Suriye’deki savaş, daha önce hiç olmadığı kadar Moskova, Tahran ve Washington’da oynanıyor.

Rusya ve Amerika Birleşik Devletleri tarafından yapılan bir dizi eylemden sonra mevcut durum az da olsa ümit vericidir. Üç büyük oyuncunun pozisyonu değişmeye başladı: Rusya, Suriye Devlet Başkanı Beşşar Esad’a nahoş bir müttefik gözüyle bakmaya başlamış olabilir. ABD Devlet Başkanı Barack Obama, her ne kadar harekete geçmemesi sebebiyle eleştirilse de gelişmeleri kuvvetle etkiliyor. Ve uzun süredir Esad rejiminin destekçisi olan İran’ın bölgesel sahneye dönüşü, Suriye konusunda karşılıklı tavizlerle birlikte gelebilir.

Daha da fazla ilerleme sağlanırsa, üç başkent diplomatik bir çözüm konusunda birlikte çalışmaktan kaçınamaz.

Şam zaviyesinden bakış

Suriye klasik bir devlet değildir. Bu da rejimle ilgili işleri önemli ölçüde karmaşıklaştırıyor. 1966 askeri darbesinden sonra Hafız Esad’ın tüm iktidarı ele geçirdiği 1970’den bu yana ülke Esad-Mahluf ailesinin elindedir. Bunlar istihbarat kurumları, ordu, etkili tek parti ve daha da önemlisi iş hayatına hükmederler. Bu durum bunları, doğası gereği, iktisadi ve siyasi reformlara karşı duyarlı yapıyor ve bunlar, ne pahasına olursa olsun sistemlerini savunmak istiyorlar. Bunlar, Mayıs 2011’de, kendileri acı çekerlerse diğerlerinin de acı çekeceğini söylediler. Rejim, 21 Ağustos’ta Şam civarında kimyasal silah saldırısı da dahil, Suriye halkına karşı akıl almaz bir şiddet uyguladı.

Esad-Mahluf ailesinin hesabına göre Şam sadece Suriye’nin başkentinden ibaret bir şey değildir.Bu, 1967’deki 6 Gün Savaşı sırasında İsrail saldırılarında bile düşmeyen bir şehirdir. Bu, Hafız Esad’ın Arap aleminin çarpan kalbi olarak adlandırdığı bir şehirdir.Bu, Esadların gücünün ve bir zamanlar Sünni burjuvanın hizmetçisi olan Nusayrilerin intikamının sembolüdür. Şehirde kontrolü sürdürmek, savaş malzemelerinin güvenliğini sağlamak ve Hafız’ın mirasını canlı tutmak için önemlidir. Şam, rejimin kırmızı çizgisidir.
Kimyasal silah saldırısı yapılmasına yol açan, muhalefetin şehrin merkezine doğru ilerlemesindeki kritik gelişme olabilir. Belki de saldırı, rejim komuta merkezi tarafından yapılmış muazzam bir hatadan ibarettir. Her iki durumda da olay, yurt dışındaki güçleri, özellikle de Rusya’yı çok huzursuz etti.

14 Eylül’de ABD Dışişleri Bakanı John Kerry ve Rusya Dışişleri Bakanı Sergey Lavrov, Suriye’nin kimyasal silahlarına el konulması ve silahların imha edilmesi hususunda bir anlaşma yaptı. Bazılarına göre kimyasal silahlar konusundaki BM anlaşması Putin için büyük bir zaferdi; diğerlerine göre bu, ABD’nin askeri baskılarının doğrudan bir sonucuydu; çoğuna göre ise bu, konvansiyonel savaşın şiddetle devam ettiği gerçeğini gizliyordu. Ama, ateşli ifadelere rağmen bu anlaşma Şam için bir zafer değildir: Esad rejimi köşeye sıkışmıştır ve Moskova’nın izinden gitmekten başka çaresi yoktur.

Rusya’nın yaklaşımı

Rusya’nın Esad ailesine desteği sağlamdır ve görünürde onun silah tedariki sınırsızdır. Ama Moskova’nın Şam’a olan desteği, sadece Esadların hatrı için değildir. Daha ziyade, bu destek yeni dünya düzeninde Putin’i önemli bir arabulucu olarak belirginleştirmek için bir vasıtadır. G20’deki başkanlığı sırasında görüldüğü üzere, Putin’in dünya lideri olarak rolü, ancak asgari derecede saygınlık gerektiriyor. Bu bağlamda, Esad’ın acımasızlığı, yakında Rusya Devlet Başkanı Vladimir Putin’in dünyevi hırsları için bir yük haline gelebilir.

