Çağdaş' kelimesi olumlu anlamda kullanılır. Modern de deriz. Tersi, 'eski'dir, hatta 'geri'dir. Gerçekten de bazı insanlar çağdaş ve olumludur, bazıları da eski ve olumsuz.  
  
Ama bazen hem çağdaş hem olumsuz veya hem eski hem olumlu da olunamıyor mu acaba? Bay X örneğin, çağdaş olmasına çağdaştır da, ne kadar olumludur? Çağdaşlığını da nereden çıkardın, demeyin. En başta gardırobundan belli oluyor (beyaz çorap kullanmanın şık olmadığını öğrenmiş olanlardandır, ne mutlu ona!), ama daha önemlisi üstün çağdaşlığını kendisi her fırsatta hatırlatır bize: Gittiği Batı'nın renkli kentlerini ('şehir' bu cümleye pek yakışmıyor), lüks otelin balkonuna çıktığında gördüğü, diyelim, bir barok katedralin çekiciliğini (buna 'art appreciation' derler seçkin çevrelerde), çok azımızın duyduğu bir kompozitörün hiç bilmediğimiz bir parçasını nasıl bildik bir ninni gibi dinlediğini ve şarabını (bu markayı da ancak modern seçkinler bilir) nasıl uygun ısıda içtiğini anlatırken (hayranlık ve eziklik içimde aynı anda depreşir) çağdaş olduğuna kuşkumuz kalmıyor. Bu çağdaşlık doğal olarak laiklikle kol koladır. Şaraptan belli oluyor zaten. (Ama dine de modern bir biçimde açıktır, Mimar Sinan'ın hayranıdır ve müezzin sesi ninesini anımsatır, örneğin.)

HER ŞEYİ HALK İÇİN DÜŞÜNÜR VE YAPAR!..

Bay X, halktan koptuğu yakıştırmasını dile getirme hakkımızı elimizden peşin almıştır. Çünkü belli aralıklarla yoksulları da anar. Onlardan yana nelerin yapılması gerektiği konusunda duyarlı önerilerde bulunur. Kendi çıkarlarını bile bilmeyenler için neyin iyi olduğunu hep haykırır. Varsın onlar bu tavsiyelere uymak istemesinler, o bağrına taş basıp onlardan yana davranacaktır. Gerektiğinde yasayı biraz zorlayanın, kimi zaman bastıranın yanında yer alıyorsa bu hep iyi niyetinden dolayıdır. Garibanları -adı üstünde, onlar neyin doğru ve yararlı olduğunu bilemezler- kollamak onun işidir. Onların kahrı olmasa hayatın tadını çıkaracaktı ama zavallılara yardım etmek hobilerindendir. Toplumun sıkıntıları o en mutlu sanatsal ve gastronomik anlarını sekteye uğratır. Ve hâlâ halkçılığı konusunda en ufak bir kuşkumuz kalmışsa, kendisinin de sıkıntılar içinde okuduğunu, zengin olmayan bir aileden geldiğini okuyunca o kuşku da dağılır (en azından dağılması gerektiğini Bay X düşünür). Bu eriştiği mevkii miras yolu ile değil, kendi yeteneği ile elde etmiştir. (Hoş, geçmişte kendisinin ya da ailesinin bir dönem yoksul olmadığı birini henüz tanımadım.) En aşağı basamaktan yetişme olduğunu hatırlatır ve değme yiğit solcuları bile hizaya getirir. Yani hakkıdır bu yaşamı ve vesayetçi tarzı. Emeğinin sonucudur.

