Özcan Tikit
İmajın, başka bir açıdan bakıldığındaysa bunun yansıması olan algının çoğu kez realit- enin önüne geçtiği bir çağdan geçtiğimize şüphe yok. Beğensek de beğenmesek de içte olduğu kadar dış politikada da manzara bunu gösteriyor..
Elbettekibudurumunuluslararasıdiplomasiyedeyansımalarıoluyor.Pekçokülkegiderek artan ölçülerdeki yeni düzenlemelerle dünyadaki imajını pozitif bir seyre sokmaya çalışıyor. Dış politika söz konusu olduğunda mesele çok daha çetrefilli bir hal alıyor. Çünkü karar alıcılar, dış politikada attıkları adımların kalıcılığı için hem kendi kamuoylarını hem de ilgili dış kamuoyunun kalbini kazanmak zorundalar.
Türkiye’de dış politikada daha aktif bir döneme girilmesiyle birlikte, karar verici pozisyonda bulunanların bu kaygılarla örtüşen bir hareket tarzı geliştirerek dış kamuoyuyla etkileşime girdiklerini, sürecin bir şekilde onları da kapsamasını sağlamaya çalıştıklarını görüyoruz.
Önceleri dış politika yapım süreçlerinde etkili olanlar için çok dert edilecek bir mevzu olmayan ‘kamuoylarını’ kritik dönemlere atılan adımlara ikna meselesinin yeni dönemde ne inkar ne de ihmal edilemez büyük bir ihtiyaca dönüştüğünü rahatlıkla söyleyebiliriz. .
Yeni dönemde, özellikle demokrasilerde, halklardan destek bulmayan bir dış politi- kanın devamı imkansızlaşıyor. Dolayısıla hükümetlerin kendi kamuoylarını dış politika konusunda bilgilendirmeleri de sağlıklı bir demokrasinin gereği olarak kabul ediliyor.
Elbette ki dış politikanın seçim sonuçlarına etkin şekilde yansıyan bir mevzuya dönüşmesinin de bu dönüşümde büyük payı bulunuyor. Seçmene anlatılamayan bir dış politika yapılmış en iyi tercih olsa bile seçimde ciddi oy kayıplarına yol açabiliyor. Alman- ya’da ve Avusturya’da yapılan son genel seçimler bunun açık göstergeleri olarak sunula- bilir. Suriye kaynaklı göçmen politikalarında seçmeni ikna etmekte zorlanan tüm merkez partiler, bunun bedelini seçimde ödemek zorunda kaldılar.
Türkiye’de de dış politikayla iç politika arasındaki duvarların büyük ölçüde yıkılması, bu alanın iktidar ve muhalefet arasında çetin bir mücadele sahasına dönüşmesini bera- berinde getiriyor. Belki biraz da bu nedenle Türkiye’deki pek çok siyasi partide son 10 yıl içinde stratejik pozisyonlara eski diplomatların getirildiğine tanıklık ediyoruz.
Böylece yerel siyaset, dış politika karar alma süreçlerinde etkinliğini artırırken Türkiye’nin köklü diplomasi geleneği de adeta karşı bir atakla iç politika üzerinde etkin olmaya başlıyor. Yine bu sürecin bir ürünü olarak emekli diplomatlar, hiç olmadığı kadar gazete köşelerini doldurup, televizyon programlarında en çok aranan konuklar haline geliyorlar.
Bakanlık Güncellenmeli
Dış politikanın kamuoyu yönetiminin içeriye yönelik kısmı bu şekilde cereyan eder- ken mevzunun bir de hariciye boyutu var tabii. Soğuk Savaş dönemi dış politikasında kamu diplomasisi açısından ağırlıklı maksat, hedef ülkedeki diplomatları ikna etmek- ti. Diplomatlar, görev yaptıkları ülkenin ilgili makamlarıyla diyaloğu güçlendirip iyi bir ilişkinin gelişmesine katkı sunabilirlerse bu başarılı bir kamu diplomasisi yürütüldüğü şeklinde yorumlanırdı. Tam da bu nedenle diplomatın görev yaptığı ülkedeki resmi yetkilileri ziyaretlerine büyük anlamlar yüklenir ve önem verilirdi. Söz konusu ülkenin ulusal güvenlik, enerji ve ticaret politikalarında etkili olan kesimler üzerinde etkinlik kazanmak, kendi dış politikasına destek bulabilmek bu dönemde kamu diplomasisi faaliyetinin en temel hedeft kabul edilirdi.