Esad, Rusya’nın müttefikiyken ve onun himayesi altındayken Moskova’yı utandırdı; o, ağustosta Rusya’nın kırmızı çizgisini aştı. 21 Ağustos’taki saldırıyı takiben konvansiyonel silahlarla yapılan yaygın bombardıman, füzelerin fırlatıldığı yeri gösteren izler de dahil, BM denetçilerinin işine yarayacak şekilde kimyasallardan açık izler bıraktı. Rusya neredeyse ânında Suriye’nin kimyasal silah stoklarının ortadan kaldırılması için anlaşma teklif etti. Ve bu, Batı’nın reddedemeyeceği bir teklifti.
Moskova’dan gelen sözlü örtme çabalarına rağmen kimyasal silah bulunmasının bir sonucu olarak Suriye hızla geri adım atmak zorunda kaldı.  Esad rejimi kimyasal silahların üretimi, depolanması ve kullanımını yasaklayan Kimyasal Silahlar Konvansiyonu’na katıldı. O, rejimin asla bu silahlara sahip olmadığına dair bir zamanlar mevcut olan Rusya-Suriye masalından vazgeçerek kimyasal silah stoklarıyla ilgili detaylı bir açıklamada bulundu. Şam, 30 Haziran 2014’e kadar Suriye’nin kimyasal silah cephaneliklerinin imhasını emreden BM Güvenlik Konseyi’nin kararını kabul etmek zorunda kaldı. O, anlaşmaya uyacağına dair söz verdi ve hızla ve etkin bir şekilde denetim ve imha sürecinin ilk safhasının başlamasına imkan verdi.

Anlaşma kısa sürede sonuç verdi ve ABD saldırısını önledi. Ama orta vadedeki faydalar daha belirsizdir: Eğer anlaşma ne yapacakları tahmin edilemeyen ve şiddet uygulayan Esad-Mahluf ailesinin yerinde kalacağı manasına geliyorsa isyancılardan gelen baskılar artacak ve rejim tarafından çok daha şiddetli karşılık gelmesini tetikleyecektir. Er ya da geç bu durum Esad rejiminin Moskova için büyük bir problem olarak görüleceği bir noktaya varabilir.

Rus liderleri, BM sisteminin üstünlüğüne inanırlar. BM, Soğuk Savaş sonrası Rusya’nın nüfuzunu kullanabileceği tek çerçevedir. Onun kimyasal silah anlaşması ve denetim sürecine desteği bu yüzdendir. Rusya ayrıca siyasi istikrara da inanır. Bu da Suriye devletini muhafaza etmektir. Putin, Suriye’de rejimin uyguladığı şiddet sebebiyle gelişen İslamcı tugayların yükselmesinden de endişe ediyor.

Bu daha geniş perspektiften görüldüğü üzere, ölü bir dönemin katilleriyle ortaklığın Putin’in dünya liderliği konusundaki hırslarına hemen hemen hiç hizmet etmeyeceği savunulabilir. Öyleyse, Beşşar Esad Rusya’nın politikalarına büyük bir engel teşkil edecektir.

Washington’daki savaşçılar

Bazıları ABD başkanını gönülsüz savaşçı olarak görürken, Amerika Birleşik Devletleri, şimdiye kadar Suriye’nin Dr. Strangelove’ını azami ihtiyatla  başarılı bir şekilde idare etti.

21 Ağustos’taki saldırı sonrasında Washington’da Amerika’nın liderliği ve Obama’nın kruz füzeleri saldırılarıyla Suriye’de savaşa liderlik etmeye olan gönülsüzlüğüyle ilgili olarak çok sayıda tartışma vardı. Gerçek, Avrupalılar ve Türklerin yüzde 72’sine kıyasla ABD vatandaşlarının yüzde 62’sinin Suriye’ye askeri müdahaleye karşı olduğudur. Washington, Londra ve Paris’e yaptığım ziyaretlerdeki görüşmelerde, ya katliamı durdurmak ve cihatçıların iktidara gelmesini önlemek için müdahale edin, ya da durum oldukça tahmin edilemez olduğu için uzak durun diyenlerle insanlar iki ayrı zihniyette görüldü.

İkincisi açık bir şekilde yaygındır. Buna ilaveten, Fransa ve İngiltere’nin yanı sıra Amerika Birleşik Devletleri’nin, rejim küçülür ya da küçük bir toprak parçasına çekilirken silahların pekala cihatçıların eline geçebileceği bir durumda, hilekar Suriye rejiminin kontrolü altında kimyasal silah cephaneliğinin sökülmesi planıyla oyalanmaktan başka gerçek bir seçeneği yoktur. Bu tabiatta risklerden kaçınmak için silahların sökülmesi programının belli bir zaman zarfında, ciddi bir BM denetim süreci içinde ve gelecekte de BM gözetimi üzerinden yapılmasında oldukça kıymet vardı.
Geçmişe bakıldığında, kimyasal silah anlaşmasına giden yolda ABD’nin askeri hazırlıklarının da Moskova ve Şam’da oldukça yoğun şekilde hesaba katılmış olduğu görülüyor. Anlaşmanın pratikte nasıl işleyeceği ise gerçek bir meseledir.

