Ülkede manşetleri kaplayan her terör saldırısı olduğunda o iğrenç “köstebek vurma” oyunundaki gibi hep aynı kafalar mantar gibi yerden bitip konuşmaya başlıyor. Bunlar birbiri ardına medyada tur atıyor, ünlü televizyon uzmanlarından bilge gazetecilere kadar çeşitli unvanlarla ahkâm kesiyorlar.

Birkaç sene önce BBC Newsnight programı, aşırılıkla mücadele konusundaki düşünce kuruluşu Quilliam Vakfı’nın yöneticisi Maajid Nawaz’la daha önce El Muhacirun olarak bilinen yasaklanmış İslamcı grubun başkanı Anjem Choudary arasındaki bir “tartışmaya” gururla ev sahipliği yaptı. Grup, yasaklamalardan dolayı farklı isimler altında defalarca kendisini yeniledi. Onun son zamanlardaki kuruluşlarından en bilinenlerinden biri "Islam4UK"dir (İngiltere için İslam).

Nawaz da Choudary de ana akım medyanın büyük alakasını çekti, manşetleri kapladı, televizyonlarda haber programlarına katkı yaptı. Ama çoğu kişi tarafından bilinmese de bunların ortak bir noktası var: İngiliz güvenlik kurumları. İster inanın ister inanmayın, bu garip hakikat, IŞİD’in “Cihatçı John” olarak bilinen ünlü kafa kesicisi, eski Batı Londralı Muhammed Emwazi’nin şimdi bulunduğu yere niçin gittiğini de açıklıyor.

İki fanatiğin hikayesi

Maajid Nawaz, İslamcı grup Hizbu’t Tahrir’le (HT) bağını kopardıktan sonra eski Hizbu’t Tahrir üyesi arkadaşı Ed Husain ile birlikte Quilliam Vakfı’nı kurdu.

Quilliam Vakfı, Husain ve Nawaz tarafından, İngiliz hükümetinin büyük mali desteğiyle 2008’de kuruldu. Vakfın kurulması, Ed Husain’in hatıra kitabı İslamcı’nın (The Islamist) yayımlanmasıyla halkın büyük teveccühünü çekti. Kitap kısa sürede dünyada en çok satılan kitap oldu, bu da yüzlerce inceleme, mülakat ve makaleyle sonuçlandı.

Ed Husain, kitabında -Maajid Nawaz’ın kalın Radikal kitabı da geçenlerde benzer bir hayran kitlesi oluşturdu- öfkeli bir genç Müslüman’dan İslamcı bir eylemciye olan yolculuğunu ve sonunda İslamcı ideolojiyi tümüyle reddettiğini anlatıyor.

Her ikisinin dönüşüm yolculuğu da çarpıcı ve samimi duygular ihtiva ediyor. Ama İngiliz hükümeti, bu hatıraların yazılmasında bunların ya da hükümetin resmi olarak kabul ettiğinden çok daha doğrudan bir rol oynadı.

Hükümetin hayalet yazarları

2013 sonunda Husain’in İslamcı kitabının “fiilen Whitehall’da bir başkası tarafından yazıldığını” ifade eden İçişleri Bakanlığı’ndan eski bir üst düzey araştırmacıyla mülakat yaptım.

O yetkili bana, Jack Straw ve Gordon Brown’la “çok yakın bağları olan” bir hükümet yetkilisi tarafından 2006’da kendisine taslağın Ed tarafından yazıldığı ama hükümet tarafından ‘süslendiği’ bilgisinin verildiğini anlattı. Memur ona, “Kitabın en az 5 müsveddesini gördüm. Sonuncusu ilkinden oldukça farklıydı”   demiş.

Kaynak, taslağın tamamen siyasi, hükümet yanlısı bir tavırla değiştirildiğini söylemiş. Resmi olarak yayımlanmasından önce Ed Husain’in müsveddesine ilavelerde bulunan kurulda Başbakanlık, Ortak Terörizm Analiz Merkezi, istihbarat kurumları, Dışişleri ve İçişleri bakanlıklarından üst düzey yetkililer de varmış.