Soğuk Savaş’ın sona ermesiyle birlikte bu şekilde bir faaliyet önemini korumaya devam etmekle birlikte yetersiz hale geldi diyebiliriz. Yeni dönemde muhatap ülkedeki dış politika karar alıcıları epey çeşitlendi. Medya, düşünce kuruluşları, dernekler, turistler, yatırımcılar, akademisyenler ve iktidarın karşısında yer alan muhalif partiler de yeni dönemde dış poli- tika yapım süreçlerinde etkin rol oynayan aktörlere dönüştüler. Dolayısıyla bu devlet dışı aktörleri ikna etmek de ‘hariçte kamu diplomasi yürütmekle yükümlü olan kişi ve kuru- luşların faaliyet sahasında kayda değer bir yer edindi.
Pek çok devletin dışişleri bakanlığı ve diğer ilgili kurumları, muhatap durumdaki ülkenin vatandaşlarının gönüllerini fetheden bir kamu diplomasisinin dış politikaya ciddi düzeyde güç katacağı tezinden hareketle yapılarını yeni şartlara göre güncelleme yoluna girdiler. Böylece medya önüne çıkıp ülkenin dış politikasını anlatmak, sosyal medyada gündemdeki hariciye dosyalarına ilişkin izahatları etkin şekilde yaymak, muhatap ülkede- ki gönülleri kazanmak kamu diplomasisinin önemli bir amacına dönüştü. Aynı şekilde ev- sahibi ülkenin televizyonlarına çıkıp ikili ilişkileri veya o ülkenin karar alım süreçlerindeki aktörleri, başka bir ülkeyle yaşanan yakınlaşma veya krizden kendi tezleri doğrusunda bilgilendirmek de önem arz eder oldu.
Hedef Kitle Yüzde 10
Burada ilgili ülkenin kamuoyundan kastın, nüfusun tamamı ve çoğunluğunun olduğu sanılmamalı. Teorik çalışmalarda dış politikaya ilgili, dolayısıyla karar süreçlerinde etkin kesim neredeyse hiçbir koşulda o ülkenin nüfusunun yüzde 10’unu aşmıyor. Mesela dış politikaya hiç ilgi duymayan yüzde 70’lik kesim, neredeyse tümüyle bu çabanın dışında kalıyor. Dolayısıyla dış politikaya ilişkin kamu diplomasisi faaliyetinin hedef kitlesi maksimum yüzde 10’luk kesimden oluşuyor. Bu gruba dahil kişi ve uluslararası kurumlarda, örgütlerde çalışan kişiler, yerel-uluslararası STK’lar, siyasi partiler, iş dünyası, sanatçılar, münevverler, gazeteciler ve konuya kişisel ilgi duyan bağımsız kişiler şeklinde sıralanabilir.
Ülkelerin diplomatları, muhatap ülkedeki bu hedef kitleleriyle münasebeti ilerletm- eye yönelik projeler geliştirmektedirler. Örneğin, baktığımızda İsrail ve ABD’nin fiziksel temas konusunda hayli etkin olduğunu görüyoruz. ABD ve İsrail Büyükelçilikleri, Türkiye ve daha pek çok ülkede hedef kitleye yönelik kamuoyu diplomasisi projesi geliştirirler. Belli periyotlarda hedef kitledeki insanlar türlü vesilelerle haftalık veya aylık şekilde İsrail veya ABD’de ağırlanır. Artırılan kişisel ve kurumsal temas sayesinde ilgili ülke, hedef ülkedeki kişi ve kurumlar arasındaki bağ güçlendirilir. Bu şekilde kurulan bağlar sayesinde ABD ve İsrail elçilikleri gerektiğinde ilgili kamuoyu nezdinde etkin bir bilgi kaynağına dönüşürler. Elbette ki bu da bu ülkelere reaktif değil preaktif bir dış politika izleme, diğer bir değişle kendisiyle ilgili algıyla etkin şekilde yön verme imkanı sunmaktadır.
