Adam Miyashiro

22 Mayıs 2025’te, Hiroşima Barış Anıtı Parkı’ndaki taş mezar odasında saklanan ABD’nin Hiroşima’ya attığı atom bombasının tüm kurbanlarının isimlerinin yazılı olduğu kayıt defteri, sabah 08.15’te -bombanın tam olarak düştüğü saatte- yapılan sessiz bir duanın ardından dışarı çıkarıldı. 6 Ağustos 1945'teki patlamanın üzerinden 80 yıl geçmişti.

Bu kayıt defterinde 344.306 isim yer alıyor; kimliği bilinmeyen kişiler içinse ayrı bir cilt bulunuyor. 80. yıl anısına, şehir yetkilileri bu mezar odasının içini medya mensuplarının ilk kez görmesine izin verdi.

Tam o gün, Hiroşima sessizce ölülerini anarken, Cumhuriyetçi Kongre Üyesi Randy Fine, Fox News kanalında Gazze’ye nükleer bomba atılması gerektiğini söyledi. Aşırı uç söylemleriyle tanınan Fine, bu tür bir çağrıda bulunan ilk ABD'li politikacı değildi.

Bir yıl önce, 21 Mart 2024'te, Cumhuriyetçi Kongre Üyesi Tim Walberg de Gazze’ye “Hiroşima ve Nagazaki gibi” nükleer bomba atılmasını önermişti.

2023 yılı Kasım ayında, İsrail’in 7 Ekim’deki saldırılarının ardından henüz bir ay bile geçmemişken, Yahudi Gücü Partisi’nden miras bakanı Amichay Eliyahu, bir İbranice radyo istasyonunda Gazze’ye nükleer bomba atılması gerektiğini söyledi.

Bazı İsrailli yorumcular, “Gazze’ye nükleer bomba atalım” çağrılarının uluslararası öfkeye neden olabileceği ve İsrail’in nükleer silahlara sahip olup olmadığını açıkça ifade etmeme politikasını (nükleer belirsizlik) zayıflatabileceği konusunda uyardı. Başbakan Benjamin Netanyahu, Eliyahu’yu kabine toplantılarından uzaklaştırıp bu açıklamaları kamuya açık şekilde kınadıktan sonra, Eliyahu sözlerinin “metaforik” olduğunu iddia etti.

İsrail’in Gazze’ye karşı yürüttüğü soykırımsal savaş süresince, Hiroşima ve 9 Ağustos 1945’teki Nagazaki’ye atılan atom bombalarıyla benzerlikler birçok kişi tarafından dile getirildi.

Siyasetçilerin ve yorumcuların Gazze’nin nükleer bombayla yok edilmesini bu kadar rahatça konuşması, savaş karşıtı ve Filistin yanlısı duyarlılıkların arttığı Japonya’da yankı buldu.

Geçen yıl, yaşayan atom bombası mağdurlarını (hibakuşa) temsil eden Japon kuruluş Nihon Hidankyo, Nobel Barış Ödülü’nü kazandı. Örgütün liderlerinden Toshiyuki Mimaki, bu onuru aslında Gazze’deki yardım çalışanlarının hak ettiğini söyledi. Aynı yılın başlarında, Nagazaki Belediye Başkanı, kamuoyundaki eleştirilere rağmen İsrail Büyükelçisi’ni anma törenine davet etmeyi reddetti.

Japonya’daki Filistin yanlısı hareket sadece sivil toplumla sınırlı değil. Temmuz 2025’te, eski bir oyuncu olan Taro Yamamoto’nun liderliğindeki beş yıllık sol popülist parti Reiwa Shinsengumi, Japonya Komünist Partisi’ni alt mecliste geride bırakarak üst mecliste de fazladan bir sandalye kazandı. Reiwa’nın programı, Siyonizm’e açıkça karşı çıkmakta ve Filistin haklarını savunmaktadır.

Canlı yayınla gerçekleşen bir soykırımın neredeyse ikinci yılına girilirken, Japonya’nın verdiği tepki tarihsel bir yankı taşıyor.

Nükleer savaşın yıkımının hâlâ canlı bir hafıza olduğu bir ülkede, Gazze’nin yok edilmesine yönelik sıradan çağrılar, aynı yok etme mantığını yansıtıyor. Bu gerçeğin, toplu yıkımdan sağ kurtulan kişilerce -Gazze’deki Filistinlilerle açıkça dayanışma içinde olanlarca- dile getirilmesi, bu söylemin hem ne kadar acımasız hem de ne kadar kolay dillendirilebildiğini gözler önüne seriyor.

