Mısır'ı yazıyor, çiziyor, konuşuyoruz. Gün geçmiyor ki Mısır'ı Türkiye ile Mursi başkanlığını da AK Parti Hükümeti ile özdeşleştirmeyelim. Mısır'da meydana gelen darbe ile yüksek düzeyde bir empati ve hatta duygusal bir bağ kuruyoruz. Ancak garip olan Türkiye'de darbe dönemlerinde verilmemiş tepkilerin Mısır'da Mursi yanlılarınca verilmesini diliyor, hatta duruşa geçtikleri direnişte onlara şehadet mertebesini vadedecek kadar ileri düzeyde cüretkarlıkta bulunuyorz.
Ne var ki, söz konusu karşılaştırmalar iki ülkenin ekonomi-politiği ve sosyo-politik şartları ile Müslüman Kardeşlerin siyasal İslam tecrübelerine bakıldığında karşımıza farklı analizleri gerektirecek bir resim çıkıyor. Mısır'da bugün meydana gelen darbe Türkiye'de 1960 darbesinin şartları kadar ağır şartlarda meydana geldi. Ülke hem anayasa ve kanunlar çerçevesinde hem de ordunun devlet ve toplumla olan ilişkisindeki vesayeti bakımından Türkiye'nin 1960'lardaki halini anımsatmakta. Orduya güven Türkiye'de olduğu gibi çok yüksek oranlarda. Ancak Türkiye'den farklı olarak Mısır ordusu toplumundan kopuk, Mısır halkı ile merkez-çevre uzaklığında, elitist bir ordu olmadığı gibi dini ve dini faaliyetleri irticai faaliyetler olarak tanımlayan bir erk değil. Bilakis, Mısır ordusu, bütün Orta Doğu bilincinde İsrail ile savaşmış mücahit bir ordu. Dahası 2011 devriminde halkı ile bütünleşerek, ülkenin diktatörüne karşı halktan yana olmayı başarmış, dolayısıyla devrimin paydaşı bir ordu.
Diğer taraftan Mısır'ın şartları 1960larda gezerken reel zaman dilimi 2013'ü göstermekte. Dünya siyaseti "darbeler çağının kapanıp, demokrasiler çağının açıldığı" bir bin yılın ikinci onyıllık evresinde. Öyleyse devrim sonrası demokratik seçimlerle işbaşına gelmiş Mursi hükümetinin darbe ile devrilmeye kalkılması Mısır ordusu açısından Mısır'ın sosyo-ekonomik koşullarından çok daha geriye düşüyor. Zaman ve yer ilişkisi bağlamından bakıldığında darbeye boyun eğilmesi bu gerici düşünce ve yönetim sistemlerine boyun eğmekten başka bir şey değildir. Darbe hem Mısırlılar tarafından hem de dünyanın geri kalanınca en açık şekilde tanımlanmalı, kınanmalı ve kurulacak olan darbe hükümeti ile tüm siyasi ve diplomatik ilişkiler dondurulmalıdır. Böylece kurulacak çağdışı hükümetin eli kolu bağlanacak, bütün hızıyla kendini lav edecek ve yerini halkın iradesi ile oluşacak yeni yönetime devredecektir. Doğrusu bu bağlamda diğer ülkelere Mısırlılardan daha fazla görev düşüyor.
Müslüman Kardeşlerin siyasal İslam tarihine bakıldığında da Türkiye'deki siyasal İslam'ın geçmişi ile pek çok farklılıklar karşımıza çıkıyor. 1928 yılında Hasan el-Benna liderliğinde kurulan Müslüman Kardeşler hareketi bütün İslam alemindeki İslamcılık hareketlerine ilham kaynağı olmuş, söylem ve politikalarının belirlenmesinde fikri kaynaklık etmiştir. Özellikle 1960lardan sonra Türkiye'de cereyan eden tercüme hareketlerine pek çok Müslüman Kardeşler üyesinin düşünce ve eserlerinin Türkçeye tercümesi kaynaklık etmiştir. Türkiye'de Milli Görüş hareketi de hem Türkiye'deki hem de Mısır'daki baskı rejimleri nedeni ile Müslüman Kardeşler örgütü ile açıktan ilişki kuramadıysa da her zaman gizli bir dirsek temasında olmuştur. Ancak Müslüman Kardeşler Nasır döneminden, Sedat ve Mübarek dönemlerine kadar her dönemde ağır baskılar ve yasaklamalar altında sadece sosyal bir örgütlenme olarak kalabilmiştir. Bu baskılar nedeni ile 2011 devrimine kadar siyasi parti örgütlenmesine gidememiş, bugüne kadar bir seçim beyannamesi yazmamış, parti programı hazırlamamış ve devlet mekanizmaları içerisinde tecrübe edinememiş bir örgüt olarak karşımıza çıkmakta.
Türkiye ve diğer Müslüman ülke örneklerinde ise İslamcı hareketler siyasi bir parti olarak örgütlenmiş, sistem içi yer almış ve az ya da çok devlet ve yönetim tecrübesi edinmiştir. Özellikle Milli Görüş ve bugünkü AK Parti saflarında yer alan pek çok siyasi aktör için bu geçerlidir. Mısır'ın Müslüman Kardeşleri belki diğer bütün ülkelerdeki İslamcı partilerden daha güçlü bir örgüte sahip olsa da ağırlıklı olarak bir sosyal örgütlenme modelidir ve ülkede çok önemli dayanışma projelerine imza atmıştır. Diğer taraftan İslamcılığın felsefesi, itirazları, söylemleri ve izlemesi gereken politikaları üzerine yüklü bir külliyat oluşturmuştur. İlk siyasi partisi Özgürlük ve Adalet Partisini Nisan 2011'de kurmayı başarmış, bundan önce Mübarek döneminde son iki seçimlerde Türkiye'de ilk kez Necmettin Erbakan'ın 1969 seçimlerinde izlediği yolu izleyerek "bağımsız milletvekilleri" çıkararak Parlamentoya girebilmişti.
