Rahme bin Cabir El Celahme,ölümünden asırlar sonra bugün bile Körfez'deki korsan folklorunda yaşayan bir figür. Romantize edilenden çok gerçek olan El Celahme'den bahisle tarihçi Jon Mandaville, "Güzellik gibi korsanlık da hangi açıdan baktığınızla alakalıdır," diyor.
19. yüzyıl haritalarında "Korsan Sahili" olarak gözüken Katar ve Umman arasındaki sularda hüküm sürmüş en meşhur korsan olarak El Celamiye'nin şöhreti, ölümünü saran etkileyici olaylara olduğu kadar hayatını belirleyen maceralara da dayanıyor.
Kuveyt'in geç devir 18. asrının en güçlü maceraperest-tüccar aşiretlerinden birine mensup olan El Celahme kendi akıbetiyle 1826 yılında, Bahreyn açıklarında vuku bulan deniz muharebesinde karşılaştı: esir alınmak yerine, sekiz yaşındaki oğlu kucağında olduğu halde barut dolu gemisini havaya uçurdu.
Mandaville yukarıdaki sözleri 1975'te yazmış olabilir fakat Londra'daki Kraliyet Asya Cemiyeti'nde (RAS)verdiği bir konferansta tarihçi Dr. Simon Layton'un da belirttiği üzere korsanlığa dair daha incelikli kavrayış, erken 19. yüzyıl Hint Okyanusu ve Basra Körfezi tarihini anlamada çok kritik; zira mevzuubahis tarihler, Londra, Paris, Moskova ve Tahran merkezli stratejik bir rekabetin bu havzaya dikkatini yoğunlaştırdığı bir zamana tekabül ediyor.
"Körfez'in tekamülünde ve nihayet Birleşik Arap Emirlikleri'nin doğuşunda bu rekabet çok mühim," diyor Londra Queen Mary Üniversitesi'nden Layton.
Layton şu anda yeni kitabı Piratical States: British Imperialism in the Indian Ocenan World üzerine çalışıyor. Çalışma, 1970'lere kadar literatürde hakim olan ve bölgedeki yerli nüfusları korsan, oralara ayak basan Avrupalı sömürgecileri de kanun ve nizam götüren taraf şeklinde gösteren eski emperyal tahkiyenin ötesine geçiyor.
"Ticaretini yapacakları çok az şeyi olan Avrupalılar, Hint Okyanusu'na musallat olmaya başlar başlamaz korsanlığı ve harp sahasındaki teknolojik üstünlüklerini suiistimal edip kendi avantajlarına çevirdiler," diyen Layton, temellerini ilk kez 16. yüzyılda Portekizlilerin attığı ve 200 küsur yıl sonra Malabar Sahili boyunca İngiliz Doğu Hindistan Kumpanyası'nın da (BEIC) istimal ettiği bir şantaj modelini tarif ediyor.
"Bu bir himaye şantajıydı. 'Kendinizi bize emanet ederseniz, sizi korsanlardan koruruz, yok olmaz derseniz size korsan deyip başkalarını koruruz' dediler," diyor Layton.
1970'lere kadar, Körfez korsanlığı bahsinde cari olan anlatı Charles Low'un History of the Indian Navy: 1613-1863 (Hint Donanması'nın Tarihi (1877) ve John Gordon Lorimer’in 5,000 sayfalıkGazetteer(Yer Adları Ansiklopedisi(1908)gibi İngiliz emperyalizminin kaynaklarıydı.
Re'sü'l-Hayme'de meskun olup Hürmüz Boğazı'nın her iyi yakasında da ileri karakolları bulunan bir denizci sülalesi olan Kavasım'ın faaliyetlerine yoğunlaşan ansiklopedi, bunların 1770'lerden itibaren artan saldırganlığını vurguluyor. Lorimer'e göre Kavasım gemileri "denizleri karış karış dolaşıp fark gözetmeksizin herkesi yağmaladılar."
