Biz Müslümanlar her konuşmayı Allah’a hamd ederek ve son peygamber Muhammed Aleyhiselam’a, O’nun ailesi ve ashabına salavat ederek başlarız.
21. yüzyılın başlangıcında her Müslüman gibi ilkesel olarak ve terörizme destek olmam için suçlanmamam amacıyla, bu saldırıyı kimin işlediği ve ardında kimin durduğunu göz önünde bulundurmadan, ‘Charlie Hebdo’ dergisine yapılan saldırıyı en sert bir biçimde kınamaktayım. Elde olan verilere göre Paris’te kanlı şiddet olayı olageldi. Bu saldırının terörist saldırısı olarak adlandırılıp adlandırılamayacağı sorusu ise açık kalmaktadır. Çünkü mevcut uluslararası kaidelere göre bir saldırının terörist saldırısı olarak nitelendirilmesi için belli organizasyon ya da devlet yapısı bünyesince kaynaklanmalı, amacı ise belli hedefler için bir topluluğa ait kimliği belirsiz kişilere korku (terör) saçma özelliğine sahip olmalıdır. Mevcut durumda ise, bireyin belli bir örgüt ya da devlet bünyesine karşı eylemi terörist eylem olarak değil de, suikast, cinayet ve ya diğer suç eylemi olarak ele alınabilir. Örgüt ve kuruluşların karşılıklı çatışmaları da aynı şekilde değerlendirilir. Devlet ve milletler arasında ki çatışmalar ise savaş olarak değerlendirilir. Bir olayın suikast olarak değerlendirilmesi ise birey ya da grup söz konusu olduğunu göz önünde bulundurmaksızın bir devlet ya da olayı işleyenin iç işi olarak değerlendirilir.
“Charlie Hebdo” ‘ya yapılan saldırı ise basit bir saldırı olarak ele alınamaz. Bu yüzden bu saldırı birkaç açıdan ele alınmalıdır, çünkü saldırının neden ile sonuçları siyah – beyaz kadar basit değildir. 12 kişinin hayatına mal olan vahim şiddet olayının suikast ya da kimi diğer faktörlerin terörist saldırısı olabilme ihtimalini göz önünde bulundurmaksızın fanatik terörizm olayı ile ilişkilendirmek uygun değildir. Bundan dolayı Charlie Hebdi redaksiyonuna yapılan saldırı birkaç önemli açıdan incelenmelidir. Paris’te olagelen bu saldırı sadece bu şekilde kısmen de olsa açıklanabilir.
İslam ve şiddet
İslam dini gibi dünyada hiçbir din ya da dini bakış şiddeti kınamamıştır. İslamın şiddete olan tutumu çok sayıda ayet ve hadislerde tanımlanmıştır: “Kim, bir cana kıymayan veya yeryüzünde bozgunculuk çıkarmayan bir nefsi öldürürse, bütün insanları öldürmüş gibi olur. Kim de bir nefsin yaşamasına sebep olursa, bütün insanları yaşatmış gibi olur”(El-Maide, 32).
Bu mesaj Allah’ın özgün sözüdür, bu söze inanmayan kişi Müslüman değildir. Biz Müslümanlar bu sözü kalplerimizde ve bilinçlerimizde koruruz ve davranışlarımızda bu söze sadık kalırız. Öyleyse, bundan sonra İslam dinini terörizm ya da diğer şiddet şekliyle kim suçlayabilir?
Bu yüzden İslam dini ve Müslümanları incitmek istemeyen sizlerden, ister siyasetçi, ister gazeteci ister analitisyen olmak suretiyle İslamı terörizmle ilintileştirme gayretinizden vazgeçmenizi rica etmekteyim. İslam terörizmi, radikal islamizm, cihadizm ve buna benzer terimleri kullanmayın. Çünkü terörizm, radikalizm, fanatizm, aşırılık ve buna benzer demeniz yeterlidir.
İslam (Şeriyat) hukukunun değerlendirmesine göre güç sadece yasal mahkemenin kararına dayanarak ve savaş ile nefsi müdafa durumlarında, kesinlikle saptanan kural ve yasalar gereğince kullanılabilir.