Herkesin Bay X kadar yetenekli, hassas, hoşgörülü, bilgili, kültürlü ve hele genelin çıkarını korumaya özen gösteren kimseler olmadığını hissediyoruz yazılarını okudukça. Her yazısı, ama her yazısı şu ya da bu biçimde bu sonuca götürür okuyucuyu. Bu çok doğal, çünkü her şey o 'ben'in ekseninde döner. Sıradan kimselerle, hani egemenliğin kaynağı dediğimiz, oyunu istediğimiz ve sık sık oyuna getirdiğimiz sıradan kimselerle arasındaki büyük farklar, ona genel çıkar adına hükümde bulunmaya hak kazandırır. Belki sıradan vatandaş konumunda olanın sorumluluğunu seziyor ve vicdanımız da rahatlıyor yazılarını okudukça: 'O da çaba gösterip benim gibi olsaydı!' dedirtmiyorlar mı? Hayranlıkla (ve tabii gıpta ve hatta kıskançlıkla) okuyoruz günlük yaşamını, sıcak aile çevresini, özel küçük (ama eşsiz ve seçkin) sevinç anlarını ikide birde. Şaşaa size göredir, onca sıradan yaşam. Özel hayatın böylesine ve sık dışa vurulması, (ben bunu hiç beceremiyorum, övüneceğim, kıskançlık duyacağınız bir yanım da yok zaten, belki de ondan dolayı özel hayatım özeldir) yeni zenginlikle, züppelikle, nedeni bilinmez bir tatminsizlik ve doyumsuzlukla, teşhircilikle, ne oldumlukla ilgili olduğunu da söylemeye hakkınız yok. Çünkü bu muhtemel iddiaların dile getirilebileceğini bildiğinden tedbirini almıştır: Basit, alçak gönüllü bir yaşamın romantik güzelliğinin de bilincinde olduğunu arada hatırlatır bize. Diyelim bir kotrada doğa ile baş başa kalabilir, hep orada da kalabileceğini ima eder, örneğin. Paris'in kuytu (ve çok ünlü) bir kahvesinde tevazu ile oturabilir. Ama gel gör ki, kamu yararına üstlendiği misyon onu yönlendirmektedir: Bundan dolayı önce memleket meseleleri, vatan ve millet!

HAYALİ BİR GEÇMİŞİ Mİ ÖZLÜYORUM ACABA?

Millet konusunda da modern görüşler izler. Eskiden, biliyorsunuz, Fransız Devrimi ile millete olmadık yetenekler yakıştırıldı. Egemen olmalıdır filan dendi. Oysa daha çağdaş dönemlerde (1940'larda örneğin) halkın dışında başka güçlere de haklar tanınmıştır. Bay X beyaz çoraplı, şarap tatmamış, yabacı dil bilmeyen ile kendisinin hiç eşit olamayacağını hayatın pratiği içinden bildiğinden bu alanda dikkatlidir. Gerektiğinde pragmatik çözümler üretmeliyiz, der. Ama bunu halka hakaret ederek yapmamalıyız, (örneğin 'göbeğini kaşıyanlar' demek çok ayıptır) büyük idealler adına yapmalıyız: Vatan, millet, devlet, anayasa, birlik, huzur, çocuklarımızın geleceği, ülke şerefi, bağımsızlık, insan hakları, ulusal çıkar, laiklik gibi kavramlar adına olması daha uygundur. Bunların sözcüsü kimdir derseniz, tabii ki aklımıza hemen Bay X gibi çağdaş kimselerin gelmesi gerektiğini Bay X bize hatırlatmaktadır.

'Olgunum' imajı sanırım en temel mesajıdır. Nasıl kılı kırk yarıyor, ince eleyip sık dokuyor her adımını atarken. Bunu her iki lafının birinde duyuyoruz. Ama yıldırımları da üzerine çekiyor paratoner gibi. Bu ne perhiz ne lahana turşusu (bunca dikkat neden düşman kazandırıyor anlamındadır perhiz ile turşu) demeye vakit kalmıyor ki, ego destek olarak beliriyor: Meyveli ağacı taşlarlar.

Oysa 'eski' olumlu kimseler farklı bir biçimde bilgili, olgun vb. idiler. Kendi iyi yanlarını kendileri dile getirmezler, başkaları onlar hakkında iyi konuşurdu. Özel hayatları vitrinde değildi, bir söylenti olarak yayılır, efsaneleşirdi. Basit yaşam biçimi göklere çıkarılmaz, yaşanırdı. Halktan yana olduklarını söylemezler halk onların yanında bulunurdu, her fırsatta sevgilerini gösterirdi. Haktan yana laf etmezler, haksızlığa uğrayanın yanında dururlardı. Yalnız yandaşlarının yanında değil. Egoları şişkin değildi demek bile gelmiyor içimden, egoları yoktu sanki. Olgundular kısacası, ve bu olgunluğu sergilemeyi olgunsuzluk sayarlardı. Tabii bir ihtimal, eskiden bu tür olumlu kimselerin hiç var olmamış olması ve bizlerin şimdi geçmişe dönük uydurmalarda bulunuyor olmamız. Yani hayali bir geçmişin özlemi olabilir bu tasavvur. Olsun! Alçakgönüllü bir geçmişle ilgili bu romantik özlemimizi günümüzde okuduğumuz 'ben-reklamlarına' tercih ediyorum.
 
Kaynak: Zaman