"Bir bölündük" söylemidir gidiyor.
9'uncu Cumhurbaşkanı bile "Fevkalade ıstırap içindeyim" demiş, gerekçe olarak da Barolardaki, medyadaki "Bölünme"yi göstermiş.
Acaba bu bölünme denen şey nasıl oluyor?
Türkiye'de, farklı siyasi partiler var, farklı farklı programlarla seçimlere giriyor, milletten rey istiyor ve farklı sayılarla Meclis'e geliyorlar. Seçim meydanlarında müthiş gerilimler oluşuyor, söylemler fırtına gibi esiyor.
Memleket bölünmüş mü oluyor?
Demokrasi farklı düşüncelerin bir arada yaşaması demek.
Medya farklı fikirler arenası...
İktisadi hayatta farklı çıkarlar var. Firmalar pazar için kıyasıya rekabet ediyorlar. Bu rekabet ortamında batanlar oluyor, çıkanlar oluyor.
Üniversiteler bilim adamlarının, gençlerin farklı fikirlerle buluştuğu, tartıştığı ortamlar.
Hatta bizde evel ezel söylenmiş şöyle bir söz var:
"Barika-i hakikat, müsademe-i efkardan doğar."
Yani, "Gerçeğin ışığı, şimşeği, düşüncelerin çatışmasından doğar..."
Diyelim başörtüsüne özgürlüğü tartışıyoruz.
Toplumun bir kesimi özgürlüklerin genişlemesinden yana, bir başka kesimi ise "Onlara asla özgürlük verilmemeli" diyor.
Bu bölünme mi oluyor?
Ya da bu bölünme ise, bölmemek için ne yapmalı?
Haydi gelin, toplumun tamamı özgürlüklerin genişlemesinde birleşsin!
Asla bölünme olmasın!
Kabul mü?
Tabii ki, bugün "Bölünme" temasını ateşleyenler "Kabul değil, oynamıyoruz" diyecekler; zaten seslerinin en yüksek tonuyla bunu söylüyorlar da.
Onlara göre, eğer toplumun tamamı, "Başörtüsüne asla özgürlük olmasın" görüşünde birleşirse, ülkede bütünlük sağlanmış olur.
Bunu ya ikna ile, ya da döve döve sağlamak gerekir.
Devrimlerin sloganı "Halka rağmen halk için..." değil mi? Yıllar bu ikna ve dövme metodu ile geçti.
Toplum ise ne ikna oldu, ne de "döve döve"ye boyun eğdi.
Üstelik bu iknacılar ve "döve döve" felsefecileri, sonunda demokrasi denen şeye boyun eğmek zorunda kaldılar.
Demokrasi ise, halkın iradesine saygı göstermek demek.
İşin alfabesi gibi olsa da söylemek gerekiyor ki, halk iradesi, temsili demokrasilerde sandıkla belirleniyor ve bir Meclis bünyesinde ete kemiğe bürünüyor.
Türkiye'de, bu meclisin adı "Türkiye Büyük Millet Meclisi"dir.
Bu Meclis bir irade ortaya koymuş.
411'e 103...
Bu rakamlardan hangisi bölünmeyi, hangisi bütünleşmeyi temsil ediyor?
Hangisi toplumun genel yönelişini, hangisi marjinaliteyi temsil ediyor?
Haa, evet, 103 de önemli.
Demokrasilerde bir kişilik temsil bile önemli.
Ama herhalde 411 kişilik temsil de önemli.
Siz kalkıp 411 kişinin evet dediği bir özgürlük açılımını bölünme diye tanımlarsanız, ya sizin mantığınız sağlıklı işlemiyordur, ya da demokrasinin mantığında bir sorun vardır.
Bu 411 kişi, toplumun bir kesiminin özgürlüğünü elinden alıyor olsa, bunu da sorgulamak haktır. "Neden" diye sorarsınız, "hangi hakla?" diye, "Bir insan hakkını nasıl ortadan kaldırırsınız?" diye...
Bu soruyu artık dünya da sorar. Çünkü insan hakkı bir ülkenin iç meselesi olarak da kabul edilmiyor bugün.
Onun için, bu soruyu, yıllar önce başörtüsüne yasak konup, üniversite kapıları başörtülü öğrencilere kapatıldığında tüm Türkiye sormalıydı. YÖK'e, rektörlere, bu yasak yolunu açan yargıya, siyasi iradeye sormalıydı. Soruldu mu? Sorulmadı. Binlerce genç kızın göz yaşını kimse görmedi.
Bugün bir Millet Meclisi'ne, "toplumun önemli bir kısmını boğan bir yasağı neden kaldırıyorsunuz?" diye sormak abestir.
Kendileri eğitim hakkını tepe tepe kullananlar, ülkenin başka çocuklarının eğitim hakkına mani olmak istiyorsa, asıl bölücülük budur.
Evet, abes olan, çirkin olan, yanlış olan, çağ-dışı olan tam da budur.
103 kişi diyor ki, 411 kişi bizden ayrıldı... 411 kişiyi ifade eden temsili rakam, toplumun yüzde 80'ine tekabül ediyor.
Toplumun yüzde 80'i özgürlük düşüncesinde buluşuyor, bu bölünme oluyor.
Bu 9'uncu Cumhurbaşkanımız için derin ıstırap kaynağı oluyor.
Bu mantık karşısında güler misiniz, ağlar mısınız?
Ne yapmalı başörtülü çocuklar?
9'uncu Cumhurbaşkanını derin ıstırap içinde bırakmamak için, eğitim haklarından, ya da dini hassasiyetlerinden vaz mı geçmeli?
Bir ünlü şair için anlatılır:
Treni kaçırmış, ama kendisine de toz konsun istemiyor:
-Ne o üstad, treni mi kaçırdınız, diye soranlara,
-Yok canım, demiş, kovdum gitti.
Milletle iletişim sorunu yaşayan siyasi veya gayrı siyasi kadrolar da, kendilerine bakacaklarına millete bölünme izafe ediyorlar.
Oysa onlar için tren çoktan kaçtı...
Geriye bunun idraki, ya da jetonun düşmesi kaldı.
Dileyelim o süreç memleketi üzmesin.