Bu bağlamda Müslüman Kardeşlerin Mısır'da bugün meydana gelen olaylarda çok güçlü bir manevra kabiliyetine sahip olması beklenemez. 27 Nisan muhtırası ile seslendirilen askeri darbe girişimi karşısında Türkiye'de 27 Nisan muhtırasına gösterilen duruşu Mursi yönetiminden beklemek Mısır realitesine uymaz. AK Parti'nin 27 Nisan muhtırasına karşı sergilediği cesur karşı duruş uzun yıllar verilen sistem içi mücadelelerin, tecrübelerin ve tabii AK Parti içinde kurulmuş olan doğal koalisyonun bir neticesidir.
Üzerinde durulması gereken bir diğer konu ülkenin ekonomi-politiğidir. Mısır ordusunun ekonominin her alanı ile bağı olması; turizmden, inşaata, bankacılıktan sanayie her sektörde varlık göstermesi orduyla toplumu da ister istemez organik bir bağ içerisine sokmakta. 28 Şubat'ta Türkiye'nin de karşılaştığı bu durum (Opet, TÜSİAD ile kurulan yakınlıklar vs) Mısır'da 'var olmayan' orta sınıf farkı ile karşımıza çıkıyor. Başka bir ifadeyle, 28 Şubat Türkiye'sinde orduya rağmen 1980lerden beri yükselmekte olan bir orta sınıf, küçük ve orta ölçekli işletmelerin çokluğu ve hatta medyadan sanayie hemen her alanda güçlenmekte-zenginleşmekte- ve söz sahibi olan muhafazakar bir kitleden söz edebilmekteyiz. Öyle ki 28 Şubat'ın ağır kuşatmacı şartları altında dahi kendi medyasında tüm itirazlarını dile getiren, hatta orduyu mahcup duruma düşürecek belgeleri yayınlayabilen bir kesim ve bu kesimin sözcüleri mevcuttu. Buna rağmen Türkiye'de İslamcılar, muhafazakarlar veya toplumun geniş kesimleri darbeye bugün Mısırlılardan bekledikleri gibi bir karşı duruş sergileyememiş; kanlı bir Türkiye geride bırakmaktansa yumuşak bir geçişi tercih etmişlerdir. Ve kim ne derse desin bu bilinçli bir tercihtir.
Bugün ekonomik bağımsızlığını ve gücünü yakalayamamış Mısır halkının darbe karşısındaki duruşu ancak bir onur savaşıdır. Üstelik ekonomik gücü olmayan bu kitlelerin onur savaşı çok daha kutsaldır. Ancak çok ciddi bir tehlike beraberinde gelebilir. Mısır'ın içine çekilmeye çalışıldığı iç savaş senaryolarında birileri bu kitlenin eline silahı tutuşturabilir. Zira karşınızda eli silahlı bir ordu var. Silaha karşı direnmek bir an gelir ki silahla olabilir. Sağduyusuna bu bağlamdaki derin tecrübesine güvendiğimiz Müslüman Kardeşler içerisinde bile denize düşüp bu yılana sarılacaklar çıkabilir.
Zaten "radikal İslam" olarak dünya kamuoyuna her dakika lansmanı yapılan bu imaj eli silahlı bir MK üyesi ile perçinlenmeye çalışılabilir. Suriye'de Batı tarafından desteklendiğine inanılan Esad karşıtı muhaliflerin bile insan boğazlayan görüntüleri servis edilmedi mi? Esad düşerse yerine geleceğinden korkulan "radikal İslamcılar" ın korkusundan Esad'ın gitmesi geciktirilmiyor mu?
Bütün bunlar hesaba katıldığında Müslüman Kardeşlerin darbeye karşı duruşunun Mursi'nin serbest bırakılması karşılığında önümüzdeki seçimlere katılmayacağını ilan etmesi düzeyine kadar çekilebileceğini düşünüyorum. Böyle akl-ı selim bir duruş Müslüman Kardeşleri bugün olduğu gibi uzun vadede de Mısır siyasetinin vazgeçilmez bir siyasi aktörü yapacağı gibi onun Mısır'ın bugünkü ağır ekonomik ve politik koşullarından sıyrılıp çıkmasına da yardımcı olabilir. Konunun pek çok uzmanı daha önce de keşke bu ilk seçimlere Mursi girmeseydi, bu enkazın yükünü çekmeseydi derken aslında bugünün fotoğrafını çekiyordu.
Yıllarca mensuplarının zindanlarda çürüdüğü ve büyük bedellerle bugünlere gelmiş, bütün Müslüman ülkelerdeki İslamcılık hareketlerine önderlik etmiş Müslüman Kardeşler hareketinin şanlı tarihine gölge düşmesine sebep olacak silahlı bir direnişe dönüşmek Müslüman Kardeşler için hazin bir son olur. Bir de bu gözle görmeye çalışalım!