16 Ocak'ta vefatının ardından Burhan Doğançay ressam olarak hiç olmadığı kadar konuşuldu ki bu hiç de hakettiği ölçüyle konuşulduğu anlamına gelmiyor. Benim ressamım değil Doğançay, ama hayatı ve üretkenliğiyle ilgimi çeken bir sanatçı oldu hep. Bunun yanında onun duvar resimlerine dönük ilgisi üzerine zaman zaman düşünmüşümdür. Metropoller mağara dönemi güvensizliğini yansıtırken, duvarları da rengarenk figürlerin sakladığı canhıraş mesajlarla kaplanıyor sanırsınız.
Bir duvarın kaderini resimle ne kadar değiştirebilirsin? Şehirleri insan varlığını hırpalayan, mutsuz kılan her türlü sebepten kurtarmanın bir önlemi veya açıklaması olabilir mi duvar resmi? Resminde dile gelen ayrıksı ifadenin yoldan geçen sersem şehirliyi silkeleyeceğine inanmak ister graffiti sanatçısı. Doğançay graffiti yapmıyor, bir duvarın ihtiyaçlarını ve kişisel tarihinin hikayelerini hesaba kattığı izlenimi veren, bana itidalli gelen duvar desenleri çiziyor. Takım elbiseli kent gezgini, hiç de serserice sayılamayacak figürleriyle sanki bir sebeple sahiplendiği duvarları sakınıyor kem gözlerden. Binaya resimle sunduğu yeni kişiliğin öncelikli sebebi sanırsınız yine de ayakta kalmakta zorlanacak olan duvar. Benzeri kaygılar bir bakıma Musa ile bilge yol arkadaşının Kur'an'da aktarılan kıssasını akla getiriyor. Yıkılmakta olan duvarı yetimler hesabına kurtarmaya çalıştığına yoldan geçenleri nasıl inandıracaksın...
Doğançay resmi denildiğinde aklıma ilk gelen özellikler, cıvıl cıvıl renkli bir dinamizm, figürün cisimleşme, kütle (gölge) kazanma iştiyakı ve aynı zamanda yenilik arayışı... Bu nitelikler akla Ömer Uluç'u da getirebilir. İki ressamın tablolarında bir tür endüstri buğusu algıladığım da oluyor. Amerika deneyimi ortaklığı bu açıdan kayda değer.
Doğançay'ın resim serüveninin tuvallere sığmayıp 1960'larda duvar resmime yönelmesinde diplomat olarak gittiği New York yılları bir dönüm noktası. Endüstrileşmenin getirdiği kirlenmeyi canlı renklerin gerisinde saklı tutan dinamizm, aynı sürecin kirlettiği ve kendi haline terkettiği duvarları da kolaj ve fümaj teknikleriyle, birbirinden farklı malzemelerle, mesela siyah plastik ve afişlerle dönüştürmeyi, yeniden üretmeyi kendine vazife ediniyor. Duvarı örten, kapatan resimler endüstri kokusunu çayır çimen kokusuna da dönüştürmüyor. İzleyici duvarın gerisinde neler olup bittiği hakkında hiç de olumlu sayılmayacak izlenimler ediniyor. Duvarlara ressamın imgelerini giydiren sanatçı, kent alanında başını alıp giden bir çöküşe tanıklık etmek üzere hemen orada hazır, adeta yetimlere ait gizli hazinenin korunması hesabına.
* ** *
Doğançay'ın üslubu ve kullandığı tekniklerin izahı, onun sanat çizgisinin belirginleştiği 1960'lı yıllarda etkili olan sanat ve resim alanındaki anlayış değişimi kavranmaksızın yapılamaz elbet. 1960'lar, gerçekleşmeye zorlayan toplumsal sorunların bir başka türlü ifadesi halinde, minimalizm ve popun damgaladığı, 1970'lerde resim ve heykelin disipliner sınırlarının yıkılmasıyla daha da belirginleşecek sanatsal dönüm noktasına sahne olmaktadır. Kurumsal sanatın minimalizm ve pop art yoluyla aşılmasının iki ayağı var: Kadınlar, Afro-Amerikalılar, öğrenciler ve göçmenler, cinsiyetçi ve her yönüyle ırkçı kurumlara karşı çıkarken Kuzey Amerika'nın 1960'lardaki iktidarı da zalimleşme potansiyelini artırma hakkını buluyor kendinde.*
(Bir adım sonrası Vietnam'dır.)