Aynı zaman zarfında, İngiliz Kraliyet Donanması'na ait gemileri de korsan saldırılarından nasibini aldı:
1797'de bugünkü İran'ın Basra kıyısındaki Buşehr'de Viper,
1804'de Bender Lengeli Şeyh Kazib El Kasımi'nin saldırdığı Trimmer ve Shannon,
Ekim 1808'de, mürettebatından 30 kayıp veren Sylph ıskunasına yapılan saldırı,
İki günlük bir deniz cenginden sonra Mayıs 1809'da zapt edilen Minerva.
Minerava'nın zaptını, Kasım 1809 Kavasım başkenti Re'sü'l-Hayme'ye düzenlenen ilk İngiliz taarruzu takip etti. Denizden yapılan topçu bombardımanıyla başlayan taarruz neticesinde şehir yanıp yerle bir oldu.
Bunu takiben, neticesinde 100'den fazla Kavasım gemisinin imha edildiği belirtilen Körfez tamamına şamil bir deniz seferi gerçekleşti. İlk taarruzun tüm gaddarlığına rağmen, 1819'da daha geniş ve aralıksız bir taarruz başladı. Nihayet bu son harekattan sonra İngilizler bir zafer elde edip Kavasım hanedanını "talan ve korsanlığı sonlandırmaya" icbar eden bir muahede imzalatmıştı.
Daha sonra, sahil şeylikleri 1853'te ikinci bir antlaşma imzalamaya zorlandı ve böylece BAE'nin nüvesini teşkil eden Ateşkes Emirlikleri (the Trucial States) kurulmuş oldu.
Bu Ateşkes Emirlikleri'nin kuruluşu etrafındaki gerçekler ve tarihlerde bir şüphe olmasa bile, tarihçilerin Körfez korsanlığı ve Britanya'nın havza üzerinde kurduğu ilk hakimiyette payı olan şiddet dalgasını kavrayışı bir münakaşa mevzuu olmuştur.
Şeyh Sultan bin Muhammed El Kasımi 1986'da yayınladığı The Myth of Arab Piracy in the Gulf başlıklı kitabında, Kavasım'ın ticaret için bir tehdit teşkil etmesi sebebiyle İngilizler tarafından korsan muamelesi gördüğünü öne sürüyor. Aynı görüşü, 1987 tarihli Society and State in the Gulf and Arab Peninsula isimli eserinde Kuveytli sosyolog Haldun el Nakib paylaşıyor ve Kavasım'ın İngilizlere gösterdiği direnişi meşru görmekle kalmayıp sindirilmelerini İngiliz emperyalizminin bir parçası olarak görüyor.
Simon Layton, Körfez'deki korsanlık meselesini bu revizyonizm üzerine kurupdaha stratejik ve kavramsal bir çerçevede anlamaya çalışan genç tarihçiler jenerasyonuna dahil.
"Korsanlığın, bilhassa Atlantik ve Hint Okyanusu'nu kıyasladığınızda, zamanla nasıl değiştiğini merak ediyorum. Hint Okyanusu'nda korsan, dahili bir tabir olmaktan çıkıp yabancı, yani 'Öteki'ne atfedilmeye başladı. Ve Britanya'nın bölgedeki deniz imparatorluğunu kurmasında da mühim bir vasıta haline geldi," diyor Layton.
Layton'a göre, İngilizlerin doğu'da Güney-Doğu Asya, batıda ise Basra havzasına genişleyen anti-korsan faaliyetlerinin merkez üssü Hindistan'dı. Kavasım da, Umman ve İran gibi İngiliz destekli güçlerin arasında sıkışıp kalacak kadar şanssızdı.
Layton'un çağdaşlarından, ödüllü Genèses du Moyen-Orient kitabının yazarı Fransız tarihçi Guillemette Crouzet, Doğu Hindistan Kumpanyası'nın Bombay Valiliği sıçramasını, Fransa'nın Batı ve Güney Asya'da hortlamasından duyulan korku ve bunun salgıladığı politik huzursuzluk penceresinden görüyor.
