Bir yandan genel seçimlerin havasını teneffüs ederken, diğer yandan da, Cumhurbaşkanlığı seçimlerine ilişkin ihtimalleri tartışıyoruz.

Malum, (birkaç ay önce bile olsa) erken seçim, Cumhurbaşkanlığı geriliminin içinden doğdu, seçimlerden sonra da Başkanın belirlenmesinden sonra Meclis'in ilk işi Cumhurbaşkanını seçmek olacak. Cumhurbaşkanını seçememe halinde ufukta yeni bir seçim görünüyor vs...

Kim Cumhurbaşkanı adayı olacak?

Bu soru, daha çok Ak Parti'ye soruluyor, çünkü seçimlerden birinci çıkacak partinin o olduğu aşağı yukarı herkesin ortak kanaati, kamuoyu yoklamaları da, başka ihtimale imkan vermiyor.

Bir iddia şu:

“Ak Parti Abdullah Gül'ü yeniden aday göstermeyecek. Kriz onun yüzünden, daha doğrusu onun eşinin başörtülü olması yüzünden çıktı. Birileri tavır koydu, sistemin kimyası değişti, 367 ukdesi çıktı ve seçimlere gidildi.

Hatta işin bu hale gelmesi, iyi durum. Daha kötüsü olabilirdi, e-muhtıra, daha kötüden bir önceki durumdur ve telafi edilmiş bir durumdur.

Yeniden Abdullah Gül demek, yeniden kriz demek.

Öyleyse Ak Parti bütün bu mesajları alacak ve Gül'ü aday göstermeyecek.”

-Ne olacak? Ak Parti 367'nin üzerinde oy alsa bile mi Gül aday gösterilmeyecek?

“-Evet öyle olacak. Öyle bir durumda Gül feragat edecek, Ak Parti, derin çevrelerdeki hassasiyeti dikkate alan bir kişiyi Cumhurbaşkanlığına aday gösterecek. Zaten Erdoğan da 'kararı Abdullah kardeşim verecek' diyerek, bir yerde onu feragata yönlendiriyor.

“367 sağlanamadığında zaten uzlaşma veya kriz arasında bir tercih yapılacağı için Ak Parti uzlaşmayı tercih edecek, böylece de gerilim sona ermiş olacak.”

Bir iddia bu.

Bu iddianın arkasında “Uzlaşmanın kaçınılmazlığı, Türkiye'nin uzlaşmaya ihtiyacı bulunduğu” gerekçesi var.

Bu iddianın arkasında ayrıca, “Uzlaşmanın derin güç odaklarının iradesi istikametinde gerçekleşmesine razı olma” gerçeği var.

Bu iddiayı seslendirenler “AKP seçim bildirgesinde başörtüsü ve İHL neden yok? Yok çünkü Ak Parti, derin odaklarla gerilim istemiyor” görüşünü de seslendiriyorlar.

Bu bir izah tarzı kuşkusuz.

Reel politika, bu tür geri çekilmeleri, boyun eğmeleri göz ardı etmez, diye düşünülebilir.

Ama Ak Parti'nin şu an miting meydanlarına taşıdığı söyleme baktığınızda başka türlü bir gerçeği gözlüyorsunuz.

Şöyle ki:

Ak Parti'nin ana propaganda temalarından birisi Cumhurbaşkanlığı seçiminde karşı karşıya kaldığı haksızlık.

-Cumhurbaşkanını seçerken Cumhur'un yolu kesildi.

Ardından “Cumhur” göreve çağrılıyor.

Görev, bu tür engellemelere fırsat vermeyecek bir oy oranı ve sandalye sayısı ile Meclis'e gelmek:

-Bize 3767'nin üzerinde bir destek verin ki önümüze 367 gibi sun'i engeller çıkaramasınlar...

Tabii ki, bu söylemin bir propaganda taktiğinden ibaret olduğu, Ak Parti'nin aslında 367'yi bulamayacağı, bunu yöneticilerin de bildiği, ama milletin önüne 367 üzeri bir hedef konarak, hiç olmazsa tek başına iktidar sağlayacak bir sandalyeye sahip olabilmenin hedeflendiği, 367 altında bir sandalyeye ulaşıldığında ise normal olarak “uzlaşma”nın aranacağı, bu noktada da Gül veya bir başka ismin gündeme gelebileceği düşünülebilir.

-367 istedik, milletimiz daha azını verdi, demek ki böyle bir matematik içinde çözüm aramamız istendi. Kriz yerine uzlaşmayı tercih ederek, bir an önce ülkenin gerilimden çıkmasına çaba sarf edeceğiz!

Bu, Ak Parti'nin o günkü söylemi olabilir. Bunun makul bir yanı da olabilir.

Ama, bir şey daha var:

Seçimlerde barajı iki partinin aşması, Ak Parti'nin oylarını artırması ve Meclis'e 367'nin üzerinde bir sandalye ile gelmesi...

Yani Cumhurbaşkanını seçmek için net skor.

Ne yapar bu durumda Ak Parti?

-Abdullah Gül'e eşinin başörtüsü yüzünden tepki olmuştu, şimdi yeniden kriz çıkmasın, derin odaklar harekete geçmesin, ben en iyisi Gül'ü feragat vs gibi formüllerle adaylıktan çekeyim, diyelim daha önceden destekleneceği açıklanan Şener'i, ya da “kabul edilebilir - akredite” bir başkasını aday göstereyim.

Böyle mi der?

Böyle derse, bugünkü söylemi nereye gider?

Böyle derse “Cumhur”la girdiği diyaloğa ne olur?

Böyle derse, bundan böyle “Cumhur” Ak parti'nin hangi çağrısına olumlu cevap verir? “Ben oy verdim, sen verdiğim oyu ne yaptın?” diye sorulmaz mı?

Böyle derse, “Eşi başörtülü bir kimse asla cumhurbaşkanı olamaz” şeklinde bir fiili dayatma, kurallaşmış olmaz mı?

Böyle derse Abdullah Gül'den öte, eşi cezalandırılmış olmaz mı?

Böyle demez de, “Benim adayım Abdullah Gül'dür. Cumhur da benim Cumhurbaşkanlığı gerilimindeki duruşumu destekledi. Türkiye demokratik bir ülkedir ve seçimden çıkan karara herkes razı olmalıdır” derse, e- muhtıradan daha kötüsü olmaz mı? Öyle bir şey nasıl önlenir?

Tabii ki bu soru da önemsiz değildir.

Ama Türkiye, bu sorunun sorulamayacağı bir noktaya gelip gelmediğinin sınavı içindedir aynı zamanda. Demokratik sınav budur.

Bir anlamda seçimde vatandaş, demokrasi üzerinde “Damokles kılıcı” bulundurmak isteyenlere “Biraz da sen düşün” demektedir. Türkiye bunu er geç diyecektir. çok partili hayata geçildiğinden bu yana 60 yıl geçmiş, hala vesayet altında bir yönetim devam etmemeli...

Son bir söz:

-Eğer Ak Parti, iyi saatte olsunları memnun etmek için, seçimlerde 367'nin üzerinde bir sandalye kazansa bile Abdullah Gül'ün adaylığından vazgeçecekse, şimdiden frene basmalı ve stratejiyi 367'nin altında bir sandalye almaya göre biçimlendirmeli...

Bana göre:

-367 üzeri bir sandalye ve Abdullah Gül.

Türkiye vesayet rejiminden kurtulmalı! Herkes yerine razı olmalı. Millet iradesi üzerinde ambargo bulunmamalı.