Bush, Irak işgalinden 2004'teki seçime dek, Irak'ta zombiye dönen istihbaratçılardan 'Saddam'ın kitle imha silahlarını' kısa sürede bulmalarını talep etti. Bu süreçte deneyimsiz ajanlar kullanıp skandallara imza atan CIA'in, İran'ın nükleer projesine dair doğru istihbarat alması da zorlaştı

Irak'ta kitle imha silahları aramak son derece rahatsız edici bir deneyimdi. Irak Araştırma Grubu şehrin güneyindeki Bağdat havaalanında bulunan askeri bölgede üs kurmuştu. Orada iki dönem çalıştım; önce 2003'teki ABD işgalinin ardından, daha sonra da 2004'te. İstihbarat savaşının cephedeki askerleri olarak bizler bu alanda yapılan bir dizi hatayı ilk elden gördük.
Bağdat'a vardığım zaman bana kitle imha silahları üzerinde çalıştıkları söylenen Iraklıların isimlerinden oluşan bir liste verildi ve bu isimlerden mümkün olduğunca fazlasını en kısa sürede sorgulamam istendi. Olabilecek en iyi yöntem bu değildi. Yeni patronuma "İşimi hızlı veya iyi yapabilirim ama her ikisini aynı anda yapamam" dedim. İsim listesiyle körlemesine yol bulmaya çalışılabilirdi ama bu zaman alırdı. Saddam Hüseyin'in gerçekten nelere sahip olduğunu bulmak için söz konusu kitle imha silahı programındaki Iraklı yetkililerle kişisel ilişki kurmamız gerekiyordu, ki istihbaratçılığın temel taşı budur.

CIA 'Das Boot'a döndü

Belki ilginç gelecek ama CIA bal kullanarak, sirke kullanarak olduğundan daha fazla sinek yakalayabileceğinizi öğretir; zira zorla ele geçirilen bir kaynak isteksizce bilgi sağlar, başka bir nedene gerek kalmaksızın sadece kininden dolayı size mümkün olduğunu düşündüğü her an yalan söyler.
Yasadışı kitle imha silahları programına karışmış birini açılmaya ikna etmenin zaman alacağını biliyordum. Sorgulananların hapse girmeyeceklerine, CIA'le görüşmelerinin asilerin eline geçmeyeceğine ve dürüst olmalarının gelecekteki iş bulma şanslarını yok etmeyeceğine inanmaları gerekiyordu. Irak'ın daha önceki kitle imha silahı programına dahil olan savunma şirketlerinden oluşan bir grup konumundaki Irak Askeri Sanayi Komisyonu'nun üst düzey bir üyesi üzerine odaklanmaya karar verdim. Söz konusu yetkiliyle görüşmelerim şikâyetler resitali şeklindeydi ama CIA soruşturma görevlilerini bıkkınlık geçirseler bile son derece kibar olmaları için eğitir. Beni en çok bezdirense, sürekli olarak "Baas Partisi'nin tasfiyesi bir felakettir" demesiydi. Ben de "Biliyorum" diye karşılık veriyordum. "Irak Ordusu'nun tasfiyesi felaket olacak" diyordu, ben yine aynı karşılığı veriyordum.
"Ne enerjimiz, ne suyumuz ne de güvenliğimiz var" diyordu. Ben birkez daha "Biliyorum" diyordum. Böyle sürüp gidiyordu. Ancak dördüncü görüşmede taşlar dökülmeye başladı. Ama hâlâ üstlenemiyordum. Sanırım sadece Amerikalı bir yetkilinin gözlerinin içine bakmak ve işgal yönetiminin yaptığı yanlışlar hakkında gerçeği söylemek istiyordu.

Fakat Washington bu kadar sabırlı değildi. ABD'deki siyasi baskı katlanılmaz boyutlara varmıştı. İşgalden önce CIA merkezine yaptığım bir ziyarette patronum kurumdaki kitle imha silahı uzmanları üzerindeki baskıyı şöyle anlatmıştı: "Denizaltının çok derinlere indiği ve basınçtan çatlamaya yaklaştığı 'Das Boot' filmini hatırlıyor musun? İşte CIA merkezinin hali böyle. Yakında CIA kaynaklı gariplikler duyacağız çünkü kimse böylesi bir baskı altında düzgün düşünemez."

Irak'a gönderilen CIA görevlilerinin çoğunun ne bu ülkeye dair ne de kitle imha silahları üzerine deneyimi vardı. Daha sonra öğrendim ki, CIA merkezlerine niteliklerine bakılmaksızın belli sayıda yeni görevli tayin etme emri verilmiş. Ne yazık ki, kitle imha silahı uzmanlığı yıllar alan bir uğraş, kahvaltı gevreği ambalajının arkasından ya da birkaç ayrıntılı broşürden bu uzmanlığı elde edemezsiniz.

Her şeyi daha da kötüleştirense bir sürü güvenlik sorunumuz olmasıydı. Havaalanından Bağdat'a gitmek, açık farkla Irak'ın en tehlikeli yolunda cehennem yolculuğu yapmaktı. Sık sık göze çarpan siyah dumanların göğe yükselişi bir süre önce bir bombanın patladığını ve muhtemelen bazı Amerikalıların öldüğüne işaret ediyordu. Pek çok kez sıranın bana ne zaman geleceğini düşündüm.