Bu iddiaların doğru olup olmadığı konusunda defalarca Ed Husain’e sorular sordum ama cevap vermedi. Husain’in yazılarındaki “hayalet yazarlık” konusunda hükümetin rolünün farkında olup olmadığını, kendisi de Radikal’in üretilmesinde benzer tecrübeler yaşamış olmasına rağmen Nawaz’a da sordum. O da cevap vermedi.

Husain, 2006’dan kitabın yayımlandığı Mayıs 2007’ye kadar İslamcı kitabı konusunda İngiliz hükümeti ve istihbaratıyla ilişki içindeyken arkadaşı Nawaz, başlangıçta Mısır’da hapisteydi. Nawaz sonunda Mart 2006’da serbest bırakıldı. O, Husain’in kitabının yayımlanmasından sadece bir ay önce HT’den ayrıldığını bildirdi. Husain, Nawaz’ın kararında baş etken olmakla övgü aldı.

Husain’e göre Nawaz, İslamcı’nın bazı bölümlerinin belirlenmesinde önemli bir rol oynadı. Husain, HT’deki zamanlarıyla ilgili detayların doğrulanması gereğine değinerek “Yayımlamadan önce arkadaşım ve din kardeşim Maajid’le kitabın bazı kısımlarını görüştük” diye yazdı.

Husain ve Nawaz’ın anlattıklarıyla ilgili kronolojinin bozulmaya başladığı yer de burasıdır. Radikal’de ve defalarca radikallikten kurtulma süreciyle ilgili mülakatlarında Nawaz, Mısır’da hapisteyken HT’nin İslamcı ideolojisini tam ve kararlı bir şekilde reddettiğini ifade etti. Nawaz serbest bırakıldıktan ve İngiltere’ye döndükten sonra bu kararına uygun herhangi bir emare göstermedi. Aksine o tam tersini yaptı. Nawaz, Nisan 2006’da BBC’deki Hardttold programında Sarah Montague’ye Mısır’daki tutukluluğunun “kendisini halifeliğin mümkün olan en kısa sürede kurulması gerektiğine daha da inandırdığını” söyledi. Bir zamanlar HT’nin yönetici kadrosunda olan Nawaz, daha sonra katıldığı onlarca sohbet programı ve verdiği mülakatlarda da Hizb’i hararetli bir şekilde savundu.

Nawaz’ı ilk kez 2 Aralık 2006’da Toplulukların Suça İtilmesiyle Mücadele Kampanyası (CAMPACC) tarafından organize edilen, “haklarımızı elde etme” konulu konferansta tanıdım. Panelde Londra’daki Bombalamalar: Bağımsız Bir Soruşturma kitabımda İngiliz devletinin İslamcı fanatiklerle gizli anlaşmasının 7 Temmuz saldırılarını nasıl kolaylaştırdığıyla ilgili bulgularımla ilgili olarak konuşuyordum. Nawaz, o panele üst düzey iki HT eylemcisiyle birlikte dinleyici olarak katılmıştı. Kısa görüşmemizde heyecanlı bir şekilde HT’yle devam etmekte olan işlerini anlatmıştı.

Nawaz, HT tarafından Ocak 2007’de Londra’daki ABD büyükelçiliği önünde yapılan protesto gösterisinde ön saftaydı. ABD’nin Irak ve Somali’deki askeri operasyonlarını protesto ediyorlardı. Nawaz, gösteride ateşli bir konuşma yaptı, “İslam alemine sömürgeci müdahaleye bir son verilmesi” talebini dile getirdi, bu tür emperyalizmlerle diktatörlere Batı tarafından verilen desteklere karşı koymak için İslam halifeliğinin kurulması çağrısında bulundu.

2006 ortalarından itibaren HT adına yapılmış bu halkı galeyana getirme teşebbüslerine rağmen Nawaz, aslında hararetle övdüğü ideolojiyi terk etmişti. O, bu sırada -o zamanlar Cidde’de bulunan- arkadaşı Ed Husain’le irtibat kurmuştu ve HT karşıtı manifestosu İslamcı’nın yazılmasında ona yardım ediyordu. Kitap aynı zamanda hükümet tarafından da en üst düzeyde tetkik ediliyordu.

