MİT'in Tuncay Güney üzerine yaptığı açıklama, bir anda Mehmet Eymür'ü yeniden gündeme taşıdı. Ergenekon davasının, on küsur yıl önceki Sususluk davasıyla bağı konuşulmaya başladı.
Dün Ankara'daki sıcak mevzulardan birisi de, Mahkeme MİT'ten (neden sonra) Tuncay Güney bilgisi istemişken ve bilgi hâlâ beklenirken kimin MİT-Güney ilişkisini gösteren bu belgeyi sızdırmış olabileceğiydi. Hükümete yakın çevrelerin inanmak istediği senaryo, bu belgeyi MİT'in kendisinin sızdırdığı idi. Bu doğrusu pek akla yakın değil,
hiçbir kurum rakiplerine böyle bir açık ve böyle bir silah sunmaz. Kimilerine göre sızıntı kaynağı savcılık. Gerekçesi de Ergenekon davasının Güney'in ifadeleri üzerine kurulu kısımlarının zayıflığını geç farkederek, işi MİT'e, yani bir müesses nizam
kurumuna yıkma çabası. Bir diğer senaryo da, Emniyet içindeki belli bir gruplaşmanın daha MİT'in yanıtı Mahkeme'ye yansımadan kamuoyunu yönlendirme çabasına giriştiği. Oysa peşin hükümle kimseyi suçlamak mümkün değil, iş giderek karışıyor. Giderek bir İskender'in çıkıp düğüme kılıç atmasını gerektirecek kadar çok karışıyor?
Kim o İskender? Tayyip Erdoğan olabilir mi? Abdullah Gül olabilir mi? İlker Başbuğ olabilir mi?
Eymür nedeniyle Susurluk-Ergenekon tartışılıyor ama, daha Susurluk patlamadan önce yaşanan 'Mehmetlerin Savaşı' unutuluyor. O savaşın bir kahramanı Başbakan Tansu Çiller'in 1994'te DEP'lilerin Meclis'ten atılmasına göz yumduğu (ki Hüsamettin Cindoruk'a göre engelleyebilirdi. Bkz. Radikal, 12 Haziran 2004) süreçte kurulan MİT'in Kontr-terör yetkilisi Eymür ile Emniyet Genel Müdürü Mehmet Ağar idi. Ağar Susurluk davasının hâlâ fiilen yargı önüne çıkmamış 1 numaralı sanığı durumunu sürdürmektedir.
O dosya hâlâ açıktır. Ve Susurluk'la Ergenekon'un ortak noktası PKK ile mücadele ve genel olarak Kürt meselesidir. Devlet kademelerinin Kürt meselesini asayiş odaklı görmekte ısrarı, güç istismarı ve çeteleşmeye yol açıyor. Bu en büyük benzerlik.
Peki, en büyük ayrılık ne? Susurluk, devlet içindeki siyasi sisteme müdahale eğilimlerinin güç kazanmasına yol açmıştı. Ardından Çiller ve Erbakan'ın unutulmaz katkılarıyla 28 Şubat süreci geldi.
Ergenekon ise, devlet içindeki müdahaleci eğilimlerin güç kaybetmesinin tescilidir.
Her iki sürecin kesiştiği kişi Veli Küçük'ün Susurluk sonraı terfi aldığını, Ergenekon'da ise tutuklandığını gözden kaçıramayız. Aradan geçen süreç sadece siyasi ve ekonomik yapıyı değil, askerin olaya bakışını da olumlu yönde değiştirmiştir. Bu konuya devam edeceğiz.


'Yenicami avlusundan mı?'

 


Bugün Ergenekon davası çerçevesinde Tuncay Güney için konuşulanlar, hatırlayalım, geçmişte Susurluk çerçevesinde 'Yeşil' kod adlı 'istihbarat elemanı' Mahmut Yıldırım (ya da biz öyle biliyoruz) için konuşuldu.
Daha sonraları, üst düzey bir güvenlik yetkilisi, İsmet Berkan ile bana bir görüşmemizde, Yeşil'in devlet güçlerince devşirilmeden önce hayatını kiralık katillik yaparak kazanan tepeden tırnağa bir suçlu olduğunu söylemişti. O da çoğu benzeri 'eleman' gibi, PKK ile mücadelede, özellikle uyuşturucu bağlantısı üzerine istihbarat toplanması amacıyla ve dönem dönem devletin bütün istihbarat kurumlarınca kullanılmıştı. Ve yine çoğu benzeri eleman gibi kullananlara sonradan pişmanlık yaşatmıştı. Tıpkı daha önceleri Asala ve Dev-Sol'a karşı (ve ne tesadüf ki uyuşturucu bağlantılı olarak) istihbarat toplamak üzere faydalanılan Alaattin Çakıcı, Abdullah Çatlı gibi isimler gibi, faydasından çok zararları dokunmuştu.
Yine böyle bir görüşmede bir yetkiliye "O zaman neden böyle şaibeli kişileri kullanıyorsunuz?" diye sormuştum. Muhatabım, "Aslında haklısınız" dedi; "Ama ne yapalım. İyi aile terbiyesi almış, düzgün işlerde çalışan kişilerden terörizm, uyuşturucu kaçakçılığı, espiyonaj bilgisi alamıyorsunuz ki; onlar nereden bilecek? Bu muhbirleri Yenicami avlusunda güvercinlere yem atanlar arasından toplamıyoruz. Mecburen suç dünyasının içine yönelim oluyor. Bazen de başımıza bela oluyorlar böyle."

 

Kaynak: Radikal