Durumu daha içinden çıkılmaz kılan bir başka şey, CIA görevlilerinin resmi politikaya aykırı olarak pusudan korunma eğitimi almadan Bağdat'a gönderilmeleri. Ayrıca Irak Araştırma Grubu'na bazen çok kolay tespit edilecek zırhlı araçlar verildi; tıpkı zırh deliciler ve saldırı için davetiye çıkaran kanarya sarısı renkteki zırhlı Humveeler gibi. 2004 başındaki özellikle gergin bir dönemde, Irak Araştırma Grubu üç hafta boyunca birer zırhlı aracını böylesi saldırılarda yitirdi. CIA'in can kayıplarının az olmasıysa yetenekten ziyade şanstan kaynaklanıyor.

Bilim insanlarına ulaşmak zor

Fakat tüm zorluklara rağmen CIA imkânsız bir görevi yerine getirmeyi başardı; aranılanların var olmadığını kanıtladı. 2003 sonuna doğru grup üyelerinden çoğu samimi sohbetlerinde Irak'ın sahibi olduğu yasadışı silahlar bulamayacağımızı sessizce kabul ediyordu. Ancak bir yıl daha aramayı sürdürdük, ta ki, Kasım 2004'te ABD'de yapılan seçimlerin hemen sonrasına kadar. Zombiye dönen araştırma grubu dağıtılması gereken zamandan çok sonra bile ayakta tutuluyordu, çünkü gerçeğin yol açacağı siyasi zararı en aza indirmenin yolu, Beyaz Saray'ın "Ekiplerimiz hâlâ Saddam'ın cephaneliğini araştırıyor" diye açıklamasına izin vermek gibi görünüyordu. CIA'de daimi bir araştırma görevlisi eksiği çekerken Bush yönetiminin Irak Araştırma Grubu'nu ayakta tutmaktaki ısrarı diğer önemli işlerin yerine getirilememesi manasına geliyordu. Bir gün CIA bir saldırıya hazırlıksız yakanlansa, hangi siyasi irade bunun sorumluluğunu alacak?

Tüm bunlar bizi asıl mevzuya getiriyor; Irak'ta bu kadar yanlış giden neydi ve bu tekrarlanabilir mi? Irak'ta, İran'da ya da daha başka bir yerde olsun, kitle imha silahı programları aslında birbirine benzer. Bilim insanlarının dış dünyayla temasına izin verilmez. Gizli polis, telefon görüşmelerini ve e-postalarını izlemeye alır.

Biz bunlara 'kara' programlar deriz; yabancıların varlıklarını bile fark edemeyeceği öylesi yoğun bir giz perdesi altında faaliyet gösterirler.

Iraklılar tarihi unutmamıştı

Bu yüzden herhangi bir kara programda yer alan ajanlar bulup kendinize bağlamanız neredeyse imkânsızdır. Irak söz konusu olduğundaysa CIA'in seçenekleri son derece azdı. 1990'ların sonuna kadar Iraklılar CIA'le çalışmaktan güçlü bir biçimde sakınıyordu ve bu durum büyük ölçüde ABD'nin geçmişteki yanlışlarından kaynaklanıyordu;
tıpkı Başkan Nixon'ın görmezden geldiği 1970'lerdeki Kürt isyanı, 'Çöl Fırtınası' harekâtından sonra Başkan George H. W. Bush'un kendi kaderine terk ettiği Şii ve Kürt ayaklanması, Clinton döneminde yeni bir Kürt ayaklanması başlatma konusundaki başarısız girişimler gibi.
Amerikalılar Irak'taki tarihi ihanetlerimizi çok çabuk unutsa da, Irak'taki kurbanlarımız unutmuyor. 2003'teki istiladan önce ulaşabildiğimiz çok az sayıdaki Iraklı CIA'le konuşma tehlikesini göze aldıklarından çok fazla ihtiyatlıydı. Kitli imha silahlarına ilişkin istihbarat sorunlarımızın ortasında üst üste binen bu başarısızlık yatıyor. (Dışarıdakiler bunu anlamıyor, eleştirenler CIA'in sihirli bir şekilde Irak'taki polis devletinin en üst çevrelerine sızması gerektiğini düşünüyor).

Gazetelerimiz ve televizyonlarımız aylardır İran'la savaşla yankılanıyor. Bundan böyle bombaların uçuşmaya başlaması daha az muhtemel ama kapalı rejimler ve terörist şebekelere sızma sorunu olduğu yerde duruyor. Diyelim ki 2003'e kadar etik olmadığını düşündüğünüz bomba programında çalışan İranlı bir nükleer fizikçisiniz. Şimdi bir de ABD'nin Irak'a yönelik on yıllardır süren feci politikasına bakın. Tüm bunlara rağmen CIA için casusluk yapmak isteyen varsa el kaldırsın? Kimse kaldırmıyor mu?

Kaynak: Radikal