Seçime az süre kaldığı şu günlerde Türkiye'nin çözüm bekleyen pek çok temel meselesi 7 Haziran'a ertelenmiş durumda. Hem siyaseten hem de devlet mekanizmasının işleyişi bakımından köklü kararların alınması zaten bu süreçte mümkün değil. Siyasi yapının nasıl şekilleneceği hususu, alınacak kararları, riskin boyutunu belirleyecek.
Sanılanın aksine seçim sonrası Türkiye'nin gündemini, iç politikadaki konular kadar dış politika da belirleyecek gibi görünüyor. Bu durum sadece Türkiye'nin bölgede yeniden rol almaya niyetli siyasetinin işaretlerini vermesinden ibaret değil.
Muhtemelen bazı unsurların, hatta uluslararası etkenlerin devreye girmesiyle siyaset dışı aktörlerin iç politikayı etkileme riskinin de hayli yüksek olduğu bir dönemdeyiz. Mesela şimdiden New York Times gibi etkili gazetelerin, “Türkiye'ye dair kaygıların" giderilmesi için, NATO'nun devreye girmesini salık veren mesajlar, ne demek istediğimizin işaretlerinden sayılabilir. Bu söylemi cesaretlendiren, meşru gören ortamın olup olmaması bir yana, doğrudan dış etkenlerin, hatta NATO gibi askeri bir yapılanmanın iç politikayı dizayn etmeye davet edilmesi pek olağan olmasa gerek.
Sonuçta ne kadar etkin olursa olsun bunun bir editöryal yazıdan ibaret olduğunu göz ardı etmesek de temsil ettiği siyasal ağırlığı da yok sayamayız. Türk siyasetinin, hem de iç siyasetinin ne zaman bu tür üst dizayn projelerinden bağımsız şekillenmiş olduğu sorusu da, en az bir önceki soru kadar yerinde.
Uluslararası faktörlerin iç politikayı dizayn etme potansiyeline dair parantezi kapatıp seçim sonrası muhtemel gelişmelere odaklandığımızda Suriye meselesinin hala başat gündem maddesi olduğunu söyleyebiliriz. Bu nedenle şimdiden yapılan bazı görüşmelerden sızan haberler seçim sonrası bu konunun gündemi belirleyeceği yönünde. Dışişleri Bakanı Çavuşoğlu, Amerika'yla prensipte anlaşıldığını, eğitilen “ılımlı muhalif"lere hava desteği verileceğini açıkladı. Bir yanda ılımlı muhalifleri IŞİD'e karşı kullanmak isteyen Amerika ile diğer yanda bunu Esad rejimine karşı devreye sokmaya çalışan Türkiye'nin verdiği iki farklı/çelişik mesaj var. Aslında iki durum birleştirildiğinde; IŞİD'le savaşacak ılımlıların Ürdün'de, Esad'a karşı kullanılacakların da Türkiye üzerinden eğitilmesi gibi bir tablo ortaya çıkıyor.
Her iki durumda da, Irak'ta olduğu gibi, Obama'nın Ortadoğu politikasında temel bir değişim gözlenmiyor. Öncelikli stratejik çıkarlarını korumak şartıyla gelişmelere doğrudan müdahil olmama siyasetini ısrarla sürdürüyor.
Amerika'nın Suriye sorununa başından beri mesafeli durmasının iki nedeni var: İlki, sıcak çatışmalara doğrudan müdahil olmamak, bundan uzak durmak. Bize göre daha önemlisi, Arap baharı sürecinde, taşların yerinden oynadığı dönemde, Amerika'nın bir anda dört-beş krizi birden yönetme, krize müdahil olma kabiliyetinin eskisi kadar olmamasıdır. Bu nedenle her nasılsa Amerika'nın destekleyeceği beklentisi ve de yine Amerika'nın cesaretlendirici söylemleriyle ortaya çıkan fiili ayaklanmalar akim kaldı. Bunun tipik örneği Suriye'de yaşandı. Yemen'de yaşananlar da bundan farksızdır.
Bu süreçte muhaliflerin yanısıra Türkiye'nin süreci yanlış okuması, hem dış politika açısından hem bölgesel denklem açısından son derece yıkıcı olmuştur. Ne var ki, yeni dönemde, Suriye'deki sorunu, özellikle Suudi Arabistan'la ittifak kurarak çözme eğilimi artmış görünüyor.
Dışişleri bakanının yaptığı açıklamaya göre eğit-donat programı çerçevesinde ılımlı muhaliflere Suriye içinde hava desteği verilmesikonusunda anlaşmaya varılmış. Buna göre silahlı insansız hava araçları da dahil olmak üzere,Türkiye merkezli olarak Suriye'ye hava müdahalesi yapılacak. Bu açıklamanın anlamı, Suriye'deki iç savaşa Türkiye'nin fiili olarak dahil olması demektir.
Obama'nın Ortadoğu doktrininde radikal bir değişikliğe gitmesinin beklenmediği göz önüne alındığında yeni durumun dış politikada, bölgesel dengelerde yeni güç kaymalarına neden olması beklenir.
Böyle fiili bir durumda Rusya-İran faktörü ihmal edilemeyeceğine göre, Amerika'nın da doğrudan sahaya inmeden yürütmeyi planladığı stratejisini bir kenara not ederek, muhtemel durum değerlendirmesi yapılmalı. Suriye krizinin stratejik maliyeti bir yana, insani ve ekonomik faturası gittikçe ağırlaşmaktadır. Muhaliflere sadece lojistik destekle sınırlı kalmayan hava destekli askeri müdahale Türkiye'nin fiilen savaşa çekilmesi demektir. Bunun sonuçlarının ne olacağı üzerinde konuşulmuş değil.
Muhtemel bir savaşın ortaya çıkaracağı olağanüstü durum, iç politikayı etkileyeceği gibi dışişlerinin “prensipte anlaştık" diyerek açıkladığı anlaşmanın arkasında Amerika'nın ne kadar duracağı, fiiliyatta neye tekabül ettiği ayrı bir konu. Benzer destek Suriye'deki muhalefetin meydanlara döküldüğü dönemde de söz konusuydu... Muhalefetin desteklenmesi konusunda cesaretlendirenlerin protestoların iç savaşa dönüşmesiyle Türkiye'yi kendi başına bıraktığını biliyoruz. <<<DEVAMI>>>