İfade hürriyeti ya da öfke dili
“Charlie Hebdo” ve benzeri dergilerin küfürlü karikatürleri, Batılı medeniyetin sözde en değerli edinimlerinden biri olan ifade hürriyeti ya da basın özgürlüğü ile kendini özürlemekteler. Şüphesiz ki, özgürlük insanın varoluş yöntemi ve en önemli değerlerinden biridir. Bunun yanı sıra bir tarafın ilkesiz özgürlüğü ve sınırları ilkesiz şekilde belirlenmiş özgürlüğü kaçınılmaz olarak temel ilahi ilkelerin ihlal edilmesine, bununla birlikte diğer tarafın özgürlüğünün ve hakkının ihlal edilmesine sebebiyet vermektedir . Bu yüzden Batılı hukuk kuramcıları bir insan özgürlüğünün diğerinin özgürlüğüne kadar uzandığı konusunda hemfikir olmuşlardır. İslam için ise bu sadece insanlar arası ilişkilerin düzenlendiği düzenleme olarak kabullenmiştir.İslam anlayışına göre özgürlük gerçek ve prensipli açık alanın yasak sınırlarına kadar uzankadır ve bu gerçek insanlığın göstergesidir. Bu da Tanrı ile ilişkiler, kendi kendinle ilişkiler ve diğerleriyle ilişkilerde ifade edilmektedir. Adalet sisteminde bu kavram yegâne olarak kabul edilebilir. Çünkü bir bütünlüğü oluşturmaktadır, bir ilişkinin saygılanmaması diğer ikisinin de saygılanmaması demektir. Bu sırada Tanrıyla olan ilişkilerde kendi kendine ve Tanrıya karşı sorumluluk vardır. Diğerleriyle olan ilişkilerde ise sorumluluk adalet, kendi kendisi ve Tanrı önünde görülür. İnsan özelliğinde bu tür hukuksal düzenleme sorumluluğu özel olarak yapmakta. Bu sırada insan aynı esaslara dayanarak düşünceleri, diğerlerinin önünde söyledikleri ve yaptıkları için hesap yürütmelidir. Buna göre hiç kimse başkasının sorumluluğunu üstlenemez ve kendininkini başkasına aktaramaz.
Bu yüzden sınırlandırılmamış ve ilkesel sınırları saptanmamış özgürlük aslında adalette sapmalara (yanılmalara) , yanlış sosyal düzen ve anarşiye yol açar. Bu tür olumsuz duruma gelmememiz amacıyla ve insanlar arasında ahenk ile dengenin korunması için gelişmiş toplumda özgürlük sınır ile kaidelerini saptayan kanunlarla düzenlenir.
Her toplumun kendi sembolleri ve değerleri ve onların uygulanması konusunda kesin uygulama şekli vardır. Aksi halde o toplum ya da birlik tahmin edilemeyen davranışlara sahip kişilerin adi topluluğu olur. Dünyada günümüz jeopolitik sistem ve sınır bölünmeleri multietnik ve çok kültürlü gerçek açısından emsalsizdirler. Bu yüzden doğal olarak beraber yaşamak için kapsamlı şartlardan oluşan anlaşma ihtiyacı ortaya çıkmaktadır. Bu yüzden Avrupa ülkelerinin çoğu bireylerin ya da topluluğun önemli saydıkları şeylerin küçümsenmeleri durumunda yasal cezalar düzenlemişlerdir. Bu soruların yasayla düzenli olmadıkları yerde ifade özgürlüğünün nerede sona erdiği ve öfke dilinin nerede başladığını saptamak zordur. Oysa öfkeye neden olan her şeyin ifade özgürlüğünün edinimi olarak değerlendirilmesi de kesinlikle kabul edilemez.
Medyanın rolü
Medya faaliyetinin en önemli kurallarından biri medyanın olay ya da haber üretemeyeceğidir. Bu uluslararası kabullenen ilkeyi oluşturmakta, çünkü aksi halde bu tür medya karşısında her sistem çökmeye mahkumdur. Medyanın ilk ve en önemli rolü ise kamuya olay hakkında tarafsız bilgi sunmaktır. Belli olay hakkında farklı görüşler olması durumunda, ister haber ister analitik düşünce olsun, medya tüm tutumları temsil etmelidir. Her halükarda, olayın ya da belirtinin kamuoyu ile paylaşılması ya da analitik açıdan görüşülmesinde ki objektif tavrı bir medyanın etik ve profesyonel kalitesinin saptanmasında temel esası oluşturur. Öyle ki “Charlie Hebdo” ’nun objektif sunum ve analiz yapmadığı, haber ve olaylar ürettiği, neticesinde de feci sonuçlara sahip olayı da ürettiği kuşkusuz bir gerçektir.