Hiroşima’dan 80 yıl sonra, politikacıların tüm bir sivil halkın yok edilmesini açıkça savunmaları –Filistinliler açlıktan ölürken, bombalanırken ve yakılırken– insanlığın ne kadar az şey öğrendiğini ve kıyamet ölçeğindeki bu şiddetin ne kadar normalleştiğini gösteriyor.

Yeniden Canlanan Hafıza

Gazze’den gelen sarsıcı görüntüler –iskelet gibi bebekler, yakılmış, parçalanmış ve ABD yapımı silahlarla vurulmuş çocuklar, enkaza çevrilmiş bir bölge– tüm dünyada yankı buldu.

Japonya’da bu görüntüler daha da derin yaralar açtı, tarihi belleği yeniden canlandırdı ve Hiroşima ile Nagazaki’nin yok edilmesiyle ürkütücü paralellikler kurdurdu –yani neredeyse hiç bina kalmayan tamamen yerle bir edilmiş şehirler.

Merakla edilen konu: Pakistan Hindistan uçaklarını nasıl düşürdü?
Merakla edilen konu: Pakistan Hindistan uçaklarını nasıl düşürdü?
İçeriği Görüntüle

1945’te ABD ordusu tarafından çekilen parçalanmış ve yanmış beden fotoğrafları, nükleer dehşeti gözler önüne sermek için Japon halkına gösterilmişti ve 1959 yapımı Fransız filmi Hiroşima Mon Amour’da da yer almıştı.

Bugün Gazze’de ise İsrail askerleri, insan hakları örgütlerinin “canlı yayında savaş suçu” olarak nitelendirdiği sadist eylemlerini canlı yayınla tüm dünyaya sergiliyor.

Her iki durumda da, şiddet sadece uygulanmıyor; aynı zamanda sahneleniyor ve kendine hizmet eden mitlerle meşrulaştırılıyor.

Japonya İmparatorluğu, Doğu ve Güneydoğu Asya ile Pasifik'te savaş suçları işlemiş acımasız bir sömürgeci güç olmasına rağmen, Hiroşima ve Nagazaki’ye atılan atom bombaları savaşın sonunu getirmek için değil, ABD’nin Pasifik’teki savaş sonrası üstünlüğünü ilan etmek için kullanıldı.

1945 başlarında, Japonya ile Sovyetler Birliği arasında savaşın bitirilmesi yönünde diplomatik temaslar başlamıştı ve bu temaslar Potsdam Konferansı’nın öncesi ve sonrasında da sürüyordu.

Aslında ilk hedef Hiroşima değildi. Asıl plan Kyushu Adası’ndaki Kokura’yı vurmaktı. Ancak bulutlu hava, bombanın etkisinin gözlemlenmesini engelleyeceği için daha açık olan Hiroşima tercih edildi.

Savaş Mitleri

Emperyalist kitlesel cinayetleri meşrulaştırmak için uydurulan birçok mittin içinde, Hiroşima ve Nagazaki’ye atılan atom bombalarının “can kurtarmak” için gerekli olduğu yönündeki ABD iddiası en dayanıklılarından biri oldu.

1955 tarihli anılarında, dönemin ABD Başkanı Harry Truman, nükleer silahların Japonya’ya karşı kullanılmasının "500.000 Amerikan hayatını kurtardığını" iddia etti.

Ancak 15 Haziran 1945 tarihli Ortak Savaş Planları Komitesi kayıtlarına göre, ABD'nin Japonya’yı işgal etmesi durumunda (sadece ABD askerleri açısından) 40.000 ölü, 150.000 yaralı ve 3.500 kayıp olmak üzere toplam 193.500 askerî kayıp öngörülüyordu. Bu tahminler Japon sivilleri veya askerlerini kapsamıyordu.

18 Haziran’da General Douglas MacArthur’un General George C. Marshall’a gönderdiği bir notta, MacArthur bu tahminlere katıldığını belirtti ve “Bu operasyon, mümkün olan en az çaba ve can kaybıyla yapılabilecek en ekonomik harekât” diyerek destekledi.

