Osman Şahin | Dünya Bülteni

Yalancı Peygamber Müseylemetü’l Kezzab’ın elçileri Peygamber Efendimize  Müseylemeden mektup getirirler. Yalancı Peygamber mektubunda; Sen Peygambersin, ben de Peygamberim, gel ikimiz anlaşalım ve dünyayı ikiye bölelim. Yarısı senin yarısı benim olsun. Peygamberimiz, gelen elçilere “Siz benim Allahın Elçisi olduğuma  şehadet ediyor musun?” diye sorar. Onlar da  “ Hayır biz Müseyleme’nin Allahın Resulu olduğuna inanıyoruz” derler.  Peygamberimiz “Vallahi , eğer elçiler öldürülmez kuralı olmasaydı ikinizin de boynunu vururdum” buyurur. “Elçiye Zeval Olmaz” sözü bu hadis-i şerife dayanmaktadır.

Bu olaydan sonra  Efendimizin huzuruna gelen elçilerin nasıl davranacakları konusunda muaşeret kuralları (protokol) öğretilmesi geleneği de başlatılmıştır.  Peygamberimizin Elçi  dokunulmazlığı geleneği Sicilya veya Endülüs Devleti üzerinden Avrupa ülkelerine de yayılıp bütün dünya ülkeleri tarafından hüsnü kabul görmüştür. Bu gelenek günümüze kadar büyük bir itina ile süregelmiştir. İslam Hukukunda suç işleyen elçilerin bir süre bekletilmesi ve olaylar netleştikten sonra salıverilmesi kuralı da  Peygamberimizin uygulamalarına dayanmaktadır.

Peygamberimizin Elçilerinden Haris bin Umeyr’in Bizanslıların himayesindeki Gassanilerin Emiri Şurahbil tarafından şehit edilmesi üzerine, Hicri 8’inci senesinde istişare edilerek“savaş” kararı alındı. Halid bin Velid gibi strateji dehaları varken komutanlığına azatlı kölesi Zeyd bin Harise’yi  tayin etti. 3000 kişilik İslam Ordusunu uğurlarken Zeyd şehit olursa, Cafer, O da şehit olursa Revaha oğlu Abdullah sancağı taşısın dediği, Müslümanların 3000 kişilik bir ordu ile 200.000 kişilik Bizans Ordusunu yendiği, Halid bin Velid’in akşama kadar 9 kılıç parçaladığı “Mute Savaşı” akıllara ziyan muhteşem bir destandır ve Efendimizin Elçisi Haris bin Umeyr’in Gassani Hırıstiyanları tarafından şehit edilmesi üzerine ilan edilmiştir. Zira Elçiler fail-i muhtar olmayıp aracıdırlar, bir görev ifa etmektedirler. Bu savaş İslamın Elçilik müessesine verdiği önemi de anlatmaktadır. 

İslamın elçilere verdiği değer Osmanlı padişahları tarafından da olumlu olarak değerlendirilmiş ve gelen elçiler devletin misafiri olarak kabul edilmişlerdir. Kanuni Sultan Süleyman zamanında İstanbul Çemberlitaş’taki  Elçi Hanı (?) tamamen yabancı  temsilcilere tahsis edilmiştir. Masrafları da Devleti Aliyye tarafından karşılanmıştır. Öyle ki İngiltere’de bir Elçinin tayini İstanbul’a çıkınca sevincini bayram havasında kutlamıştır. Çünkü İstanbul’da yabancı elçilere değer verilmektedir. 1555 tarihinde İstanbul ve Anadolu’yu gezen Alman Elçisi Hans Dernscwam’in bütün ulaşım ve konaklama masrafları devlet tarafından karşılanmıştır. İşin garip tarafı  bu seyyah elçi Padişahın  bahşettiği imkan ve paralarla gezmiş olmasına rağmen Anadolu’da sürekli olarak Osmanlının  yaptığı hizmetleri küçümsemiş ve yönetimi kötülemiştir. Elçileri genellikle görgülü insanlar olarak biliyoruz  ama böylesi nankörler de yok değil. Osmanlı Devleti mütekabiliyet prensibini bilahare uygulayarak bunların yükünden kurtulmuştur. 

Diplomatik Dokunulmazlıklar uzun bir tarihi geçmişe sahiptir ve günümüz anlamında uluslararası hukuktaki yeri 1708 tarihine dayanmaktadır. İlk uluslararası teşebbüs ise 1895 senesindeki Hukuk Enstitüsü Taslak Sözleşmesiyle olmuştur. 1895 tarihi Osmanlı topraklarında Ermeni isyanlarının  doruğa çıktığı tarihtir. Keza bu tarihlerde  misyoner ofislerinin de de konsolosluk imtiyazları talep etmeleri manidardır. Bilahare 1928 tarihinde de Latin ülkeleri arasında Havana Sözleşmesi olarak anılan bir diplomatik ayrıcalıklar antlaşması imzalanmıştır.

Elçilerin dokunulmazlığı İslamiyet’ten sonra yasal zemine oturmuştur. Ancak son zamanlarda bütün dünyanın kabul ettiği diplomatik ayrıcalıkları kötüye kullanan diplomatlar ve bazen da devletlerin bu uluslararası yasanın  açıklarından yararlanarak insan hakları ihlalleri, adam öldürme, insan kaçırma, uyuşturucu ticareti yapmak gibi olumsuz yönde yararlandıkları duyulmaktadır. Uluslararası camianın bu suiistimalleri bertaraf etmek için  yeni tedbirler geliştirmesi lazım.