İlk övünen
Her suç olayının incelenmesinde dikkat edilen ilk unsur o olayın kimin çıkarına olduğunu anlamaktır. Bu soruyu yanıtlamakla genellikle gerekçe saptanır. Ardından ise bu yasaya aykırı olayın suçluları da belirlenir.
Paris’teki korkunç olayla ilgili haberin dünya kamuoyunda yankılandığı zaman bence Müslümanlar ve özellikle bilinçli ve fazla sorumluluk sahibi Müslümanlar asla sevinmemiştir. İsrail Başbakanı Benyamin Netanyahu’nun verdiği demeç ise adeta övünmeye benziyordu. Korkunç olayı kınamakla birlikte Netanyahu, İsrail ve Avrupa’da terör saçan gerici güçlere karşı koymaları konusunda çağrıda bulunmuştur. Netanyahu’nun bu tür öfke çağrısına benzemeyen dünyanın önemli devletler liderlerinin kimi demeçleri ve siyasi karar ile davranışların sonucu olarak Paris’teki feci terörist saldırısının gayesini kısmen de olsa kavrayabiliriz. Şunu da özellikle unutmamalıyız ki, Fransa Parlamentosu bir süre önce Filistin devletinin tanınmasına değgin tavsiye kararını onaylamıştı. Bu hamlenin söz konusu olayla muhakkak ilintisi olduğu iddia edilemez, ancak göz ardı da edilmemeli.
Saldırıdan sadece bir ay önce Yahudi aile Rothschild’in sahipliğine geçen “Charli Hebdo” dergisinin sık sık Hristiyan ve Müslüman otoriteleriyle alay ettiğinin tesadüf eseri olup olmadığı bilinmemekte. Oysa dergi, Yahudi değerleri ve özellikle Musa (Moysie) Peygamberle asla alay etmemiştir, ki biz Müslümanlar için de söz konusu peygamberle de alay etmek de son derece rencide edicidir.
Almanya Şansölyesi Merkel’in Drezden ve Almanya’nın diğer bölümlerinde sağcı kuruluşların Müslüman ve diğer yabancılara karşı toplanmalarını kınaması ardından bu saldırının gerçekleşmesi tesadüf müdür? Avrupa’da siyasi ideolojilerin anlamını yitirdikleri bir gerçek olup, bu olgu Berlin Duvarının düşmesi ardından ciddi rakipleri olmadan kendi düşünce alanlarında ki faaliyet kapasitesini olumsuz etkilemekte.
Bu saldırının tüm bu sorularla ne denli ilgisi olabileceği yanıtını herhalde önümüzde ki dönemde alacağız.
Gerçi ne olmuştu?
Batılı ülkelerde siyasi güç merkezlerin inandırıcılığı konusunda tüm bildiklerimi göz önünde bulundurmama rağmen, Paris’te Fransa iktidar organları ve medyasından elde ettiğimiz tüm haberlere inanmam istikametinde ciddi neden bulamadım.
Batıda ya da Batının çıkarından olan yakın ve uzak geçmişten her hangi bir önemli olayı incelediğimiz halde, tüm bu olayların ortak özelliğinin üst düzey ikiyüzlülük olduğunu görmekte zorlanmayacağız. Bu yüzden olayın belirttikleri gibi olageldiğine neden inanalım sorusu kendiliğinden ortaya çıkmaktadır.
Bu ikiyüzlülük son zamanlarda o denli kaba oldu ki, belirgin çelişkiler olmasına rağmen açık sorulara yanıt verme sorumluluğunu hissetmemektedir.
Saldırının ardından sonra ki ilk günlerde görebildiğimiz video kayıtlarında Paris saldırısının sadece gizli istihbarat hizmetlerine ait üst düzey profesyonel reji ile gerçekleştiği sonucuna varabiliriz. Bunun kimler tarafından ve neden düzenlendiği ise ileride incelenmesi gerekecek.
On iki kişiyi öldürerek kaçmayı başaran üst düzey eğitime sahip teröristin olay yerinde kimlik belgesini unutması şaşırtıcı değil mi?
Medyanın saldırıda öldürülen on iki kişinin görüntülerini neden vermediği sorusu da asla göz ardı edilemez.