1 Nisan - 22 Haziran 1945 tarihleri arasında gerçekleşen ve 150.000 yerli Ryukyulu, yaklaşık 50.000 Amerikalı ve 100.000 Japon askerin hayatını kaybettiği Okinawa Muharebesi'nin aksine, Japon ana karasının işgalinin çok daha az ölümcül olacağı öngörülüyordu. Zira Kyushu’nun birçok noktadan çıkartmaya uygun olması, savunmayı zayıflatıyordu. Okinawa ise ağır şekilde askerileştirilmişti.

Yine de Hiroşima ve Nagazaki’ye atılan atom bombaları yaklaşık 246.000 insanın ölümüne yol açtı; bunların çoğu sivildi. Kurbanların %10-20’si ise Japon İmparatorluğu tarafından sömürgeleştirilen Kore’den zorla getirilen Korelilerdi (Zainichi Koreliler).

Dolayısıyla, bombaların “can kurtardığı” efsanesi, yalnızca Japon ve Koreli canlar bu hesaba dahil edilmezse geçerli olabilir — yani savaş mantığında yalnızca Amerikan canları değerlidir.

Yine de bu çarpık iddia, hâlâ Amerikan sağcıları ve siyonist milliyetçiler tarafından hararetle savunuluyor.

Yakın zamanlı bir Piers Morgan Uncensored bölümünde, İsrail yanlısı yorumcu Haham Shmuley Boteach, Hiroşima ve Nagazaki örneğini vererek “Truman, yüzbinlerce sivili öldürmekle savaş suçlusu muydu?” diye sordu.

Piers Morgan ise beklenildiği gibi “hayır” dedi ve Truman’ın –ki kendisi sivil halka karşı nükleer saldırı düzenleyen tek ABD Başkanıdır– ve Winston Churchill’in –1943 Bengal Kıtlığı sırasında yaklaşık 3.8 milyon Hintlinin ölümünden sorumlu olan İngiliz Başbakanı– savaş suçlusu sayılamayacağını savundu.

Araçsallaştırılan Tarih

Hiroşima artık sadece tarihi bir tartışma konusu değil. İsrail savunucuları tarafından Gazze’nin yok edilmesini haklı çıkarmak için kullanılan bir retorik aracı hâline geldi.

Piers Morgan’ın başka bir bölümünde, aşırı sağcı ABD’li radyo sunucusu Clay Travis, Pearl Harbor saldırısını Japonya’ya karşı atom bombası atılmasıyla ilişkilendirdi ve bu örnekleri “orantılılık” tartışmasına taşıdı.

Açıkçası bu tür karşılaştırmaların tarihsel saçmalığı, atom bombalarının “zorunluluk” olduğu mitinin Amerikan zihninde ne kadar yer ettiğini ve bugünkü başka bir soykırımı onaylayan siyasi-medya sisteminin merkezinde bu mitin nasıl yer aldığını gösteriyor.

Japon İmparatorluğu Pearl Harbor’a (yerli adı Puʻuloa olan bölge) saldırdığında, Hawaii adasındaki başka ABD üslerini de hedef almıştı. Ancak bu anlatılarda genellikle unutulan şey, Japonya’nın askeri eylemlerinin, ABD'nin 1893’te Hawaii Krallığı’nı yasa dışı bir şekilde devirmesi bağlamında gerçekleştiğidir. Japonya bu krallıkla 1871’den beri barış antlaşması imzalamıştı.

Yüceltilmiş Yok Oluş

ABD’nin Japonya’ya atom bombası atması, Amerikan kolektif hafızasında hâlâ “hayat kurtaran”, “ahlaki olarak haklı” ve “teknolojik zafer” olarak yer almakta.

1945’teki kullanım, Pearl Harbor’a misilleme değil, Pasifik'te ABD üstünlüğünü ilan etme stratejisinin parçasıydı. Bu kampanya, onlarca yıl süren nükleer silah testleriyle devam etti.

1 Mart 1954’te ABD, Marshall Adaları’ndaki Bikini Mercan Adası’nda “Castle Bravo” adlı ilk yüksek güçlü termonükleer bombayı patlattı. Patlama, bir Japon balıkçı teknesinin 23 kişilik mürettebatını radyasyona maruz bıraktı ve o yıl çıkan ilk Godzilla filmine ilham verdi. Filmdeki canavar, nükleer yıkımın metaforuydu. Testten kaynaklı radyoaktif serpinti, yerli Bikini halkının topraklarından sürülmesine neden oldu. Bu halk hâlâ sürgünde.