İngiliz hükümetinin, kitabın 2007’de yayımlanmasından bir sene önce Husain’le olan özel ve gizli ilişkisi, resmi biyografisine rağmen Quilliam Vakfı kurucusunun umumi radara yakalanmadan uzun bir süre önce Whitehall’daki kraliyet sarayına kapandığını gösteriyor. O bu düzeyde bağlantıları nasıl kurabildi?

MI5’in İslamcı’sı

Londra Üniversitesi Birkbeck Koleji’nde uluslararası terörizm ve siyasi İslam konularında ders veren Hizbu’t Tahrir uzmanı Dr. Noman Hanif’e göre, örgütün İngiltere’deki varlığı muhtemelen Batı istihbaratına harekete “nüfuz etmek” ya da hareketi “etkilemek” için büyük fırsatlar sağladı.

Doktora tezi grup hakkında olan Dr. Hanif, Husain’in HT içindeki vazifesinin, Ömer Bekri Muhammed liderliğinde olduğuna işaret ediyor. Bu tartışmalı din adamı, bugüne kadar İngiltere’deki her büyük terör saldırısı planıyla bağlantısı olan El Muhacirun örgütünü kurmak için 1996’da gruptan ayrılmıştı.

Dr. Hanif, Bekri’nin HT liderliğinin, “HT’nin İngiltere’deki mevcudiyetinin en sapkın dönemini teşkil ettiğini, örgütün asıl fikirlerinden keskin şekilde sapıldığını” söylüyor. Bekri’nin şiddeti savunması ve İngiltere’de bir İslam devleti kurulmasına odaklanması HT’nin doktrinleriyle çelişiyor.

Eski ABD ordu istihbarat subayı ve Adalet Bakanlığı savcısı John Loftus’a göre, Bekri HT’den ayrılıp 1996’da El Muhacirun’u kurduğu zaman, Balkanlardaki İslamcı faaliyetleri kolaylaştırmak için hemen MI6 tarafından istihdam edildi. Üstelik sadece Bekri de değil, geçenlerde terör suçlamalarıyla ABD’de mahkum edilen Ebu Hamza El Masri de.

Bekri, 1996’da İngiliz istihbarat kurumlarının da onayıyla El Muhacirun’u kurduğunda örgütün ortak kurucusu Anjem Choudary’ydi. Choudary, İngilizleri eğitip savaşmak üzere yurt dışına gönderme programına katıldı. Üç sene sonra da o, Sunday Telegraph’a “eğitimin bir kısmı gerçek silah ve mühimmat ihtiva ediyor” diye övünüyordu.

Tarihçi Mark Curtis, Gizli İşler: İngiltere’nin Radikal İslam’la Gizli Anlaşması isimli ufuk açan eserinde, Bekri’nin bu anlaşma kapsamında nasıl İngiltere ve ABD’deki kamplarda yüzlerce İngiliz’i eğitip bunları El Kaide bağlantılı savaşçılara katılmak üzere Bosna, Kosova ve Çeçenistan’a gönderdiğini belgeledi.

2005’te Londra’daki bombalı saldırılardan kısa bir süre önce Wall Street Journal gazetesinin Pulitzer ödüllü araştırmacı gazetecisi Ron Suskind’e üst düzey bir MI5 yetkilisi tarafından Bekri’nin uzun süredir gizli servisin muhbiri olduğu, onun “birkaç soruşturmada MI5’e yardım ettiği” ifade edilmiş. Suskind, yazdığı The Way of the World kitabında Bekri’nin Beyrut’taki bir mülakatta kendisine bu ilişkisini isteksizce itiraf ettiğini dile getirdi. Suskind bu ilişkinin sona erdiğine dair herhangi bir işaret vermiyor.

Birkaç üst düzey terör davasına bakan, Londra’daki önde gelen bir avukat, bana hem Bekri’nin hem de Choudary’nin 1990’larda MI5 görevlileriyle düzenli olarak toplantılar yaptıklarını anlattı. Önde gelen bir hukuk firmasında çalışan ve gizli delilleri de ihtiva eden kapalı duruşmalar sebebiyle MI5 yetkilileriyle düzenli olarak irtibat içinde olan avukat, “Ömer Bekri, 1993’ten 1990’ların sonuna kadar MI5’le en az 20 toplantı yaptı. 90’lı yılların ikinci yarısında Anjem Choudary de bu toplantılara katıldı. Bu, o zamanlar İngiltere’de üst düzey İslamcı liderler arasında iyi bilinen bir husustu” dedi.

