Yarın Srebrenitsa katliamının 13. yıldönümü. Her geçen gün bulunan yeni toplu mezarlardaki cesetler teker teker çıkarılıp mezarlığa defnediliyor. Yakınlarını kaybedenlerin sevdiklerinin cesetlerini bile bulmalarına adeta sevindikleri tüyler ürperten bir katliam, insanlık çizgisinin iflas ettiği yer.
Bu insanlığın ve vicdan iflası sadece cinayeti işleyenlerin özelliği değil. Bunlardan ibaret olsaydı suçlular yakalanır, cezalandırılır ve vicdanen rahatlardı insanlık. Nitekim aynı dönemde başka bir şehirde Vişegard'da Sırpların 70 kadar yaşlı ve çocuktan oluşan Bosnalı Müslümanı diri diri toprağa gömdüklerini dün ilk kez BM açıkladı. Bu cinayetin baş sorumlusu yargılanıyor.
Srebrenitsa katliamının, daha doğrusu bir anda 7 bin Müslümanın katledildiği soykırımın failleri yakalanmadı. Gazetecilerin bile hangi lokantada oturup yemek yediklerini bile yazdığı katiller ellerini kollarını sallayarak geziyor. Yakalanamıyor çünkü o cinayet şebekesinin suç ortakları arasında BM Barış Gücü adına görev yapan Avrupalılar da var. Yakalama görevi verilenler bizzat cinayete ortak olanlar.
Binlerce kurban teker teker yeniden şehitliğe defnediliyor. Tanınmaz haldeki kemiklerin üstüne mezar taşları dikiliyor. Bu insani bir gereklilik olduğu kadar Boşnakların varoluşunu simgeleyen, tarihsel olarak da orayı kendilerine ait kılan değerin tespit edilmesi anlamına geliyor. Savaştan çok önce yurtdışında tanıdığım Boşnaklar dedelerinin Mohaç Savaşı'na katılmış olmalarıyla övünürlerdi. Bir milleti oluşturan sevincin, zaferin nişanesi olarak Mohaç'ı hatırlatıyorlardı bana. Çanakkale Savaşı'na gönüllü katılan dedelerini ilave ederlerdi sonra. Kaldı ki o zaman Bosna çoktan Osmanlı toprağı olmaktan çıkmıştı. Ama bir milleti aynı zamanda ortak acıların, hüzünlerin oluşturduğunun bilincinde olarak Çanakkale'yi anmadan geçemezlerdi. Hâlâ aynı milletin çocukları olduğumu ta derinden hissettiğimi çok iyi hatırlıyorum.
Srebrenitsa Boşnakların Çanakkalesi'dir. Müslüman Boşnaklar var olacaklarsa bunun teminatı olarak kendi Çanakkaleleri'ne sahip çıktıkları kadar var olacaklardır. Biz de onlarla birlikte Srebrenitsa Çanakkalesi'ni içimizde yaşattığımız nispette var olacağız demektir.
Bosna'nın Çanakkalesi'nde dikilen her mezar taşı bu toprakların tapusu olacak.
Mezar taşları ile o toprağı hak etme arasında kopmaz bir bağ olduğunu düşünmüşümdür. Srebrenitsa'da her gün dikilen yeni mezar taşı oranın kimliğini tarihin kayıtlarına çakan belge gibidir aslında.
Komünist Yugoslavya döneminde Boşnaklar müthiş bir iş yaptı. Tüm Bosna'daki eski mezar taşları tek tek kayda geçirilerek yayınlandı. Osmanlı harfleriyle yazılmış Boşnakça kitabeler, Osmanlı Türkçesi'yle yazılanlar da dahil olmak üzere ayakta kalmayı başaran binlerce mezar taşı 3 ciltlik kitap halinde savaştan çok önce basıldı. Savaştan sonra yeni baskısı da yapılan bu eserde yer alan mezar taşlarının ne kadarının savaştan sağlam çıktığını bilmiyoruz. En azından karşılaştırma yapacak bir belge var elde. Mezar taşları kitabelerinin asıllarının, Latin harflerine çevrilmiş hallerinin ve bazılarının tercümelerinin yer aldığı bir belge…
Boşnaklar hâlâ o topraklarda hak iddia edebiliyorlarsa biraz da o mezar taşları sayesindedir. Osmanlı'nın çekilmesinden sonra Balkanlarda ilk ortadan kaldırılan yerlerin mezarlıklar olmasının, en azından bunu gerçekleştirenler açısından tesadüfi olmadığı çok açıktır.
Boşnakların hem de komünist dönemde hazırladığı bu mezar taşları katalogunu gördüğümden itibaren hep İstanbul'daki mezarlıkları hatırlamışımdır hayıflanarak. Gözümün önüne yıllar önce Edirnekapı'da kırık dökük halde gördüğüm Baki'nin mezarı gelir. Yüzlerce örnek arasında neden Baki'nin perişan haldeki mezarı? Muhtemelen "Baki kalan kubbede hoş bir seda imiş" diyen şairin önemsemez tavrını hatırlattığı içindir.
İstanbul'daki mezar taşları bir medeniyetin işaret taşlarıdır. Sadece tarihin hafızası değil bir medeniyetin ruhu saklı o mezar taşlarında.
Türk batılılaşmasının mezarlıklarla hesaplaşarak işe başlaması da çok manidardır bu anlamda.
Mezar taşlarının sahip çıkılması bir yana kayıtlarının bile olmaması durumun komünist Yugoslavya döneminden bile vahim olduğunu göstermez mi?
Mezarlıklara sahip çıkmayı çevresine yeni duvar örmekle sınırlayan belediye, hükümet, devlet kurumları neden bu taşları kayıt altına almaz. Bir tarihin hafızası teker teker siliniyor, parçalanıyor, çalınıyor…Bir an önce her biri bir sanat eseri olan o güzelim taşlar, hiç olmazsa taş olarak bari kayıtlara geçirilmeli.
Dedelerimizle yüzleşmekten korkuyorsak taşlarına bakmaya olsun cesaret edelim.