Başörtüsü ile ilgili düzenleme, bir kesimde "çatışma ve gerilim" çığlıklarının yükselmesine sebep oluyor.

    -Gerilim yükseliyor!

    -Toplum bölünüyor!

    -Çatışma çıkacak!

    Gazete manşetleri çılgınlık gösterisi halinde. Millet Meclisi'ndeki oylamayı "Kaosa 411 parmak kalktı" ifadesiyle vermenin ardındaki gözü kararmışlık hayra alamet değil.

    Cumartesi günü Ankara'da yapılan mitingte konuşmalar öfke yüklüydü. Atatürk, Cumhuriyet, Laiklik adına yumruklar sıkılıyor, tehditler savruluyordu. Sanki Atatürk de onlarındı, Cumhuriyet de , Laiklik de...

    Oysa toplumun büyük kısmı son derece sakin.

    Başörtüsüne özgürlüğü özlemle bekleyenlerde asla bir zafer havası yok.

    Hatta, o meydanlara, gazete manşetlerine baktıklarında sergilenen öfke karşısında şaşırıp kalıyorlar. İşte onların dünyasındaki sorular:

    Bu ülkede demokrasi var mı?

    Bu ülkede insan hakları var mı?

    Bu ülkede hukuk devleti var mı?

    Bu ülkede, halkın bir kısmının özgürlüğü bir başka kısmının ipoteği altında mı? 

    Evet, şu görüntüler, başörtüsü yasağının nasıl bir öfkeli azınlık tarafından sürdürüldüğünü ortaya koymuş oluyor ama, bu yasak yüzünden yıllarını kaybeden genç kızlar yine de herhangi bir rövanş gösterisi yapmıyor, bir zafer çığlığı atmıyorlar.

    Bugüne kadar da asla bir taşkınlıkları olmadı. Yıllarını kaybettiler, çok acı çektiler, kınandılar, dışlandılar, okullarından atıldılar, başlarındaki örtü hoyratça çıkarıldı, dünyanın farklı ülkelerine savruldular, ama tüm bunları sabırla karşıladılar. Yıllardır, bazı şehirlerimizde haftanın bir günü "Özgürlük çağrısı" yapıyorlar. Onların bir tekinde bile asayişi bozucu bir olay çıkmadı.

    Ama bugün, hava, özgürlük karşıtları tarafından kaos, gerilim ve  çatışma söylemiyle bulandırılıyor.

    Hatta bugün aklı selim sahipleri bir provokasyondan endişe ediyorlar.

    İlk önce muhterem Fethullah Gülen Hocaefendi uyardı.

    Türkiye'de provokasyonun bilinen şekilleri vardı.

    Kimi gazetelerin erkek ya da kadın muhabirleri, çarşaf giyip Fatih'te, ya da Çarşamba'da röportaj yapmışlardı. Çarşafla üniversiteye giren erkek muhabirler olmuştu.

    Ya şimdi de, çarşaf giyip sokak ortasında ya da üniversitelerde başı açık olanlara saldırılar olursa...

    Bunu, bir kısım medyamızın şehvetle beklediğini tahmin etmek zor değil. Hatta muhtemel ki manşetler bile hazırdır:

    -İşte beklenen oldu! Başı açık bir öğrenciye saldırıldı. Zorla başörtüsü giydirildi!

    Bilmem ne...

    Olmaz mı? Nasıl olmaz!

    Bakınız, Uluslar arası Stratejik Araştırmalar Kurumu (USAK) Başkanı Doç. Dr. Sedat Laçiner, daha kötü bir provokasyona işaret ediyor.

    "Kargaşa çıkarmak isteyenler suikast düzenleyebilir" diyor.

    "Suikastlar Türkiye'de yeni değil. Bugün başörtüsü özgürlüğünü ya da yasağını savunan bir kişi yarın Kızılay'da öldürülse işin içinden nasıl çıkarız? YÖK veya Üniversiteler arası kuruldan bir kişi suikasta kurban gitse toplumu çatışmaya götürür." diye uyarıyor.

    Sedat Laçiner "Hiç kimse provokasyona gelmemeli, sokağa çıkmamalı" diyor.

    Maalesef bir kesim, gerilimi yükselterek sonuç almaya çalışıyor.

    -Rektörler harekete geçsin, tepki versin.

    -Yargı harekete geçsin, tepki versin.

    -Barolar harekete geçsin, tepki versin.

    -Atatürkçü, çağdaş yaşamcı dernekler harekete geçsin, tepki versin.

    -Mümkünse gençlik kuruluşları eylem yapsın.

    Yani tepki olsun. Tepki yükselsin. Hükümet, hatta daha ötede TBMM,  yaptığı işin kendisine çok pahalıya mal olacağını görsün ve gittiği yoldan dönsün.

    Tüm bunlar, bir gerilim stratejisinin parçası. Ama her işin bir makuliyet sınırı olmalı. Kitleleri demokratik bir eylem için harekete geçirmek normal. Ama aynı kitleleri demokrasi ve hukuk sınırında tutmak da, harekete geçirenlerin görevi olmalı.

    İş, Meclis iradesini takmama yoluna doğru sürüklenirse, bu ne demokrasi demektir ne de hukuk duyarlılığı...

    Meclis iradesine yansıyan yüzde 80'lik oyu "çoğunluk tahakkümü" sayıp "azınlık tahakkümü"ne selam durmak kimseyi demokrat yapmaz. Aksine orada ancak azgın azınlık diktasından söz edilebilir. 

    Özellikle ana muhalefet partisi, sandıkta elde edemediğini, gerilim stratejisi ile elde etmek gibi, provokasyonlara son derece açık, riskli bir yola girmekten kaçınmalıdır.

    Sayın Baykal, "çözüm önerisi" taleplerine soğuk durmakta, kendine özgü öfkeli üslubu ile, sürekli tehlike anonsları yapmaktadır.

    Bu da, sağlıklı bir ana muhalefet görevi değildir.

    Belki bununla yüzde 20'lik bir toplum zemininde etkinizi sürdürürsünüz ama, toplumsal bir yangını da körüklemiş olursunuz.

    Bu Türkiye'nin huzuruna yönelik bir sabotajdır.

    Bu tehlikeli provokasyonları besleyen çok sağlıksız bir tutumdur.

    Aklı selim, çözüm için formül üretmeyi gerektiriyor.

    Hükümet sürekli "Varsa öneriniz getirin" diye sesleniyor.  

    Evet Anayasa değişti ama, şu anda bile YÖK kanunundaki düzenleme bakımından çözüm önerisi için vakit vardır.

    Ben buradan, herkesi sağduyuya, yani bağcı dövmeye değil, üzüm yemeye çağırıyorum, Türkiye'nin ihtiyacı da bunadır.