Birkbeck Koleji’nden Dr. Hanif’e göre Bekri’nin istihbarat kurumlarıyla ilişkisi muhtemelen onun “İngiltere’de altı yıllık HT liderliği döneminde” başladı ve “gruba derinlemesine nüfuz etmesi için İngiliz istihbaratına muazzam fırsat sağladı.” HT, “Ürdün’deki desteğinin seviyesi ve 50 seneden fazla bir zamandır Orta Doğu’da diğer bölgelerde düzenli olarak yaptığı faaliyetlerden dolayı” zaten MI6’nın yurt dışında takibi altındaydı.

En azından bazı HT üyelerinin, Bekri’nin istihbarat kurumlarıyla olan ilişkisinden haberdar oldukları görülüyor. Buna Ed Husain de dahil. Husain, İslamcı’nın bir sayfasındaki (s. 116) paragrafta şöyle diyor: “Biz, Ömer’in siyasi sığınma müracaatından da endişeliydik… Bunu Bernie’ye [bir başka HT üyesi] ile de konuştum. ‘O, hayır’ dedi. ‘Tam aksine. İngilizler yılan gibidir; çok dikkatli manevralar yaparlar. Onların Ömer’e İngiltere’de ihtiyaçları var. Muhtemelen Ömer halifenin buradaki büyükelçisi olacak ya da İslam devletinde yaşamak üzere burayı terk edecek. Kafirler bunu bilirler. Ömer’in İngiltere’de kalmasına izin vermek, İslam devletiyle iş yapacakları zaman onlara iyi bir başlangıç, diplomatik avantaj sağlar. Ömer’e sahip olmak onlara ileride çok iyi gelecektir. MI5 bizim ne yaptığımızı, ne olduğumuzu çok iyi bilir. Onlar bizim İngiltere’de faaliyet göstermemize yeşil ışık yaktılar.’”

Husain, Bekri’nin ardından Ağustos 2007’de HT’den ayrıldı. İngiliz hükümet yetkilisi ve gruptaki günlerinden Ed Husain’i tanıyan eski HT üyesi Faisal Haque’a göre, Husain’in Bekri’yle kuvvetli bir “şahsi bağı” vardı. Haque, onun HT’den “ideolojik sebeplerle” ayrılmadığını söyledi. “Daha çok Bekri’yle olan yakın şahsi bağı (Bekri kovulunca o da ayrıldı), babasından gelen baskılar ve burada bahsetmek istemediğim bazı şahsi sebeplerden dolayı ayrıldı.”

Husain daha sonra British Council’de çalışmak üzere Orta Doğu’ya gitti. 2003’ten 2005’e kadar Şam’daydı. Kendi ifadelerine göre o, bu sırada Beşşar Esad rejimine karşı harekete geçen HT’nin İngiliz üyeleri hakkında ihbarda bulundu, bu da Suriyeli yetkililer tarafından sınır dışı edilerek yeniden İngiltere’ye gönderilmeleriyle sonuçlandı. O zamanlar CIA ve MI6, olağanüstü nakil programı hususunda rutin bir şekilde Esad’la iş birliği yapıyordu.

Husain daha sonra 2005 sonlarından 2006’nın sonuna kadar Suudi Arabistan’ın Cidde şehrinde British Council’de çalıştı.

Konuştuğum eski İçişleri Bakanlığı yetkilisine göre, Husain o yıl Whitehall’da İslamcı kitabının taslak metinlerini inceleyen üst düzey yetkililerle sene boyunca doğrudan temas halindeydi. Husain, kasım ayında sanal tartışma forumu DeenPort’a şimdi silinmiş şu yorumu gönderdi: “İngiltere’de bugün HT içinde bile modernleşmecilerle radikal unsurlar arasında büyük bir bölünme mevcuttur. Gizli servisler modernlik yanlılarının radikalleri ehlileştirebileceği ümidindeler. Ben ise başka bir bölünme olacağını öngörüyorum. En iyi Allah bilir. Bu konuda söylemem gerekenden fazla şey söyledim. Bu yüzden artık dudaklarım kilitli!”