Japon popüler kültürü nükleer travmayla yüzleşirken, Batı bunu eğlenceye çevirdi. Modern bikini mayosunun tasarımcısı, 1946’daki “Baker” atom bombası testini onurlandırmak için ürüne “bikini” adını verdi. Bugün SüngerBob, Bikini Bottom’da yaşıyor. Nükleer silah yarışı, Batı'da espri, moda ve hatta çocuk eğlencesi konusu oldu.

Christopher Nolan’ın 2023 yapımı Oppenheimer filmi de bu geleneği sürdürüyor. Film, beyaz bir Amerikalı fizikçinin suçluluğunu merkeze alırken, Hiroşima ve Nagazaki’deki sivil ölümleri, nükleer testlerin ekolojik yıkımını ve Manhattan Projesi için yerlerinden edilen yerli Pueblo çiftçileri tamamen görmezden geliyor.

Sömürgeci Anlatılar ve Toplu Ölümler

Bu toplu ölümlerin estetikleştirilmesi, yüzyıllardır süren Amerikan mit yaratımı, propaganda ve milliyetçi hikâye anlatıcılığının bir parçasıdır — teknolojik şiddeti yücelten ve kurbanlarını silen bir mitoloji.

Bu kültürel ve ahlaki kopukluğun sonuçları da oluyor. 2014 yılında Philadelphia’daki bir sinema salonunda Godzilla filmi gösterilirken, bir Japon karakterin nükleer silahların kullanımına karşı yaptığı duygusal konuşma sırasında Amerikalı izleyicilerin yuhalaması bu kopukluğun çarpıcı bir örneğidir. Nükleer travmadan doğan bir film, sadece eğlence olarak tüketilmişti.

İşte aynı bu soykırımcı zihniyet, bugün Amerikan ve İsrailli politikacıların “Gazze’yi nükleyelim” gibi sözleri açıkça söylemelerine olanak tanıyor.

İsrail onlarca yıldır kendisini "savaşta test edilmiş" silahların küresel lideri olarak pazarladı. 2014’teki Gazze saldırısı sırasında hedef alınan binaların gözetleme görüntüleri, İsrail drone’larını tanıtmak için uluslararası silah fuarlarında gösterildi. Bugünkü savaşta da benzer sergiler yapılıyor. İsrailli yetkililerin, Gazze'de test edilen yeni silah sistemlerini tanıttığı bildiriliyor.

İster Japonya’da, ister Pasifik adalarında, isterse Gazze’de olsun, sivillerin kitlesel öldürülmesine izin veren ideoloji hâlâ dimdik ayakta. Bu ideoloji, kurbanların sistematik biçimde insanlıktan çıkarılmasına dayanıyor: yerli halklar, sömürgeleştirilmiş toplumlar ve artık Filistinliler. Onların acısı, sadece veri, satış istatistiği ya da propaganda malzemesi olarak görülüyor.

Ve bu yok etme sisteminin bugün Gazze’de ulaştığı ölçüsüz, vahşi ve dizginsiz noktada dünya ya başka tarafa bakıyor... ya da sadece yuhalıyor.

Yanlış Eşdeğerlik

Batı’da bazıları kurbanlara tamamen sırtını dönerken, bazıları ise Gazze’deki dehşeti kabul ediyor ama bunu yanıltıcı tarihsel karşılaştırmalarla sulandırıyor.

Gazze’deki yıkımın boyutunu Hiroşima ve Nagazaki’ye atılan atom bombalarıyla kıyaslama eğilimi giderek artıyor. Fakat bu tür benzetmeler, İsrail’in saldırılarının doğasını aydınlatmak yerine bulanıklaştırma riski taşıyor.

Siyasi yorumcu Peter Daou’nun 26 Temmuz 2025’te X’te (eski adıyla Twitter) yaptığı viral paylaşımı buna örnek:

"Bu arada, Gazze'nin boyutu bu kadar. Aşağı yukarı Brooklyn’den Yonkers’a kadar bir tren mesafesi. Şimdi bu dilimin, 6 Hiroşima bombasına eşdeğer saldırıya, kitlesel açlığa, çocukları vuran drone'lara, yıkılmış hastanelere ve katledilen yardım çalışanlarına maruz kaldığını hayal edin."