Brexit Sürecinde İngiliz Kamu Diplomasisi
Kamu diplomasisi sürecinin farklı işleyiş şekillerine ilişkin güncel bir örnek olarak Brexit sürecindeki İngiltere’nin faaliyetleri gösterilebilir. İngiltere›nin kamu diplomasi faaliyetlerinde özellikle iki yapının etkin olduğu görülüyor. BBC, Brexit referandumu öncesi ve sonrasında pek çok dile yaptığı farklı yayınlarla meselenin dünyada istendiği şekilde algılanmasında aktif bir oynadı. Ancak en az BBC kadar etkin bir rol de İngiliz büyükelçiler tarafından oynandı. İngiltere, Brexit süreciyle Avrupa Birliği’nden ayrılma yoluna girerken İngiliz diplomatlar meselede üçüncü taraf konumunda olan ülkelerdeki karar alıcıların tedirgin olmamaları için etkin bir kamu diplomasisi faaliyeti yürüttüler. İngiltere’nin önem verdiği pek çok 3’üncü taraf ülkede görev yapan İngiliz büyükelçiler, Türkiye de dahil olmak üzere televizyon kanallarına çıktılar, gazetelere makaleler yazdılar, üniversitelerde, düşünce kuruluşlarında panellere katıldılar. Büyükelçilerin konuk oldukları televizyon kanalları veya yazı yazdıkları gazeteler de istisnasız bir şekilde yukarıda açıkladığımız yüzde 10’un takipçisi oldukları mecralar oldular. Elbette ki bu da bilinçli bir tercihti.
İngiliz büyükelçiler ‘merkezden’ geldiği anlaşılan talimat doğrultusunda hareket ederek 3’üncü ülkelerde Brexit kararıyla oluşan, ticari, ulusal güvenlik politikalarına olumsuz yansıyabilecek tedirginlik halini minimize etmeye çalıştılar.
ABD’de Güncel Trump Örneği
Başka bir örnek olarak Donald Trump’ın ABD Başkanı seçilmesiyle birlikte tüm dünyada yaşanan şok hali verilebilir. Trump’ın Başkanlığının kesinleştiği gün, dünya piyasalarına yansıyan ABD aleyhindeki çalkantının sınırlandırılması için pek çok ülkede Amerikan Büyükelçiler, medya mensuplarıyla sıcağı sıcağına bir araya gelip, yaptıkları açıklamlarla bunun dost muhatap devletler ve dünya için çok kötü bir senaryo olarak satın alınmasını frenlemeye yönelik faaliyetlere ağırlık verdiler.
Türkiye’nin Afrin’e yönelik Zeytindalı Harekatı ve 15 Temmuz sonrası FETÖ’yle başlattığı mücadele de yeni dönemin başarılı kamu diplomasisi faaliyetlerine bir örnek olarak sunulabilir. Türk dışişlerindeki diplomatlar, bu süreçte bulundukları ülkelerde özellikle medyaya ulaşıp yanlış bir algının oluşmasını engellemede büyük rol oynadılar. Sadece Dışişleri Bakanlığı değil diğer kurumlar da yabancı kamuoylarının bu süreçlerde yönlendirilmesi hususunda başarılı bir faaliyet yürüttüler. Eski bakanlar, milletvekilleri, gazeteciler, akademisyenler, STK’lar adeta bir seferberlik ruhuyla bu süreçlerde Türkiye aleyhine bir algının güç kazanmasını engellemek için mektuplar- yazılar yazdılar, yabancı televizyonların programlarına katıldılar, düzenlenen panellerde konuştular.
Afrin ve Zeytindalı Harekatları sırasında yürütülen faaliyetler, yurt dışında Türkiye adına kamu diplomasisi yürütme faaliyetlerinin tek başına Dışişleri Bakanlığı’nın sırtına yüklenebilecek bir işi olmadığını da gözler önüne serdi.
Yumuşak Gücü Harekete Geçirir
Başbakanlık ve turizm gibi diğer bakanlıklara, Diyanet İşleri Başkanlığı’na bağlı yurt dışında faaliyet gösteren Yunus Emre, Maarif Vakfı, TİKA Yurtdışı Türkler ve Akraba Topluluklar Başkanlığı, Kızılay gibi kurumların da süreçte daha aktif rol alabileceği, daha doğrusu alması gerektiği anlaşılıyor. Bununla birlikte kamu diplomasisi faaliyetlerini izleyen pek çok uzman da Türkiye’nin dışarıdaki yüzü olan bu kurumlar arasında ciddi bir koordinasyonsuzluk yaşandığına işaret ediyor. Kamu diplomasisinde zaman zaman yaşanan vasatlığın sebebi de bu koordinasyon eksikliğiyle ve işlev sapmasıyla açıklanıyor.