Atölyesini mabed gibi gören Baltuslar'ın çizgilerinin yetersiz kalacağı bir iklime sürükleniyor dünya, dış ve iç göçlerle, şehirleşmeyle, toplumsal, ekonomik ve siyasal kırılmaların getirdiği uyanışla birlikte, başka türlü bir kişi, bir kul olmayı talep eden sessiz yığınların çığlıklarıyla. Modernizm başka türlü bir direnme sahası bulmaya çalışıyor. Makine olma isteğini dile getiren Andy Warhol'un performanslari, şok geçiren öznenin işaretleri sayılıyor. (Şoka uğrayan, kendisini şoka uğratanın doğal görünümüne bürünerek otistik bir ifadeyle seri üretime başlıyor.) Büyük etki karşısında Yanan Beyaz Araba misali sürekli tekrar (seri üretim) o etkiyi defetmenin bir yoluydu Warhol'a göre.
Göç, kendini farklı bir açıdan keşfetmenin bir yolu. Aileden, babadan gelen resim sevdası, herhangi bir işin yedeğinde kalmaya izin vermeyecektir. Ben bu anekdotu çok sevdim ve yazının uzaması pahasına alıntılamak istiyorum: Daha 4 yaşındayken, topografya haritaları yapmakla vazifeli asker babasıyla birlikte Anadolu'yu dolaşıyor. Babası at, o eşek sırtında dağlara çıkıyorlar. Baba harita çizerken oğluna oyalanması için resim yapsın diye kağıt kalem veriyor. İşte, Doğançay'ın resim akademisi... Dağda taşta resim çizmeye alışan çocuğun günün birinde takım elbiseli bir diplomat olarak kaldırıma yayılıp desen notları alması şaşırtıcı mı...
1962'de, Türk Turizm ve Enformasyon Ofisi Müdürü olarak New York'a gönderildiğinde, iş dışında kalan zamanlarını Manhattan siluetini resmetmeye adıyor. 1963'de Türkiye'yi, New York'ta bulunan Washington Square Galleries'de Andy Warhol, Willem de Kooning gibi isimlerin de yer aldığı World Show sergisinde temsil ediyor. (Yeni avangardın ikinci dönemini teşkil eden 1960'lar ve Warhol, tuval ve stüdyodan sokağa taşan ve permormanslarla anılan sanat demek. Buren'in ifadesiyle, "devrim yapma isteği uyandıran özgür tuval zamanı"dır. Sanat artık klasik tanımı ve kapsamıyla yetinemez, galerilerden dışarı çıkmaya meyleder.) 1964'te 86. Cadde'de dolaşırken bir duvarın yansıttığı doğaçlama soyut resimle çarpıldığını duyuyor Doğançay. Duvara yapıştırılmış afişin sökülürken bıraktığı kalıntıların oluşturduğu renkler, gölgeler ve lekeler, ancak görmeye hazır bakışlara bir şaheser olarak görünürdü.
Sanat ve hayatın kültür endüstrisi tarafından (kimi yorumlara göre sahte bir şekilde) yeniden bütünleştirilme arzusunun bir sonucu gibi görünüyor, duvar resimleri. Ayıran, koruyan, yalıtan duvarların tuval olarak görülmek istenmesinin farklı sebepleri neler olabilir?