Biz Müslümanlar için kamuoyunda beliren tüm bu veriler karar taşıyıcı önem taşımamaktadır. Çünkü katliam kim tarafından yapılırsa yapılsın, kutsal insan ilkelerinin taciz edilmesiyle gerçekleşir ve bu olgu kaygı vericidir. Bireylerin işledikleri kanlı suikastı Fransa vatandaşlığına sahip vatandaşlar işlemişse, gerçeğin ortaya çıkarılması ve mağdurların çıkarlarının muhafaza edilmesi için Fransa’nın yetkili makamları olayı aydınlatmakla sorumludur. Olayın terörizm olayı olarak nitelendirilmesi söz konusu ise, belirttiğimiz unsurlardan sadece birkaç veri bunun terörizm eseri olabileceğine işaret etmekteler, ancak bu terörizmin arkasında son günlerde belirtildiği gibi Müslümanlar yoktur. Eğer öyleyse, o zaman korkunç bir olayla karşı karşıyayız.
IŞİD ya da El Kaide
İlk haber Irak Şam İslam Devleti örgütü temsilcilerinin Paris saldırısını üstlendikleri yönündeydi. Böylelikle o anlarda görüldüğü gibi çember kapandı ve suçlu bulundu. Sadece birkaç gün sonra trajikomik bir şekilde, Yemen’de El Kaide temsilcilerinden birinin örgüt adına Paris saldırısı sorumluluğunu üstlendiğine değgin video kaydının yayınlandığı haberini aldık. Bu iki örgüt ilişkilerini tanıyanlar iki örgütün uzun zamandır birbirlerine düşman olduklarından ötürü bu saldırıyı beraber gerçekleştirdiklerini aklından bile geçirmemekteler. Her iki tarafın üstlendiği sorumluluğun ne denli ciddi ve geçerli olduğu, bunun kimin çıkarlarının lehine olduğu ve bu olayın neticesinin ne olacağını saptamak zor. Ancak şunu rahatlıkla belirtebiliriz ki, en ilkel hukuk sisteminde bile bu iki tarafı aynı suç olayı için birlikte yargılamak imkânsızdır. Bir gerçek var ki, bu terör olayları kimi global çapta çevrelerin de lehinedir. Halka yönelik terör, Müslümanlara yönelik terör, farklı düşünen birey ve topluluklara yönelik terör ile tüm kutsal prensiplere yönelik terör, tüm bunlar kesinlikle Müslümanların lehine değildir.
Yine de, IŞİD ya da El Kaide sorusu ortada var? Her ikisi de olmazsa belki bunlardan biridir. Belki de hiçbiri değildir. Her iki hususta bu belki gerçek ve ya yalandır.
Sorgu komiserinin intiharı
Paris saldırısından sadece birkaç gün sonra bu saldırıyla ilgili sorguyu uygulamakla görevli polis komiseri Herlic Fredou’nun kendi ofisinde beklenmedik bir anda intihar ettiği haberini okudum. Kısa ve önemsiz yerde yayımlanan haberde bu hareket komiserin uzun zamandır yaşadığı kronik depresyon hastalığıyla açıklanmaktadır. Öyle ki, en korkunç terörist saldırılardan biri için kronik depresyon hastası olan bir komiserin tayin edildiğine inanmak için bilincin o denli düşük seviyeye düşürmek ve bunu gerçeği kabul etmek mümkün müdür? Belirttikleri gibi sözde komiser gördüklerine dayanamamış ve hayatına kıymıştır. Haber yapılandırılmış şekilde kasten kamuoyuna sızdırılmıştır ve olayın intihar mı yoksa Avrupa’da ve daha geniş coğrafyada Müslümanlara karşı yürütülen bu vahim kampanyanın tüm rakiplerinin terörize edilmeleri, bunun sonucunda da İslamofobların kontrol edilemelerine sebebiyet vermek için belirgin bir tehdit mi olduğu henüz saptanmamıştır. Fredou’nun gerçekten neler gördüğü ve görüp görmediği sorusuna yanıt alıp almayacağımızı bilmiyorum. Belki de amirlerinin hoşuna gitmeyen şeyleri görmüştür.
