Başörtüsüne üniversitelerde serbesti getiren değişiklik meclisten geçti. Düzenleme karşısında "umut anayasa mahkemesi", en büyük "korku referandum" olduğu tepkilerden anlaşılıyor.
Türk siyasi hayatının referandumla tanışması çok geç bir tarihte, 1980'lerde olduğu hatırlanacak olursa referandum korkusunun sadece belli konularla sınırlı olmadığı ortaya çıkar. Türk seçkinlerinin buyurgan alışkanlıkları, siyasetin dizayn edilişindeki toplumla devlet ilişkisinin sadece bir yansımasından ibarettir. Referandum bir yana demokratik seçimlerin bile seçkinler nezdinde çok rahat biçimde içselleştirilmediği, her kriz döneminde ortaya çıkan darbe davetiyelerinde kendini gösteriri. Askerlerden çok sivillerin darbelere davetiye çıkarmaları Türk siyaset geleneğinin bir ironisidir. Halkı biçimlendirme misyonu o kadar belirleyici olmuştur ki ancak statü kaygısını bile aşan mistik bir boyutla, "kesin inançlılık"la açıklanabilir.
Bu aydınlanmacı ideolojinin mistik boyut kazanarak, toplumun sekülerleşmesi, modernleşmesi sürecinin önünde engel olacak bir irrasyonaliteye evrilmesi nadir görülen durumlardan biridir.
Her ne kadar sekülerizasyon tartışmalarında sekülerliğin ideolojik bir boyut kazanması kuramsal olarak tartışılmış olsa da bizdeki aydınlanmacı irrasyonalite tipolojisi pek öngörülen vakıalardan değildir. Sekülerleşmeyi evrimci tarih anlayışı çerçevesinde kaçınılmaz bir süreç olarak gören kuramcıların aynı zamanda "sekülerizm tehlikesi"ne dikkat çektiklerini biliyoruz. Her ne kadar tarihin çizgisel bir seyir izlediği inancının bizzat kendisi ideolojik bir bakış olsa da, bunun tarihsel ve toplumsal süreç olduğu tezi sekülerleşme kuramcılarının başka bir açmazıdır.
Ancak burada, dikkat çekmek istediğimiz husus, sekülerleşme açısından sekülerizmin kendisinin bu süreci engelleyici işleve dönüşmesidir. Bir ideoloji haline gelen "sekülerizm"in bu "doğal süreci" kesintiye uğratacak dogmatizme dönüşeceği uyarısı dikkate alındığında Türk laikçilerin tepkilerindeki irrasyonel, dogmatik tavrını sosyal bilimler açısından bir yere oturtabiliriz belki.
Hayatın tüm alanlarının, sadece siyasetin değil, dinden ayrışması, dünyevileşme anlamında sekülerleşme karşısında en büyük engelin sekülerizm (laikçilik) olduğu, yani sekülerliğin mistik boyut kazanarak dogmaya dönüştüğü herhalde Türkiye örneğine bakılarak geliştirilmiş olabilir. Yoksa Ankara'da laiklik mitingine katılan kadınlardan bazılarının, başörtüsüyle ilgili düzenlemenin meclisten geçtiğinin haberi gelince adeta histeri krizine girerek bayılması nasıl açıklanabilir?
Üstelik, en fazla özgürlük ve fırsat eşitliği kapsamına giren bu düzenlemeyle laikliğin yara alacağını, bunu savunanların da laikliği yıkmaya kararlı odaklar olduklarını düşünecek kadar ne gelişmeleri ne de toplumu doğru okumaktan aciz olmalarını ancak laikliğin toplumdan, tarihten bağımsız bir dogmaya dönüşmesi açıklanabilir. Şöyle ki, bu düzenlemeyi yapanların Fransız tipi jakoben laikçilikten yana olmamakla birlikte Anglo-sakson tipi laikliği savunmaları bile laiklik karşıtı olarak okunabiliyor. Bu aydınlanmacı seçkinci tavır, fanatizmi aşan bir irrasyonel dogmatizmle açıklanabilir.
Kendi haline bırakıldığında sekülerleşmeye razı olan, hayat tarzı olarak bu sürecin nesnesi olmaktan şikayetçi olmayan bir kesimi bile karşısına alma pahasına laikçilik, ancak dini bağlanma ile açıklanabilir.
İşte bu noktada nasıl bir ruh halinin, laiklik- seçkinci ilişkisinin referandum korkusunu beslediğini anlayabiliriz. Aydınlanma, modernite adına laikçiliğin bir din gibi algılandığı grup psikolojinsin, 'bağlanma tarzı'nın referandum muhteva olarak sadece korkutucu değil aynı zamanda adeta "büyü bozucu" bir anlamı çağrıştırmaktadır. Adeta mutlak olarak bildiği içi boş kalıplar dizgesinden ibaret inancını oylamaya tabi tutmanın "iman sarsıcı" boyutundan çekinmekteler.
Tüm bunlardan sonra referandum korkusunun güncel anlamı şudur. 22 Temmuz sonuçları sistemin belli güçleri ile toplum arasında müthiş bir çatlak oluşturdu Kimi sistemik güçler açısından, meclisten geçen düzenlemeyi referanduma götürecek sürecin doğuracağı psikolojik fay kırılmasının sarsıntılarını kaldıracak kadar geçişken olduğunu sanmıyorum.
Kaynak: Yeni Şafak