Bu tür paylaşımların niyeti anlaşılabilir — küçük ve yoğun nüfuslu bir bölgedeki yıkımın büyüklüğünü gözler önüne sermek isteniyor. Ama bu benzetmeler tehlikeli biçimde yanıltıcı.

Gazze’ye atılan geleneksel patlayıcıların toplam tonajı, en erken nükleer silahlarla bile anlamlı biçimde kıyaslanamaz, hele ki günümüzün termonükleer bombalarıyla hiç kıyaslanamaz.

1945’te Japonya’ya atılan atom bombaları, sırasıyla 15 kiloton ("Little Boy" – Hiroşima) ve 21 kiloton ("Fat Man" – Nagazaki) gücünde, yani 15.000 - 21.000 ton TNT eşdeğeri enerjideydi. Bugünkü modern termonükleer silahlar ise hem fisyon hem füzyon içeriyor ve 3.000 kat daha güçlü olabiliyor. Örneğin, 1 Kasım 1952’de Marshall Adaları’nda test edilen bir bomba, Hiroşima’dakinden 700 kat daha güçlüydü.

Bugünün “taktik” nükleer silahları bile 100 kilotonluk (Nagasaki’ye atılandan 5 kat güçlü) savaş başlıkları taşıyabiliyor.

Gazze'de 6 "Hiroşima bombası"na eşdeğer tonajdan söz etmek, sadece yanlış değil, aynı zamanda Amerikan zihninde bir anlam da ifade etmiyor. Çünkü o zihin, nükleer silahları "hayat kurtaran teknolojik mucizeler" olarak yüceltmiş durumda.

Düşünsene hacı… 6 tane “Little Boy” gücündeki bomba, Gazze'de sadece herkesi öldürmekle kalmaz; çevresindeki İsrail yerleşimlerini de yakar, Akdeniz’i, yer altı sularını zehirler. Bölge komple Çernobil’e döner.

Hatırlama ve Direniş

Haziran 2025’te eski ABD Başkanı Donald Trump'ın İran’a saldırısı öncesinde, Fordow nükleer tesisine taktik nükleer bomba atılabileceği konuşulmuştu.

Bunun yerine, B-2 hayalet bombardıman uçağıyla taşınabilen 13.607 kiloluk GBU-57 sığınak delici bombalarının kullanıldığı bildirildi. Bu stratejik nükleer savaş başlıkları gibi değil; taktik nükleer bombalarla aynı etkiyi yapmıyor ama çok yıkıcı.

O dönem düşünülen taktik nükleer bomba ise B61’di. Bu bomba hâlâ ABD stoklarında bulunuyor ve 0.3 kilotondan 300 kilotona kadar değişen versiyonları var. Yani en güçlüsü, Nagazaki’ye atılan bombadan 6 kat daha güçlü.

Bugün artık, nükleer silahların, nükleer güce sahip olmayan bir ülkeye (üstelik Nükleer Silahsızlanma Anlaşması’na taraf bir devlete) karşı kullanılmasının ciddi ciddi konuşulabiliyor olması düşündürücü.

Dahası, nükleer tehditleri konuşurken kullandığımız dile de dikkat etmeliyiz. Bu silahları kim cezasızca kullanma hakkına sahip sayılıyor?

Bugün, 6 Ağustos 2025 — sivil nüfusa karşı ilk atom bombasının kullanılmasının 80. yıl dönümünde — bizler bu kurbanların anısını ancak hibakuşa'nın (atom bombası hayatta kalanları) direnişiyle yaşatabiliriz. Onlar Filistin halkıyla, özellikle de Gazze’deki Filistinlilerle omuz omuza durmuş, ABD emperyalizmine ve Japonya’daki iş birlikçilerine karşı dimdik durmuştur.

Onların cesareti bize şunu hatırlatıyor: Direniş olmadan anma boş bir kabuktur.

Hiroşima’nın kurbanlarını gerçekten anmak istiyorsak, bazı hayatların harcanabilir olduğunu düşünen siyasi sistemlerle yüzleşmeliyiz. Bu sistemin, yerli halkları, sömürgeleştirilmiş halkları ve bugün Filistinlileri değersiz gören, askeri işgalleri destekleyen ırkçı yapısını reddetmeliyiz.

Kaynak: Middle East Eye