Kısa süre sonra Maajid Nawaz da HT’den ayrıldığını bildirecek, sonunda gruptan diğer kişilerle Quilliam’a katılacaktı. Nawaz’a göre bunların çoğu perde gerisinde kendisi ve Husain’le “ekip” olarak çalıştı.

‘Eski cihatçı’ denilip aslında böyle olmayanlar

Husain ve Nawaz’ın terör uzmanı oldukları iddiasındaki en büyük problem, bunların hiç cihatçı olmamalarıydı. Hizbu’t Tahrir, sosyal mücadele ve İslam aleminde siyasi faaliyetlere odaklanarak küresel “halifelik” kurmak isteyen, şiddete başvurmayan bir harekettir. Bu katı siyasi ideolojinin kabahati ne olursa olsun, El Kaide terörüyle herhangi bir ilgisi yoktu.

Yine de Husain ve Nawaz, hükümetteki destekçileriyle birlikte “radikalleşme” ve “radikallikten kurtulma” konularındaki şahsi tecrübelerinin “terörle savaş”a aktarılabileceği kanaatindeydiler. Buna rağmen, aslında hiçbiri gerçek bir terör örgütünün dinamikleri konusunda herhangi bir fikre sahip değildi. Bunun sonucu da tamamen yanlış ve kanıttan uzak şekilde, terörizmi önlemenin asıl yolu diye şiddet içermeyen aşırılık yanlısı ideolojileri reddetme saplantısıydı.

Husain ve Nawaz’ın, şiddet içermeyen aşırılık konusunda Quilliam Vakfı vasıtasıyla dile getirdikleri radikal görüşleri, Batı dünyası boyunca resmi terörle mücadele rotasını derinden etkiledi. Bu, milyonlarca sterlinlik devlet yardımları, yoğun medya desteği ve hükümetin Quilliam’ın yöneticileri ve personeline ABD ve Avrupa’da hükümet ve güvenlik yetkilileri için “radikallikten kurtarma eğitimi” vermesi sayesindeydi.

Quilliam’ın yaklaşımı İngiltere’de Sosyal Uyum Merkezi (CCS) ve Politika Değişimi gibi farklı merkez sağ ve merkez sol düşünce kuruluşlarında dikkate alındı. Bunların her biri hükümetin Şiddet İçeren Aşırılığın Önlenmesi programını (Prevent) etkilemekte büyük bir rol oynadı.

Bu yaklaşımın ne kadar iflas etmiş olduğu, Başbakan David Cameron’un şiddet içermeyen aşırılıklarla ilgili riskler hakkındaki görüşlerinde de görülür. Koalisyon hükümetinin Orwell tarzı yeni Terörle Mücadele ve Güvenlik Kanunu da bu görüşlere dayanıyor. Kanun, elektronik izleme konusunda benzeri görülmemiş bir yetki veriyor ve “önleme görevi” için temel teşkil ediyor. Bu görev, kamu sektöründeki tüm kuruluşlara, şiddet içermeyen aşırılığa sürüklenme konusunda “riskli” addedilen fertler için “risk değerlendirme” dosyaları oluşturmaları çağrısı yapıyor.

Cameron, geçen sene BM’de yaptığı konuşmada, terörle mücadele önlemlerinin “şiddeti teşvik etmeyen ama dünya görüşü terörü haklı çıkarmakta kullanılabilecek” insanları hedef alması gerektiğini açıkladı. Cameron, terörün “kökenindeki sebep” diye tehlikeli fikirlere örnek olarak “komplo teorileri” ve daha da kötüsü “Müslümanların tüm dünyada Batı politikaları sonucu kasten zulme maruz kaldığı fikrini” gösterdi.

Diğer bir ifadeyle, söz gelimi siz ABD ve İngiliz kuvvetlerinin İslam aleminde kasten vahşi askeri operasyonlar yaptığına ve sayısız masum sivilin ölmesine yol açtığına inanıyorsanız, şiddete başvurmayan bir müfritsiniz.

Geçen sene şaşırtıcı akademik yazısında Fransız terör uzmanı ve İçişleri Bakanlığı polis yetkilisi Dr. Claire Arenes, şöyle dedi: “Tanım itibarıyla, radikalleşmenin şiddet olayı olması ancak süreç sonunda şiddete başvurulmasıyla bilinir. Bu yüzden radikalleşmenin sonu önceden kestirilemez. Şiddet içerikli radikalleşmeyle mücadeleye yönelik politika, her türlü radikalleşmeyle mücadele için yapısal bir eğilim gerektirir.”