Bununla birlikte bu kurumlar açısından bakıldığında ortada finansal bir sıkıntının olmadığı görülüyor. Buna rağmen bir başarısızlıktan söz ediliyorsa o vakit yapılan işte bir inanç/ruh eksikliği aramak ya da koordinasyonla ilgili teknik arızaların olup olmadığına odaklanmak gerekiyor.
Sadece AB ülkelerinde 10 milyonu aşkın vatandaşı olan Türkiye’nin bugün Avrupa’da yeri geldiğinde yaşadığı devletin siyasi kararları üzerinde etkili olabilecek bir diasporasının ve lobisinin olmaması da bu vasatlığın en önemli kanıtı olarak okunabilir.
Belli ki Türkiye, dışarıdaki gücünü toparlayıp birleştirme konusunda ciddi bir motivasyon, kooırdinasyon ve mobilizasyon sorunu yaşıyor. Emekli Büyükelçi Uluç Özülker, katıldığı bir televziyon programında bunun sebebine değinirken Paris’te görev- li olduğu dönemden gayet manidar bir anısını anlattı. Dönemin İçişleri Bakanı Nicolas Sarkozy, kendisiyle görüşmeye gelen Özülker’le -muhtemelen Ermeni lobisinin etkinliğini- konuşurken “Fransa’da tüm sorunlar sokakta çözülür. Bizler de siyasiler olarak sokağa kulak veririz. Paris’teki Türkler de sokağa inseler keşke!” diyor. Özülker de “Hangi Türkleri indireyim?” diye sorup işi espriye vurmak zorunda kalıyor. Anlattığına göre Fransa’daki Türkler, o vakit 17 fraksiyona bölünmüş durumda. Bu fraksiyonları Tür- kiye etrafında birleştirmekse Türk Dışişleri tarafından “imkânsız” bir iş olarak görülüyor. Sanırım bu sorun imkansız denilerek kestirilip atılmaktansa etraflıca düşünülmeyi hakkediyor.
Devletin yurt dışındaki yüzü olan kurumların çokluğu, iyi koordine edilemediğinde verim de harcanan emeğe oranla hayli düşük kalıyor. Bu da yeni dönemde aktif bir dış poli- tika izliyor olmakla birlikte Türkiye’nin dünyaya tutarlı ve ikna edici bir şekilde anlatılması çabasının eksik kalmasına yol açıyor.
O halde koordinasyon ve iyi yönetimin nasıl olması gerektiği sorununa eğilmek gerekiyor. Büyükelçiliklerin koordinasyon merkezi gibi görünmeleri ne yazık ki angarya şikâyetinden öte bir sonuç üretmiyor. Ayrıca iş pratikte de pek öyle işlemiyor. Yükselen güç Türkiye’nin de büyüklüğüne yakışır, kendi tarihi derinliğinin ürünü olan milli bir çözüm modeliyle bu sorunu treni kaçırmadan aşması, giderek ehemmiyet kazanıyor. Çünkü etkin bir dış politika için en önemli araçlardan biri olan yumuşak gücü (Soft Power) kullanabil- menin yegane yolu da yine önemli ölçüde etkin bir kamu diplomasisi yürütebilmekten geçiyor. Dolayısıyla Türkiye’nin büyük bir yumuşak güç kapasitesine sahip olduğu gerçeği, ancak etkin kullanım halinde hak ettiği manayı bulabilecek gibi görünüyor.
Özcan Tikit kimdir?
Ege Üniversitesi İletişim Fakültesi Gaze- tecilik Bölümü mezunu olan Özcan Tikit, gazeteciliğe 2000 yılında Hürriyet Gazetesi İzmir Bürosu’nda Güvenlik Muhabiri olarak başladı. Sonrasında, Akşam Gazetesi Dış Haberler Servisi’nde muhabir ve editör olarak çalıştı. Halen gazete Habertürk’te Dış Haberler Şefliği ve köşe yazarlığı yapmakta, birçok televizyon kanalında siyaset-dış politika programlarına yorumcu olarak katılmaktadır.
Kaynak: Bilimevi Dış Politika Dergisi, Sayı:5