Tahran’ın hedefleri

İran için Suriye konusunda taviz vermek, gayelerine hizmet edebilir. Washington’la ihtiyatlı bir ilişki başlatmayı başaran Tahran’ın, nükleer programı hususunda gelişme sağlamada büyük çıkarı vardır.  İran, uluslararası tartışmalara entegre olma karşılığında Suriye konusunda daha tavizkar olabilir.

İran’ın ana gayesi, uluslararası toplumdaki yerini yeniden elde etmek ve son açıklamalara göre, nükleer silah programı değil, sivil nükleer reaktörler geliştirmek üzere tüm haklarını kullanmaktır. Aklında bu öncelik varken ve Cenevre’de Tahran’ın nükleer programı konusunda Batılı güçlerle diyalog başlamışken, İran’ın Suriye meselesi hususunda bir miktar yumuşaması gereklidir.

İran kimyasal silah kullanımının yasak olduğunu açık bir şekilde söyledi. Irak lideri Saddam Hüseyin’in kimyasal cephaneliğinden ciddi acılar çekmiş bir ülke olarak İran’ın, bu duruşunda haklı gerekçeleri var. Moskova gibi Tahran da mutlaka 21 Ağustos saldırısından çok ciddi rahatsızlık hissetmiştir. Ve o, Esad’ın kimyasal stoklarının isyancıların eline geçmesi ihtimalinden ise mutlaka daha da huzursuzdur.

Bu yüzden İran’ın Suriye rejimi üzerinde yumuşatıcı bir tesir uyandırması bekleniyor. Tahran’ın gerçekten bu tür adımlar atıp atmayacağı ve bu adımların İran’ın gelecekte Suriye’deki iç savaşa son verilmesi yollarının bulunmasını amaçlayan Cenevre 2 konferansına kabulüyle neticelenip neticelenmeyeceği henüz belli değil.

Buradan nereye giderler?

Suriye çapında BM denetim programı halen yürürlüktedir ve bunun cesaret verici ilk neticeleri alındı. Ama yolun bundan sonrası zor olacak. Denetçilerin, halen rejimin kontrolünde olan Suriye topraklarının büyük bölümünü kaplaması gerekiyor. BM’nin çalışmalarını aksatmaktan kaçınmak için muhalefet kuvvetlerinin en azından bazı alanlarda kendilerini dizginlemeleri icap ediyor.

Çok az uluslararası güvene sahip olan rejimin kurallara göre oynaması, kimyasal silah depolarına engelsiz ve güvenli ulaşım sağlaması ve durumu karıştırmaktan kaçınması gerekiyor. Bu arada, Esad rejiminin kimyasal silah anlaşmasını konvansiyonel silahlarla daha ileri öldürme izni olarak görmesine müsaade edilemez. Moskova’nın, bu problemli müttefikinin yaptıklarını yakından takip etmesi gerekiyor.

Bu, Amerika Birleşik Devletleri ve İran’ın yanı sıra Rusya’nın, kimyasal silah anlaşmasının çabucak ve düzgün bir şekilde çalışması için hayati çıkarlara sahip olmasındandır. Anlaşma işlemezse bu aktörler korkunç bir suçlamayla karşı karşıya kalırlar: Bunlar kimyasal silahlar konusundaki hareketi konvansiyonel savaşın devamını makul göstermek için kullandılar.

Kimyasal silahların ötesinde, Suriye kabusunu sona erdirmek, açık bir şekilde birkaç vazgeçilmez unsuru gerektiriyor: Esad üzerinde Rusya’nın kuvvetli baskısını sürdürmek; Suriye’nin geleceğiyle ilgili görüşmelere belli şartlar altında İran’ı dahil etmek; nihai safhada Esad’sız olsa da Suriye devletini korumak; cihatçı kuvvetleri tecrit etmek; ve Cenevre 2 konferansını tüm ilgili taraflarla birlikte yapmak.

Elbette bu safhada gelecekteki gelişmeler hakkında tahminde bulunmak aptalca olur. Suriye halen meselelerin patlayıcı bir karışımı olarak kalmaya devam ediyor ve onun geleceği son derece tehlikeli bir dizi bahse bağlıdır. Yine de diplomatik yol en iyi seçenek olarak kalıyor.

Kaynak: Carnegie Europe
Dünya Bülteni için çeviren: Arif Kaya