hakkında tefekküre dalan, nedenler içeren, girişimde bulunan ve cüret eden bir bilinçtir. Şüphesiz, bunu embriyon halinde Brüksel'de, zihinsel yeteneklerin Avrupa'ya hasredildiği mucizevî bir şekilde çok kültürlü olan bu yerde bulabiliyoruz. Sağdan sola, siyasî renkleri ne olursa olsun iyi niyetler burada bir araya geliyor, birleşiyor, Avrupa bilincini ilerletmeye çalışıyor.

Ancak Brüksel kendisine her yerden saldırılan bir gettodur: Uluslar, ulusal siyasetçi toplulukları ve özellikle ulusal medyalar bu gettoya saldırmaktadır. Çünkü ulusal medyalar Avrupa'yı istemiyorlar. Avrupa onların statülerini olduğu kadar entelektüel rahatlarını da bozuyor. Avrupa onların gündelik işlerini, her halkın ülkesinin en büyük, en güzel, en güçlü, en hoş ülke olduğu ötekilerinse eğer düşman değillerse bile en azından rakip, karşıt, tehdit oldukları önyargısını güçlendirme faaliyetlerini yürüttükleri sırada rahatsız etmektedir.

Ulusal medyalarda Avrupa'nın aldığı yer son derece yetersiz. Televizyon gazeteciliği yayınlarının ancak % 5 ila % 10'u bazen aynı medyaların Amerika'ya ayırdığı zamandan, her durumda Avrupa dışı haberlerden daha azı Avrupa'yla ilgili haberlere ayrılmaktadır.

Bu derece kısıtlı bir zaman diliminde yapılan bilgilendirme, en yakın komşularımızın toplumsal sorunlarını anlamamıza izin vermemektedir. En iyi durumda onların temel siyasal aktüalitesi, seçimler, gösteriye dönük başka haberler yer almakta, ender olarak toplumsal ve ekonomik gelişmelere değinilmekte, çok daha kısıtlı bir şekilde bu toplumlardaki bölgeselciliğe ilişkin ideolojik, dinler, göç, medenî haklar ya da ekolojiyle ilgili tartışmalar hakkında bilgi verilmektedir.

Her Avrupa yurttaşı, kendi ülkesinde, kendi bahçesinde, ezelî ulusunda olanlar hakkında fazlasıyla bilgilendirilmekte; ancak kendisine Avrupa'daki komşusunda olanlar hakkında son derece kısıtlı bir bilgilendirme yapılmaktadır. Sonuç olarak, Avrupa yurttaşı, Brüksel'de verilen kararların neden ve nasıl verildiği ve bunların nasıl her AB üyesi ülkenin öncelikleri arasında oluşturulmuş, üzerinde büyük uğraş verilmiş bir uzlaşmanın meyvesi olduğunu çoğu kez kavrayamamaktadır.

Avrupa'nın iletişim profesyonellerinin genel görüşünün televizyon izleyicisinin dikkatini çekmediği doğrudur; ama bu izleyiciye toplantı yapan yöneticiler, bilekler, açılan araba kapıları kapanan kapılar görüntüleri dışında ne sunuyoruz ki! Üstelik bunları da belirsizlik üzerine kurulu bir editoryal içerikle yapıyoruz. Oysa medyatik bir paradoks olarak Brüksel'de hiçbir şey gizli değildir: Dosyalar, görüşmeler, perspektifler, tümü kamuya ve profesyonellere açıktır. Ama bu billur köşkte her şey fazlasıyla şeffaftır, sanki yokmuş gibidir, ışığı çekmemektedir. Medya dünyasının kürsüden anlatılan dersi dinleyecek öğrencisi yok, medya imaj ister. Medya halka konuşan imajlar, AB'den yaklaşılabilir, insanî, sıcak, onlarla aynı dili konuşan figürler talep etmektedir.

Oysa AB yöneticileri onların beklendiği yerde olmamaktan sanki şeytanî bir zevk almaktalar. Avrupa sanayiinin amblem niteliğindeki olayı gerçekleştiğinde, Toulouse'da Airbus A 380 modeli uçağın faaliyete geçmesi konusunda yapılan tören sırasında, dört devlet başkanı konuşma yaptı. Aynı törende, her biri Airbus'un başarısı için vazgeçilmez önemdeki bir AB politikasını temsil eden üç AB komiseri de bulunmaktaydı, ancak hiçbiri konuşmadı.

Kurucu bir olay olan Auschwitz toplama kampının özgürlüğe kavuşturuluşunun altmışıncı yıldönümünde, [eski Fransa başbakanı] Michel Rocard "hukukun hâkim olduğu bir barış alanı" çağrısında bulundu, toplama kampından kurtulanlardan hâlâ hayatta olanlar ve dinî grup temsilcileri son derece duygulandırıcı nutuklar attılar, devlet yöneticileri kendilerini ifade ettiler; ama AB'den hiçbir ses duyulmadı. Ulus-devletlerin yöneticileri, yanlarında ulusal ve yerel temsilcilerden oluşan gruplarla, kamuya açık törenlerde AB temsilcilerinden önce geçiyorlar, konuşurken de en son konuşuyorlar.

Avrupa halkları, eğer onları görmezlerse, duymazlarsa, bugün için, isteseniz de istemeseniz de, sadece kamusal saygınlık için değil aynı zamanda Avrupa yurttaşlarının yöneticileriyle özdeşleşmeleri için de elzem olan bu medyatik haleyi onlara nasıl atfedebilirler? Eğer Avrupa'nın yöneticileri, açıkça Avrupa'nın en önde gelen kişileri olarak tanınmaz ve saygı görmezlerse, bir Avrupa bilinci, Avrupa yanlısı duygu, empati, yeni bir Avrupa atılımı oluşturmak mümkün olmayacaktır.

Fransız diplomasisi bu alanda öncü olup gelecek dönem başkanlığı fırsatını kullanarak ipleri oynatmalıdır. Gerisiyle medya ilgilenecektir.
 
Kaynak: Zaman