İşte polis ve güvenlik soruşturmalarını engelleyen ve onları saçma “tehlikelerle” dolduran da ne kadar şiddetten uzak olsa da “her türlü radikalleşmeyi” tespit etme ve durdurmaya çalışmak üzere bu moronca saplantıdır.

Çifte oyun

Bu noktada Nawaz ve Choudary’nin BBC Newsnight’taki görüşleri sadece komik değil, bugünün milli güvenlik krizinin İngiliz gizli devletinin derinlikleri tarafından nasıl teşvik ve istismar edildiği açısından da semboliktir.

Son 10 sene kadar -İngiliz devletinin medya-güvenlik-sanayi kompleksi etrafında kendilerini gösterip “şiddet içermeyen aşırılık” konusunda olmayan tehdide karşı “eski cihatçı denilip aslında öyle olmayanlara” çekidüzen verdiğiyle aynı dönem- CIA ve MI6 da İran Şiilerinin nüfuzuna karşı Orta Doğu ve Orta Asya’da El Kaide bağlantılı aşırıların Suudi Arabistan liderliğinde finanse edilmelerini organize ediyordu.

2005 sonrasında ABD ve İngiliz istihbarat servisleri İran ve Suriye’nin bölgesel nüfuzunun ortadan kaldırılması için İslamcı muhalif grupları desteklemek üzere El Kaide bağlantılı militan gruplar da dahil bir dizi gizli operasyon gerçekleştirdi. 2009’da bu operasyonların odağı Suriye’ye kaydı.

2010’da Prevent için İngiltere parlamento soruşturmasında yazılı delillerle belgelediğim gibi, bu tür fonların alıcılarından biri Ömer Bekri’den başkası değildi. O, bir gazeteciye, “Bugün öfkeli Sünni Lübnanlılar benden Şiilere karşı cihat yapmalarını organize etmemi istiyorlar… Lübnan’da Hizbullah’ı bir tek El Kaide yenebilir” dedi. Bekri aynı zamanda internet üzerinden düzenli bir şekilde yardımcısı Anjem Choudary ile temas halindeydi ve İngiltere’deki bağlılarına online konuşmalar yapıyor, IŞİD’e katılmaları ve sivilleri öldürmeleri talimatları veriyordu. O şimdi tutuklandı ve Lübnanlı yetkililer tarafından ülkede terör hücreleri kurmakla itham edildi.

Bekri, ayrıca “Suriye sınırındaki kamplarda ve keza Filistin tarafında mücahitlerin eğitilmesine” de iyice karışmıştı. Eğitilenler arasında Suriye’de savaşa gidecek “profesyonel geçmişi olan” dört İngiliz İslamcı da vardı. Bekri, Lübnan’a gelmesiyle birlikte Almanya ve Fransa’dan insanlar da dahil “çok sayıda savaşçıyı” eğittiğini iddia etti. Muhammed Emwazi [Cihatçı John olarak bilinen, IŞİD’in kafa kesen celladı Ç.N.] bunların arasında mıydı? Geçen sene Bekri’nin talebelerinden Mizanur Rahman, Suriye’de IŞİD adına savaşırken ölen en azından beş Avrupalı Müslüman’ın Bekri’nin yardımcısı olduğunu teyid etti.

Yine de 2013’te Suriye’de isyancıları desteklemek için silah ambargosunu kaldıran da David Cameron’du. Şimdi biz, askeri yardımlarımızın çoğunun El Kaide bağlantılı İslamcılara gittiğini biliyoruz. Bunların çoğunun yurt içindeki aşırılarla bağlantıları var. Suriye’de “önemli sayıda” İngiliz’in savaştığını bizzat İngiliz hükümeti doğruladı. Bunlar “Batı çıkarlarına ya da Batı devletlerinde saldırılar yapmaya çalışacak.”

Eski İngiliz terörle mücadele istihbarat görevlisi Charles Shoebridge’e göre, yetkililer riske rağmen ve “bol miktarda görüntü olmasına karşın kendi cihatçılarının Suriye’ye gitmesine, oradaki suçlarına gözlerini kapattılar.” Zira bu, “ABD ve İngiltere’nin Esad karşıtı dış politikasına uyuyordu.”

