Kitleselleştikçe derinliğimizi kaybediyoruz. Derinliğimizi başka yerlerde aradıkça sığlaşıyor, hafızasızlaştıkça kimliğimizi yitiriyor, mozaikleşmeye başlıyoruz. Bu coğrafyada bir arada bulunuşumuzun hikmetini unuttukça varoluş gerekçemizi kaybediyoruz. Yeni varoluş gerekçeleri üretmek de toplum mühendisliğinin boyunu aşıyor.
Hobsbawm'dan ödünç alarak söylersek, “icat edilen” modern gelenekler, kimlikler birleştirmekten çok parçalara ayırıyor; parçalanmışlık hissine kapıldıkça derin seziş yeteneğimizi yitiriyor adeta toplumsal pusulamız şaşıyor. Ortak medeniyet ikliminde soluklanırken ciğerlerimize pompalanan yeni ideolojik esintiler varlığımıza güç vermek yerine kaslarımızı çözüyor, bünyemizi mecalsiz bırakıyor. Nice badirelerden geçmenin verdiği öz güveni yitirmiş, neyi nerede, nasıl yapacağını bilen ortak şuurumuz işlemez, zihnimiz bulanıklaşmış; göz boyacıların işaretlerini çözemez olmuş, Cemil Meriç'in nefis ifadesiyle “giydirilen deli gömleği”ni benimser hale geldik… Daha kötüsü fecri kazipleri seherle karıştırır hale gelmeye başladık.
Geleneksel anlamda milliyetçilik hastalığının bulaşmadığı bedenimize kibir yüklü ırkçılık virüsü aşılanmaya çalışılıyor. Ulusalcılık adına yükseltilmeye çalışılan ırkçılık kokan dalga kendi içimizdekileri ötekileştirerek bünyeyi mozaikleştiriyor, bu yönde atılan sloganlar kaosa alkış tutuyor. Anlamını, bu ülkenin varoluş bilincinden alan bayrak bile içeriksizleştirilerek, çağdaş anlamlar(!) yüklenerek, 'deli gömlekliler'in elinde parçalayıcı bir simgeye dönüştüğünü fark edebiliyor muyuz?. Bir toplumun birlik işareti sayılması gereken bayrak kimlerin elinde kamplaşmasına alet edilebileceğinin başkaca örneği yoktur yeryüzünde.
'Derin millet oluş'umuzun sırrı buharlaştıkça kitleselleşmeye başlıyor, tarihi sükunetin beslediği ortak bilinci kitle psikolojisine emanet ediyoruz. Derin millet aradan çekildikçe derin devlet ilişkileri devreye giriyor.
Bunca parçalayıcı politikalara rağmen hâlâ bir iç savaş çıkarılamamışsa bunun sırrı derin millet oluşumuzda aranmalı.
'Kitlesel tepki' göstermekle 'derin millet' tepkisine sahip olmak arasındaki farkı kavramak için son yirmi beş yılda içinden geçtiğimiz neredeyse iç savaş korkusuyla yaşadığımız sürece bir göz atmalı. Bu ülkenin Kürt-Türk ekseninde bir çatışmaya itilmek istenmesine, binlerce can kaybına rağmen her türden ulusalcılıkların çabalarına rağmen hâlâ iç savaş çıkmamışsa bunu derin millet oluşumuza borçluyuz.
Ulusalcı dalganın, ülkeyi kendi içinde ötekileştirerek bir yanda laiklik-irtica ekseninde diğer tarafta Türk -Kürt ekseninde parçalayıcı hatta çatıştırıcı bir çizgiye zorlamasına rağmen… Diğer tarafta Kürt/çülük ekseninde mağduriyetleri parçalanmaya tahvil etmek, kan dökerek istikbal inşa etmek isteyenlere rağmen hâlâ iç savaş çıkmamışsa… Bunu hâlâ bir yerlerde muhafaza ettiğimiz derin millet oluşumuza borçluyuz. Son yirmi beş yılda yaşananlar Avrupa'da yaşanmış olsaydı çoktan bir iç savaş çıkmıştı. Bu toplum bunca kışkırtmalara rağmen tarihi refleksleriyle de olsa bu tezgaha gelmemişse bunu bize giydirilmeye çalışılan deli gömleklerini bir türlü benimsememiş olmamızda aramalı. Hatta bu durumu yetirince batılılaşmamak, modernleşmemek nitelemesiyle aşağılamak, elitist bir kibirlilikle ötekileştirmek iç savaş davetiyesinden başka bir şey değildir. Bu ötekileştirici söylemin elinde bayrak bile bütünleyici olmaktan çıkıyor, bir milletin bayrağının, birileri tarafından kamplaştırıcı bir simgeye dönüştürülmek istenmesi aşiret toplumlarına özgüdür.
Bayrak, kültür, gelenek, şanlı tarih edebiyatıyla yatıp kalkan, bu kavramların içini boşaltan muhafazakar/sağcı nostaljisinden farklı bir durumdan söz ediyoruz... Bizi derinleştiren bu ortak bilinç, üzerimize biçilen deli gömleklerinin hevesine heba edilirse yerine ikame edileceğimiz başka bir alternatif yok.
Bu arada kitleselleşmenin yaptığı çağrışımdan istifadeyle değinmekte yarar var, teröre karşı toplumsal refleks talebine karşı söylenecek söz şu: Böylesine hassas bir konuda kitlelerin sokağa dökülmesi çağrısının, çözümün de sokakta aranmasına kapı açmak anlamına geldiği düşünüldü mü acaba?
Kaynak: Yeni Şafak