Türkiye'nin daha bir süre bir belge/kâğıt parçası için "enerji tüketmeye" devam edeceği anlaşılıyor. Ancak, Genelkurmay Başkanı Orgeneral İlker Başbuğ'un dünkü basın toplantısının başında belirttiği gibi, bölgemizde Türkiye'yi de çok yakından ilgilendiren önemli gelişmeler yaşanıyor.
Bu arada, Dışişleri Bakanlığı'ndan hafta içinde yapılan İran açıklamasındaki gecikme, "önemli bölgesel oyuncu olma" iddiasına rağmen, Türkiye'nin bu tür gelişmeler karşısında "proaktif" değil, hâlâ "reaktif" kaldığını ortaya koydu.
Söz konusu açıklamayla, İran rejimine -diplomatik ifadelerle de olsa- "Sorunlarını demokratik şekilde çözümle" uyarısının gitmiş olması ise dikkati çekiyor. Bu uyarıyla Cumhurbaşkanı Gül ve Başbakan Erdoğan'ın, İran'daki cumhurbaşkanlığı seçimler sonrasında Ahmedinecad'a anında gönderdikleri sıcak kutlamaların tonu ise birbirini tutmuyor.

Davutoğlu'nun yaklaşımı...
Dışişleri Bakanı Davutoğlu'nun, tüm dünyanın yakından ilgilendiği İran'daki gelişmeler karşısında ilk etapta sergilediği "İç işleridir karışamayız" yaklaşımı da dikkat çekicidir. Davutoğlu'nun sergilediği bu yaklaşım ile kendi bakanlığından daha sonra yapılan açıklama arasındaki farkı da gözden kaçmadı.
Bu arada, doğru veya yanlış ama diplomatik çevrelerde, AKP iktidarından İran seçimleri konusunda ilk etapta yansıyan havanın, gelişmeleri yakından takip etmemiş olmaktan değil, "ideolojik yandaşlıktan" kaynaklandığına inananlar da var.
Başka bir ifadeyle, Hamas ve Sudan konusunda ortaya çıkan yaklaşımın izlerinin burada da görüldüğünü düşünenler var. Bu ideolojik yandaşlığı AKP'ye yakın medyanın bir kısmında görmek mümkün aslında.
Örneğin, bu cenahtaki bir gazete, öldürülen ve simge haline gelen Nida isimli İranlı kızın gösterici değil, oradan geçen birisi olmasının ortaya çıkması üzerine, "Efsane fos çıktı" başlığını atabildi. Rejime bağlı silahlı zorbaların halka ateş açmasını sorgulama ihtiyacını ise hiç duymadı.
Medyada bu yandaşlık olabilir tabii. Sonuçta her gazetenin bir siyasi eğilimi var. Aynı şey siyasi partiler için de geçerli. Fakat ülkeyi "bölgesel oyuncu" yapmaya çalışan ve "İsrail ile Suriye'yi barıştırmak" gibi büyük iddiaları bulunan bir hükümetin böyle bir lüksü yok.

Türkiye'nin aracılığı istenmiyor
Nitekim, AKP iktidarı bu farkı ortaya koyamadığı için sözünü ettiğimiz İsrail-Suriye sürecinde kenara itilme yolundadır. Zaten İsrail'den yansıyan haberler ve duyumlar da Netanyahu hükümetinin Türkiye'yi -bırakın bu konuyu- herhangi bir konuda aracı olarak görmek istemediğini gösteriyor.
Aslında bu tavır, bizim Türkiye üzerine bir konferans için birkaç hafta önce gittiğimiz Tel Aviv'de yaptığımız ayaküstü konuşmalarda bile seziliyordu. Muhataplarımız "İsrail konusunda tarafsız olamayan bir Türkiye nasıl arabulucu olabilir ki?" diye soruyordu bize.
Özetle, aleni Hamas yandaşlığının ve Davos kahramanlığının diplomatik faturası ortaya çıkmaya devam ediyor. Bu arada, "Nida efsanesi"ni bilemiyoruz, ama Ortadoğu sokaklarında bir ara yayılan "Erdoğan efsanesi"nin sönmeye başladığını da görüyoruz.
Erdoğan'ın, Davos'taki İsrail aleyhtarlığına karşın, "mayın temizleme projesi" çerçevesinde İsrail'den yana sergilediği tavırdaki çelişki elbette ki dikkati çekiyor.
Uzun lafın kısası, gerçekten de "önemli bölgesel oyuncu" olmak istiyorsa Türkiye'nin, tutarlılık adına, diplomasisini yeniden bir akort ayarından geçirip, her gün artan önemli bölgesel gelişmeler karşısında çok daha "proaktif" olmanın yollarını araması gerekecek.
Not: Tatile çıkacağım için yazılarıma bir hafta süreyle ara veriyorum.

 

 

Kaynak: Milliyet