Birkaç milyonluk tiraj
On iki iş arkadaşının, Müslümanların duygularına hakaret ederek Muhammed S.A.V.’in karikatürünü çizmelerinden dolayı öldürüldüğünü düşündüğünde Charlie Hebdo editörünün neler hissettiğini anlayabilmek mümkün müdür. Yaşanan trajedinin hemen ardından yayınlanan derginin ilk sayısında, yeryüzünde ki bir buçuk milyar Müslümanı tahrik ederek Allah Resulu’nun karikatürünü yayınlama cesaretini bulan bu adam nasıl bir maddeden yaratılmıştır acaba. En özgürlükçü insanların bile bu olayı inandırıcı bulmaları çok zordur. Charlie Hebdo’nun editörü basın toplantısında gözyaşları içinde derginin yeni sayısını açıklamıştı. Acaba bunlar ne tür gözyaşlarıydı?!
Bu kanlı temsilin amacı çağdaş dünyada bir dergi tirajının 30.000’den 5.00.000’e çıkarılmasıdır. Ne denli marazi yankı uyandıracağı umrumda değil, ancak özgürlükçü yanım bu kanlı tiyatro temsilinin çağdaşı olmamın etkisini tenzih etmeme müsaade etmiyor.
Vatandaşlar ve diğerleri
Roma İmparatorluğunun yazılı belgelerde belirtilen özelliklerinden biri “imparatorluğun kendi sınır, vatandaş ile sanatını koruduğudur”. Bu unsur, geniş coğrafyaya yayılan ve multi etnik ahaliye sahip imparatorlukta, vatandaşın Roma vatandaşı olmayana kıyasla öncelliğe sahip olduğu global düzenleyiciydi. Nitekim, kendine özgün sınıf bölüşümü de iç düzenleyici kontrol unsurunu oluşturmaktaydı. Roma’da belli hakları taahhüt edilmiş özgür vatandaşlar ve köleler vardı. Köle sınıfı hiçbir hakka sahip olmayan, imparatorluğunun ayrılmaz bir bölümü ve Roma vatandaşların sahipliğinde olan bir sınıftı. Bu tür yasal ayırım kronolojik olarak Orta Çağa kadar uzanan bir antik imparatorluk için belki de mantıksaldır. Oysa günümüz demokrasi, insan hakları ve eşitlik naraları atan Batılı uygarlığın aslında bu alanda Roma imparatorluğundan fazla uzaklaşmadığı görülmektedir. Paris’te ki kanlı saldırının tepkileri bunu bize hatırlatmaktadır. Paris’te ünlü devlet adamlarının önderliğini yaptığı milyonluk katılımlı protesto ve modern dünyanın terörizme karşı kararlılığı sadece fanatik terör önünde diz çökmeme cesaretinin etik değeri olarak görülebilir. Aynı günde Yemen’de 30’u aşkın çocuk, bundan önce Pakistan’da 100’ü aşkın çocuk, son birkaç yılda Suriye ile Irak’ta 1 milyondan fazla insan ve geçenlerde Gazze ve Filistin’de çok sayıda çocuk ve masum insan öldürülmeseydi bu belki böyle gözükebilirdi. Gazze ve Filistin’de ki cinayetler ise bu batılı dünyanın gözleri önünde ve hoş görüsüyle işlendi. Merkez (Orta) Afrika ve Miyanmar’da ise binlerce kişi sadece Müslüman olduklarından ötürü öldürülmekte ve asla bir protesto ya da kınama sözü bile olmamaktadır.
İkiyüzlülüğün Batı ideolojisinin ayakta kalabilmesi için dominant unsur olarak kalmasına devam edilmesi durumunda, arkalarında ki güçlü medyatik, ekonomik ve askeri imkanlar bile kendilerine yetmeyecektir.
Sırada ki kim?
Bu saldırıların önemli sonuçlarından biri de İslam ve Müslümanlara karşı geniş bir cephenin oluşturulmasıdır. Bu tür olaylardan sonra özellikle zengin petrol yedeklerine sahip Orta Doğu’da ki Müslüman devletlerinden birine sıra gelebilir.
Paris’te Charlie Hebdo dergisine yapılan saldırının ardından terörizme karşı savaş parolasıyla Fransa silahlı güçlerinin Müslüman ülkelerine yapılacak olan muhtemel saldırılara katılışına karşı bu ülkede muhalefet olmayacaktır.
Bu mantığı izleyerek terörist eylemlerinin bundan böyle ki hedefinin Roma ya da Berlin olacağı tahmin edilebilir.
