Anayasa Mahkemesi (AYM), 9 Şubat 2008 tarihli ve 5735 sayılı Yasa ile Anayasanın 10. ve 42. maddelerinden yapılan değişikliklere ilişkin 1. ve 2. maddeleri 5 Haziran 2008'de yaptığı görüşmede iptal etti.
Türkiye'nin gündemi de bir anda değişti.
Aynı gün başlayan tepkiler sürüyor.
Bu karar ve tepkiler, beni geçen hafta başladığım yazıma ara vermeye zorladılar.
Hemen belirteyim ki, AYM'nin bu kararı konusunda sağlıklı değerlendirmeler yapabilmek için kuşkusuz gerekçeyi beklemek gerekir.
Ancak şu bellidir: Verilen karar, 'iptal kararı'dır.
Kararın bu niteliği gözetilerek kimi değerlendirmelerin önceden yapılması elbette olanaklıdır.
Bu yazımda karar dolayısıyla sergilenen kimi kavramsal / terimsel yanılgılar ile yanlış yaklaşımları ele almak istiyorum.
Karar dolayısıyla çoğu kimse 'yüksek mahkeme'den söz etti, ediyor. 'Yüksek', bu arada 'yüce' nitelikleri saygı anlatımı olarak yerinde. Ancak hukuk (bilimi) açısından 'yüksek mahkeme' terimi yanlış.
Bir hukukçu olarak, bu yanlışlığa düşmemek kaygısıyla, ben doruktaki üç yargı organının başına ya 'yüce' sözcüğünü getiriyorum ya da onlardan 'yüksek yargı organı' diye söz ediyorum.
Çünkü, 'yüksek mahkeme', teknik bir terimidir ve genelde Anglo-Sakson hukuk sisteminde geçer.
Bir yargı organının 'yüksek mahkeme' terimi içinde değerlendirilebilmesi için, her şeyden önce Anayasaya uygunluk, adli ve idari yargı denetimlerini, yani AYM, Yargıtay ve Danıştayın yetkilerini birlikte kullanabilmesi gerekir. Ayrıca yüksek mahkemeler, 'istinaf yetkisi'ne de sahiptirler.
Bunun dört önemli sonucu vardır: 1-'Normlar sıradüzeni'nde bir normun üst norma aykırılığını, ilk yargı organlarının çözebilmeleri. 2-Bu nedenle yargılamanın uzamaması ve gecikmemesi, 3-Yargının verdiği kararın af yasalarıyla bile olsa yasama organınca ortadan kaldırılamaması. 4-Yargı erkinin çok güçlü olması.
Bu mahkemeler, bir başyargıç ile tek ve onlu hanelerle anlatılan yüksek yargıçlardan oluşurlar; yılda 50 ila 200 arasında değişen davaya bakarlar. Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti, Kanada yüksek mahkemeleri gibi.
Benimsediğimiz Kara Avrupası sisteminde ise, teknik anlamda yüksek mahkeme yoktur. Anayasaya uygunluk denetimini AYM, adli yargı denetimini Yargıtay, idari yargı denetimini Danıştay yapar. Yetki alanları kesinkes ayrılmıştır. Hiçbirinin istinaf yetkisi yoktur. Özetle her yıl binlerce davayı inceleyen bu yüce mahkemelerin hiçbiri teknik anlamda yüksek mahkeme değildirler. Anayasa, Alman Anayasasından esinlenerek bu terimi kullanmakla yanılgıya düşmüştür.
Bunun da, yukarıdakinin tersine işleyen dört önemli sonucu vardır: 1-'Normlar sıradüzeni'nde bir normun üst norma aykırılığını, ilk yargı organlarının çözememeleri. 2-Bu aykırılık iddiası karşısında ilk yargı organının önünde iki seçenek vardır: Ya iddiayı yersiz bulup reddeder ve aykırılığı ileri sürülen normu uygular ya da iddiayı yerinde bulur. Bu ikinci durumda o normu uygulamadan alıkoyamaz. Değerlendirmesi için ilk yargı organı iddiayı yetkili yargı organına yollamak ve onun kararını beklemek zorundadır. Bu ise zaman alacağından yargılamayı uzatacak ve geciktirecektir. 3- Yargının verdiği kararın yasama organınca af yasalarıyla ortadan kaldırılabilmesi. 4-Bu yüzden yargı erkinin çok güçlü olmaması, özellikle yasama erki karşısında zayıf düşmesi.
Kimileri, AYM'nin en yüksek mahkeme olduğunu söyledi, söylüyor. Yanlış. AYM, asla Yargıtay ve Danıştayın üzerinde ve en yüksek mahkeme değildir. Bunlar, yetki alanları belli, birbirine eşit üç ayrı yüksek yargı organıdırlar. 1961 Anayasası yapılırken, Yargıtayın anayasal sıralamada öne alınması önerisi üzerine bu eşitlik ilkesi özellikle dile getirilmiş, AYM ile ilgili anayasal hükümlerin önce kaleme alınmasının eşitliği asla bozamayacağı vurgulanmıştır.
411 oy, 11 oydan çoktur yaklaşımı, matematikte doğru, hukukta yanlıştır. Çünkü, doğrunun / gerçeğin sayısal boyutu yoktur. Esasen, TBMM'deki oylama ile AYM'deki oylamanın nitelikleri / özleri birbirinden çok başkadır.
Hukuk ya da yargı, birilerine karşı bir silah gibi kullanılamaz. Böyle bir yaklaşım, son derece yanlıştır. Çünkü, hukuk hakları ve özgürlükleri belirler; yargı da hukukun ne dediğini söyleyerek uyuşmazlıkları çözer. O kadar.
Bu dava, bir iptal davasıdır. AK Parti'yi kapatma davası ise, Ceza Yargılama Yasasının uygulandığı bir tür ceza davasıdır. İki davanın özleri birbirinden ayrıdır. Verilen iptal kararı, AK Parti'yi kapatma davasındaki iddialardan yalnızca biriyle ilgilidir. Ancak öbür iddialarla birlikte, laiklik karşıtı kararlı bir biçimde sürdürülen ya da yoğunluk taşıyan davranışların odak olması konusunda bir önemi vardır. Ama bir başına önemi yoktur. O kadar. Bununla birlikte, söz konusu iddia, iptal kararıyla birlikte, hukuk açısından güçlenmiştir. Gerekçe yayımlandığında bunun derecesi daha iyi anlaşılacaktır.