"Fransız donanmasının 1 Temmuz 1789'da İskenderiye Koyu'na demirlediği andan itibaren Fransızların muhtemel bir Hindistan işgali, Anglo-Hint ve İngiliz diplomatların gözünü korkuttu," diyor Crouzet ve ekliyor:
"Napolyon'un, Hindistan'ı işgal etmekte kullanacağı bir Kızıl Deniz ve Hint Okyanusu koridorunu kuracağından korkmuşlardı."
Fransız işgali tehlikesi geçince bile, diyor Crouzet, Britanya Hindistanının "imparatorluk kuruntuları" diye tarif ettiği şeyin yok olmayıp bunun yerine Doğu Hindistan Kumpanyası'nın Hint alt kıtasındaki mevcudiyetini ihata eden Bombay, Çennayi (Madras) ve Kalküta valiliklerinin bir koruma sisteminden mahrum olduklarını gözler önüne serdi.
"Körfezi kontrol altına almak bir himaye ve meşru müdafaa teşebbüsü. Re'sü'l Hayme aşiretleri korsan olsun veya olmasın çok da mühim değildi, zira onlar imparatorluğun günah keçileriydi. Böylece Bombay valiliği ikinci kez Re'sü'l Hayme'ye saldırıp antlaşmalar imzalar ki Körfez yeni bir tampon bölge olabilsin. Mevzuubahis kuruntular abartılıp abartılmadığı bir yana, bunlar İngiliz yayılmacılığını beslemeye yetecek güçteydi," diyor Crouzet.
Layton gibi, Crouzet de Kavasım'a yapılan saldırıları doğuda Bengal'den batıda Körfez'e kadar geniş bir eksende cereyab eden Anglo-İngiliz emperyal genişlemesinin başlığı altında ele alıyor.
Crouzet devam ediyor:
"Valilikler her cephede yayılmaya çalışırken bir yanda da Batı Asya ile Körfez'e batı cenahları olarak muamele edip Kuzey-Batı Cephesi ve Burma'yı da ayrıca sağlama almaya çalışıyorlardı. İkinci İngiliz-Marata Savaşı, [İngiliz Doğu Hindistan Kumpanyası ile Hindistan Marata İmparatorluğu arasında] Re'sü'l Hayme'ye yapılan ilk taarruzdan hemen evvel meydana geliyor. İlk İngiliz-Burma Savaşı ise bu ikinci savaştan yalnızca beş yıl sonra vuku buluyor."
Crouzet'e göre, Bombay Valiliği'nin Kavasım'a dönük faaliyetleri Basra Körfezi'ndeki yarı-bağımsız ve spesifik bir Anglo-Hint İmparatorluğu'nun teşekkülündeki son noktayı temsil ediyor. Yine Layton gibi Crouzet de müstemlekeye giden yolda ve yerli nüfusların impartorluk tebaasına dönüştürülmesinde korsanlığın bir pekiştirici bir rol oynadığını ifade ediyor.
"Haritada boş neresi varsa korsanlığın bahsi de orada geçiyor. Korsanlar da oranın eşiğindeki canavarlar, genişlemenin hayatiyeti için kökü kazınması gereken icap eden aktörler oluyorlar," diyor Layton. Noam Chomksy'i hatırlatan bir deyişle ama en iyi miladi beşinci asrın adamı Hippo'lu Augustinus'un The City of God teziyle hülasa edilebilecek şekilde ilave ediyor:
"Aynı şeyi terörizmde de görüyoruz. Birisinin teröristi diğerinin özgürlük savaşçısı. Bu tamamiyle bir perspektif ve görüş meselesi.
Hristiyan filozof ve teolog da şunu yazmıştı beşinci asırda:
"Büyük İskender'e, esir aldığı bir korsan şu isabetli ve doğru karşılığı veriyordu:
İmparator korsana ne hakla denizlerde hak iddia ettiğini sorar.
Korsan da tüm o cüretkar gururundan taviz vermeden cevaplar: Sen ne hakla tüm dünyada hak iddia ediyorsun? Ben, küçük bir gemiyle yapınca benim adım korsan oluyor; sen koca donanmanla aynı şeyi yapınca senin adın imparator oluyor.
Kaynak: thenational.ae
Dünya Bülteni için tercüme eden: Mustafa Doğan