Tarih neyimiz olur? Bu kışkırtıcı sorunun cevabı tarihin değil bugünün ve yarının hükmüne işaret eder.

Tarihi hafızadan yoksun toplumlar, tarihi derinliği olmayan devlet ve gelenekler su üstüne yazı yazmakla meşguldür.

Tarihi niçin okuruz; tarihe neden müracaat ederiz? Geçmişi öğrenmekten çok, geleceği okumak için tarihe başvurmak gerektiğini söyleyebilirim.

Tarihi doğru okumak bize tarih bilincine sahip olmayı kazandırır. Tarih bilinci her kültüre, her topluma, her coğrafyaya nasip olmaz; zaferleri ve hezimetleriyle, hataları ve sevaplarıyla topyekun geçmişin yükünü birikime, bilince dönüştüren farklılık durumu ve farkındalıktır.

Tarih bilinci, tarihi mutlaklaştırmadan, tarihi olguları anlama ve anlamlandırma cehdidir. Yargılamadan önce anlamaya çalışır, anakronizme düşmeden yarına ışık tutmayı sağlar.

Tarih bilinci; tarihin geleceğe tuttuğu ışığı körelten, tarihi idealize eden 'şanlı tarih okuması' ile bir arada gelişmez.. Tarihi mutlaklaştırıp idealize etmek de toplumu bir tür tarihsizleştirmektir.

Tarihe takılmakla tarih bilincine sahip çıkmak arasındaki ince çizgi, ölçü sahibi olmaktır.

Tarihi reddeden bir tarih okuması ise; tarihsel referansları anlamaktan çok yargılamaya çalışır. Tarihsizleşmek, yani tarihe takılmak, zihinsel dinamizmi öldürdüğü gibi hatırasız ve hafızasız kılar, yani içe kıvrık hale dönüştürür.

Tarihin idealize edilmesiyle tarihin mahkum edilmesinin tarihsizleştirme çizgisinde buluşması yeterince uyarıcı olmalı.

Tarihin yaşadığımız anı anlama ve anlamlandırmada nasıl ayak bağı olabileceğine tipik örnek; bölgede yaşanan gerilimleri, çatışmaları, uluslararası boyuttaki dengeleri tarihi mutlaklaştırarak değerlendirmek ve tarihsizleşmek... Suudi prensi İran ve Batı arasındaki nükleer anlaşmayı (ittifakı değil) bakın nasıl yorumlamış: 'İran tarihsel olarak büyük bir tehdit. Pers imparatorluğu her zaman özellikle Sünni Müslüman Arap imparatorluklarına karşı oldu. Tehdit İsrail'den değil İran'dan geliyor.'

Tarihsel süreklilik, tarihten ders alma adına tarihe takılıp kalarak düşülen çağdaş sefalet. Teolojik anlamda tarihi atlayan, geleneği yok sayan Suudi anlayışının paradoksal olarak bu konuda tarihe takılı kalmasının zırvalığı bu olabilir. Sekter bir tarih yorumuyla bugünü yorumlamaya kalkan anlayış, İsrail realitesini (Siyonist tehdidi, işgali, nükleer bombaları) yok saymak gibi bir saçmalığa düşebilir.

Benzer tarihsizleşme saçmalığı tarihin idealize edilmesinde de görülür. 'Şanlı tarih' yaklaşımı ile idealize edilen tarih okuması, tarihi reddederek toplum bilincini tarihsizleştiren anlayışla benzer kapıya çıkıyor. Savunduğu değerleri bir yana bırakarak tarihi idealize etmek tarihi savunulamaz, ibret alınamaz hale getiren bir körlük, tersinden hafızasızlık getiriyor.

Vahşi kapitalizmin emperyalist devletle işbirliği içinde Batı dışı ülkeleri sömürdüğü tarihsel gerçekliği ile bakıldığında Suudi Arabistan gibi Batı'ya 'hayat' pompalayan ülkelerle Batı'nın Ortadoğu'daki hançeri İsrail'in adeta kenara itilmesini anlamlandırmakta güçlük çekenler, tarihi Fars-Arap mücadelesiyle, hatta Sünni-Şii çatışmasıyla açıklayacaktır. Bu arada İsrail'i de bir tür mağdurlaştıran bu tarihselcilik İsrail ile kurulan ittifakı da kendiliğinden masumlaştırmış olur.

Oysa finans kapitalizminin küreselleşmesi, ulusdevletle kurduğu ilişkinin yeniden şekilleniyor oluşu gibi dönüşümleri kavramadan kapitalist sömürü ezberi olayları açıklamaya yetmiyor. Ticari olarak iç içe giren ABD ile Çin ilişkisi, normalde kapışmaları gereken son krizde, devletlerin tiyatroya dönüşen gösterisinden ileri geçemiyor şimdilik. Benzer bir şekilde, Türkiye'nin de kurduğu stratejik ittifaklarla küresel sermayenin ilgileri her zaman örtüşmeyebiliyor ve ulusdevlet-sermaye çıkarları ezber bozacak biçimde her zaman paralel yönde gelişmeyebiliyor. <<<DEVAMI>>>