İşte bu durum, MI5 terör takip listesinde olmalarına rağmen Emwazi gibi insanların IŞİD’e katılmak üzere Suriye’ye gitmelerine imkan verdi. Emwazi, 2010’da Kuveyt’e giderken güvenlik kuvvetleri tarafından engellenmişti. Peki Suriye’ye giderken niye engellenmedi? Metropolitan Polis gücüne katılmadan önce İngiliz ordusunda subay olan Shoebridge, bana bu tür sınır ötesi terörünün 2006’dan beri İngiltere’de yasa dışı olduğunu söyledi. Shoebridge, “IŞİD Batı’nın tercih ettiği isyancılara düşman olunca ve dış politika açısından fayda sağlamakla MI5’in bu durumun ters teperek yurt içinde terör olaylarına yol açacağı korkuları arasında kırılma noktasına gelinince ancak 2013’ün sonuna doğru İngiltere makamlarının İngiliz cihatçılarının akışına karşı ciddi önlemler almaya başlaması kayda değer” dedi.

Shoebridge, ABD ve İngiltere’nin cihatçılara doğrudan ve gizli desteğinin, insansız hava araçları saldırılarından korkan bölgesel teröristler için Suriye’yi “iki seneden fazla bir süre” en güvenli yer haline getirdiğini söyledi. Suriye, “İngiliz cihatçıların ABD insansız hava araçları tarafından vurulma ya da ülkelerine dönünce tutuklanma korkusu olmadan savaşabildikleri tek yerdi. Muhtemelen bu, örneğin Yemen ya da Afganistan’a giden İngiliz cihatçılarının aksine, Suriye’ye gidenlerin İngiltere’nin Esad karşıtı politikasına uygun olması sebebiyleydi” diye konuştu.

Batılı rehinelere ve hedeflere karşı IŞİD tarafından işlenen bir dizi terörist vahşet sebebiyle kendi tahminlerini korkunç bir katiyetle izleyen hükümet şimdi de ortaya çıkan karışıklıkları, Husain ve Nawaz gibi devlet tarafından seçilmiş “uzmanlar” tarafından teşvik edilen iflas etmiş “aşırılıkla mücadele” söylemini aklamak için istismar ediyor.

Bunların istedikleri, polis devletinin yetkilerini, İngiltere’nin İslam alemine yönelik dış siyasetini sert, sadece kendisine hizmet eden ve sivil ölümlerine duyarsız bulan kişileri tespit etmek ve bunları “radikallikten kurtarmak” üzere genişletmektir. Hükümet kaynakları Nawaz’ın dediklerinin David Cameron’un şiddet içermeyen aşırılıkla ilgili görüşlerinde ve Prevent stratejisinin ortaya çıkmasında önemli rol oynadığını doğruluyorlar. Geçen sene Husain’in din ve inanç hürriyeti konusunda Dışişleri Bakanlığı’nda danışma grubuna atanması da ironiktir.

Bu arada Bekri’nin yardımcısı Choudary, izahı zor şekilde İngiltere’de mukim “terör vaizi” olarak medyada dolanmaya devam ediyor. Polis tarafından anlamsız bir şekilde tutuklanması ama hakkında suçlamada bulunulmaması sonrasında geç kalmış bir kararla pasaportuna el konuldu. O halen kalın kafalı Müslüman İngilizleri IŞİD’e katılmak için radikalleştirmekte özgürdür, nefret içeren konuşmalarını da geniş bir şekilde yayımlanacağının rahatlığı içinde yapıyor. Onun, İngiliz Müslümanlar arasında umumi şüphe doğurduğunda şüphe yok.

Quilliam ve El Muhacirun’daki fanatikleri toplayabilsek, bir gemiye bindirsek ve kuş uçmaz kervan geçmez bir yere göndersek, orada kendilerini istedikleri gibi “radikalleştirseler” ya da “radikallikten kurtarsalar.” Biz de biraz huzur buluruz. Belki onların sahiplerini de göndeririz.

Kaynak: Middle East Eye
Dünya Bülteni için çeviren: Arif Kaya