Hadi, Genelkurmay Askeri Savcılığı'nın yaptığı açıklamayı bazılarının istediği gibi yorumlayıp "Belge sahte" diyelim, yine de bir soruya cevap aramamız gerekmiyor mu: "Nisan 2009 tarihini üzerinde taşıyan üç küsur sayfalık o metni hazırlama zahmetine kim/ler, neden katlandı?" İster karargâhtan birileri olsun ister dışarıdan, eldeki metni birileri hazırlamış olmalı, ama neden?

Geçen gün nicedir zihnimde taşıdığım 'birileri ile' ilgili bir ihtimali burada sizlerle paylaştım: Genelkurmay Başkanı Org. İlker Başbuğ'un görev süresini zamanından önce bitirmek isteyenler... İçeriği ve hazırlanış biçimi iki ucu da pis bir değneğe döndürüyordu belgeyi; bir ucunda 'Karargâhta hazırlandı' ihtimali, öteki ucunda da 'Karargâhtan birileri karargâhın haberi olmadan hazırladı' ihtimali bulunuyordu ve her iki halde de Org. Büyükanıt'ın konumu sorgulanabiliyordu.

Kendisinin emir ve talimatıyla hazırlanmışsa da, altındaki kötü heveslileri tutamıyorsa da fatura bizzat Genelkurmay Başkanı'na çıkacaktı... Galiba çıktı da...

Bu tahlilimin bir zaafı olduğunun farkındayım elbette; o zaaf da "Böyle bir belgeyi -hakiki veya sahte- ancak bir asker kişi veya grup hazırlayabilir" tezinden hareket etmemdir. Genelkurmay Askeri Savcılığı son açıklamasıyla buna da "Alâkası yok" demiş oldu mu? Sanmıyorum.

Aslında bakarsanız ben bu işlerden hiç anlamam... "Türk Silâhlı Kuvvetleri'nde (TSK) kim kimdir?" bilmem; bilmek istediğimden de emin değilim. Medya câmiasından bazıları daha dün tuğgeneral olmuş bir TSK mensubunu bir kenara not olarak düşer ve yükselmesini izlemeye alır. Kimi zaman, o tür gazeteciler ağzından, henüz okurlarıyla paylaşmadığı bir kanaat olarak, "Filânca Tümgenerali gözden kaçırmayın, 2020'de Genelkurmay Başkanı o olur" türü yakıştırmalar işittiğimiz olur.

Sanki Minnesota'da nadir kuşları dürbünleriyle izleyen gözlemciler gibidir onlar... Bazen tuttursalar da çoğu kez, onların dikkat çektiği kişiler Orgeneral olamadan sahneyi terk eder...

Normal şartlarda pek ilgilenmediğim bu 'general batırma' oyunu albaylığını karargâhta geçirdiği için izleyebildiğim Yaşar Büyükanıt'ın Orgeneral olup Genelkurmay Başkanlığı görevini üstlenmesine ramak kaldığı dönemde dikkatimi çekmişti. Hayatımda bir önemli kişi hakkında bu kadar kapsamlı bir tezviratı daha önce hiç görmemiştim. 'Sabetaycılık' ithamından aile fertleri hakkında olur olmaz iddialara kadar yıpratıcı bir kampanya açıldı hakkında...

'Sabetaycılık' iddialarının üzerlerinde etki yapacağı anlaşılan bir kitle hedef seçilmişti o yıpratma kampanyasıyla: Bir yandan "Aman böyle biri Genelkurmay Başkanı olmasın da kim olursa olsun" deme noktasına getirilmeliydiler, bir yandan da "Bu kampanyanın arkasında kim var?" sorusuna cevap teşkil etmeliydiler...

Askerî konuları anlamasam da bir yerde 'komplo' kokusu aldım mı, hemen anlarım... O dönemde, "Bu bir yıpratma kampanyası ve amacı da Org. Yaşar Büyükanıt'ın önünü keserek hiyerarşik yapıyı değiştirmek olabilir" tezli birkaç yazı kaleme aldığımı hatırlıyorum. Yıpratma kampanyasının etkisi altındaki dostlardan papara yemeyi de göze alarak...

Şimdiki tezim de şu: "Belgeyi hazırlayan/lar bir taşla birkaç kuş birden vurmak niyetindeler; bir niyetleri demokrat medyayı yanlış köşeye yatırmaksa da, bir başka niyetleri İlker Başbuğ'un görev süresini erken sona erdirmek..."

Org. Büyükanıt'ın selefi Org. Hilmi Özkök'e kadar bu tezi taşımak mümkün; unutmayalım, evinden sefertasıyla karargâha yemek taşıma ihtiyacı duyulan günler yaşamıştı Org. Özkök... Fakat oraya kadar gitmeyelim. Muhtemelen Yaşar Büyükanıt'la ilgili yıpratma kampanyası sadece Org. Büyükanıt'ın önünü kesmeyi hesaplamıyordu, hedeflerden biri de İlker Başbuğ'du; kampanya sonuca erişseydi Org. Büyükanıt'la birlikte o da emekli oluyordu...

O zaman önünü kesemediler, şimdi erken emekliliğini zorluyorlar...

Bu işlerden anlayan bir meslektaş, önceki gün, tezime atıfta bulunan bir yazı yazdı ve hiyerarşik düzeni isimlendirdi. "Erken emeklilik kimin aleyhine, kimin işine yarıyor?" sorusuna açık seçik bir cevap verdi o yazıda.

Daha önce de söyledim: Ben bu işlerden anlamam ve anlamadığım konulardan da uzak dururum...

Şimdi merak ettiğim konu şu: Org. Başbuğ, 'İrticayla Mücadele Eylem Planı' başlıklı 'belge' için yaptıklarının yeterli olduğunu mu düşünecek, yoksa konunun her yönüyle üstüne gidilmesinden yana bir tavır mı alacak? Her yönüyle üstüne gidilmesini isteyecekse konunun, zülf-ü yâre dokunma noktasına gelindiğinde -tabii o noktaya gelinirse- "Yeter" mi diyecek?

Ne olursa olsun, belge yerde kalmasın...

 

Kaynak: Yeni Şafak