Galerilere kapanan "yüksek" sanat, zayıflıyor, klostrofobik alametler gösteriyor. Birşeyler standart hale gelirken Warhol'u sıkıcı otistik tekrarlarla bir etki sağlamaya zorluyor, klişeler Kooning'i öfkelendiriyor, tüketim nesnelerinin çeşitliliği Robert Smithson'da tabiatın mucizelerine yoğunlaşma merakı uyandırıyor. Deleuze "başka türlü olması gereken sanatın", tüketim ideolojisine teslim olan gündelik hayat açısından bir silkelenme sebebi olmaktan kendini alamayacağını dile getiriyor. "Zalimliğin görüntüsünü aptallığa bağlayan sanat, tüketimin altındaki şizofrenik çene gürültüsünü ve onun da altındaki hâlâ en önemli tüketim yöntemi olan savaşın en bayağı yıkımlarını ortaya çıkartabilir."
Bu olabilir, gerçekten de zalimliğin görüntüsü en olması gerektiği şekilde sezinleniyorsa...
* ** *
Giderek yoğunlaşan bir tutkuyla kent duvarlarına yönelmeye devam ediyor Doğançay ve Manhattan sokaklarında karşılaştığı duvarları kağıt yüzeyinde yeniden kurguluyor. Genel Kent Duvarları serisi de işte böyle başlıyor. O tarihten itibaren Doğançay'ın adı "duvar sanatı" terimi ile birlikte anılıyor. Manhattan'da iki odalı bir evde geçirilen 30 yıl boyunca süren kişisel sergiler, kazanılan ödüller, müze koleksiyonlarına alınan resimler, özde "aşılmaz geçilmez" sayılan Brooklyn Köprüsü imgelerine karşı en güçlü ve ciddi sanatsal tepki olarak tanımlanan fotoğraflar, New York Metro Duvarları Serisi... "1970'de Bank Street Atölyesi'nde Duvarlar 70 için 15 taşbaskı gerçekleştiriyor. 1972 yılında üç boyutlu izlenimi veren, mesela kurdeleyi andıran yırtılmış kağıt parçalarının görünürde duvardan dışarı fırlayarak, kaligrafik biçimleri andıran gölgeler oluşturduğu (daha sonra alimunyumla sürecek) Kurdele Serisi, 1983'te Fransa'da duvar halısı halinde dokunarak yeni bir vücut bulacaktır. 1975'te 100 ülkeden 30 bin duvarın fotoğrafını içeren Dünya Duvarları fotoğraf projesinin ürünleri 1982'de Paris'te "Fısıldayan Duvarlar" adı altında sergileniyor.
Bir şehri onarmanın ya da saptırıldığı kötü yoldan geri çevirmenin farklı yolları da vardır. Bana öyle geliyor ki, Doğançay'ın duvarlara yoğunlaşan çalışmalarıyla farkına varılmasını istediği şey, kötü gidişata çarpıcı bir dille dur demek gerektiği. Onun duvar çalışmalarının 1953'ten itibaren geçen on yıl içinde kentsel dönüşüm yaşamış New York'ta başlamış olması, bir rastlantı olmaktan uzak. Tırtıklı bir yırtığın içinden bizim alanımıza fırlayan çok sayıda yırtılmış kağıt şeridi, koni ya da kurdelenin bizzat ya da gölgeler halinde sunduğu zarif şekiller, duvarın içinde, gerisinde mevcut olanı kimisi için örten, kimisi için de açan bir müdahale. "Gerçeklik artık yüzey değil, onun ardında yatandı; duvarların içinden fırlayan ögeler bizim bulunduğumuz uzamı işgal ediyor" diye anlatıyor bir söyleşisinde.
En eski konuta, mağara döneminin duvarlarına çizilmiş figürlere öykünme, Miro için sanatta zirveye ulaşmakla aynı şeydi. İnsan o saf bütünlüğün ışıltısını dünyanın en kalabalık kentinde yakalayabilir mi? Burhan Doğançay bunu yapmaya çalıştı, her gerçek sanatçı gibi, omuz verilmesi gereken duvarın peşinde," tamam işte bu kez oldu" demeden, aramayı sürdürürken...
*Yazıda yer alan sanat alanında 1960'larda gerçekleşen tartışma ve yeni yorumlar alanındaki somut bilgi ve açıklamala riçin kullanılan başlıca kaynak: Hal Foster, "Gerçeğin geri dönüşü", sf. 99, Ayrıntı; 2000)