Resulullah’ın simasının karikatür edilmesi
Muhammed s.a.v. , müşriklerin en kaba küçümsemelerine cevap olarak :“Bırakın, o kendi hakkında konuşuyor” şeklinde cevap vermiştir. İslam bilgisine dayanarak Muhammmeds a.s. tüm Müslümanlar ve inananlar için şefaat imkanına sahipmiş ve bu bir nevi koruma gücünü de temsil etmektedir. Buysa, onun asla bizim korumamıza muhtaç olmadığı anlamına gelmektedir. Allah C.C. Kuran’ı Kerim’i koruyacağını taahhüt etmiştir. Muhammmed s.a.v. da sahih hadise göre Kuran’ın canlı örneğidir ve Allah C.C.’nin taahhüdü onu da kapsamaktadır.
Allah’ın en sevgilisinin şahsiyeti ve eseriyle alay edilmesi, manevi boşluk içerisinde olan karikatürcünün aslında bilinçsiz bir şekilde kendi ruh halinin vahim resmidir.
Neden Charlie Hebdo değilim ve olamam
Belli belirtilere işaret etmek amacıyla kullanılan yerginin kabul gören bir sanat ifadesi olmasına rağmen, dinim olan İslam bana hiç kimseyi küçümsememi müsaade etmiyor. Doğrusu başkalarıyla olan ilişkilerimde bu tür davranmamı kesinlikle yasaklıyor. Bu doğrultuda Kuran’da şöyle denilmektedir :”Onların Allah’tan başka yalvardıklarına sövmeyin ki, onlar da bilmeyerek sınırı aşıp Allah’a sövmesinler” (El-En’am, 108)
Bir derginin bu veya diğer şekilde karikatürle belli toplumsal olumsuzluğa işaret ettiğini anlayışla karşılayabilmeme rağmen, son Allah elçisi Muhammed s.a.v. ‘in şahsiyeti ve eserinin hangi özürlemeye istinaden yergiye tabii tutulduğunu asla anlamıyorum. Çünkü şimdiye kadar en büyük düşmanları bile ona eleştiri ya da yergi sebebi bulmamıştır.
Paris’te ki sözde İslami terörizm suçlamasıyla İslam ve Müslümanlara karşı atılan histerik nutukların görülmesi gereken ancak daha az önemli olan amacı, az sayıda ki özgürlükçülerin, özellikle de cesur Müslümanların bilincinin köleleştirilip “Hepimiz Charlie Hebdo’yuz” ifadesiyle hızlıca terbiye edilmesiydi. Ancak “Hepimiz Charlie Hebdo’yuz” çağrısının asıl amacı aslında olayın suikast değil terör saldırısı olarak yasal meşrutiyetini kazanmasıdır. Böylelikle eğer hepimiz Charlie Hebdo olursak darbe birilerine “yanlış” yapan bir yapıya vurulmayacak, Charli Hebdo olan bizlere odaklanmış olacaktı. Emsali görülmemiş nutkun etkisi olarak, birçok Müslüman korku ya da düşüncesizlikten, belki de bu olayın ardından gelebilecek intikam duygusunu yumuşatmak amacıyla “Ben Chalie’yım” mantrasına eşlik ettiler. Bunun sonucu da Paris’te ki kanlı terör saldırısını kınamaktı. Öyle olsa bile bu, dini değerlere küfrü daimi olarak yayan bu dergiyi desteklemek anlamına gelmekteydi.
Bu yüzden ben asla Charlie Hebdo olmayacağım, çünkü hiç kimseyi rencide etmeyi ve öfkeyi körüklemeyi istemiyorum.
Kötü tiyatro
Hayatımda sadece bir kez tiyatro sahnesinde kan akıtılmasını gördüm. Bu Hitler iktidarı altında bir filimde olagelmişti. O filmde sözde cambaz insanı testere ile yarıdan ikiye kesmeliydi ve her sahnelenişinde seyircinin alkışları arasında bu sahne tekrarlanmaktaydı. Artık dünyanın hiçbir yerinde hiçbir tiyatroda kan döküldüğünü işitmedim.
Eğer Paris’teki tüm bu yaşananlar bir oyunsa, kötü hazırlanmış ve daha da kötü sahnelenmiştir.
Muammer Efendi Zukorliç: Sancak Müftüsü