Bayan Merkel Türkiye'ye niçin geliyor? 
 
 
Başbakan Merkel'in Ankara ziyaretini sorgulamak, retorik bir yaklaşım değil, ziyaretin ilginç soruları çağrıştıran altyapısından kaynaklanıyor. Ziyaretin Almanya Dışişleri Bakanı Westerwelle'nin en başarılı ziyaret sayılan Türkiye ziyaretinden hemen sonra gerçekleşmesi, şüphesiz tesadüf değildir.
 
 
 
Dışişleri Bakanı, Ankara'dan dolu valizle dönmüş ve Başbakan'ın ziyaretini gerektirecek veriler içermiş olabileceği gibi, Westerwelle'nin verdiği mesajların ayarını vermek gereğini duyduğu için de gelmiş olabilir. Sadece Westerwelle'nin ziyareti sırasında yaşanan tartışmalar değil, Bayan Merkel'in ziyaret öncesi Türk gazetecileri ile yaptığı sohbette "imtiyazlı ortaklık" meselesine eğilmesi, bu tür yorumları gündeme taşıdı. Biz Bayan Merkel'in "imtiyazlı ortaklık" meselesini konuşmak için Ankara'ya seyahat etmenin gereksiz olduğunu bilecek kadar zeki olduğunu düşünüyoruz. Kaldı ki Sarkozy'nin kullanmamaya karar verdiği bu terim, Almanya kamuoyu ve partisi CDU tabanına yönelik bir mesaj olduğu için, Ankara'da değil Berlin'den verilmesi gereken bir mesajdır. Bayan Merkel'in valizinde şüphesiz AB-Türkiye ilişkileri, müzakere süreci, Kıbrıs sorunu gibi konular vardır. Fakat ziyaretin bu konularla sınırlı olduğunu düşünmüyoruz. İsterseniz bu konulara ve valizde olduğunu duyduğumuz ve sandığımız diğer paketlere eğilmeden önce, Bayan Merkel ve Almanya-Türkiye ilişkilerine bir göz atalım. Zira Bayan Merkel'i anlamadan, politik misyonu üzerine fikir yürütmek yüzeysel kalabilir.

Bayan Merkel, Almanya'nın ilk kadın başbakanı. Almanya Başbakanı'nı, ziyaretlerinde, Berlin ve Brüksel'de izlemek, siyah ve gri renklerin etkin olduğu erkeler ormanında, bazen yeşil, bazen kırmızı renklerle yalnız izlenimi veren bir kadın görüntüsüdür. Kadın haklarının önemli bir sorun teşkil ettiği Türkiye'de gözler Avrupa'da olsa da, kadın hakları burada da hâlâ önemli bir mesele. AB ülkelerinde bu yıl ücret eşitliği için kampanya yürütülüyorsa, kadınların hâlâ aynı iş için % 25 daha az ücret almalarından kaynaklanıyor. Almanya başbakanı olmak kolay değil, bir kadın için ise oldukça zor. Kadın kotası uygulayan Yeşil, feminist kültürün beşiği olmayan Hıristiyan Demokratlarda tüm erkek rakipleri aşarak zirveye tırmanmak, bugünün Almanya'sında bile bir kadın için olağanüstü bir başarıdır. Almanya basınında Bayan Merkel üzerine çıkan analizlere biraz yakından bakmak, giderek Başbakan'ın iki özelliğinin öne çıktığını görmek için yeterlidir. "Bayan Merkel bugün Almanya'nın en etkin ve en zeki politikacısıdır" diyor yorumlar. Zekâ konusunu derinleştirmeyelim, olağanüstü zeki olduğunu örneklemek zor değil. En güçlü, en etkin politikacı kimliği ise Avrupa Birliği için olduğu gibi Türkiye için de önemlidir. AB ve Türkiye boyutuna eğilmeden, Bayan Merkel'in Almanya etkinliğine bir göz atalım ve politik güç kaynaklarını anlamaya çalışalım.

ÜYELİK DEĞİL MÜZAKERELER KONUŞULACAK

Bayan Merkel, bir bakıma Birleşik Almanya'nın çocuğu ve ürünü. Helmut Kohl'ün genç yaşta çevre bakanı olarak kabinesine aldığı ve "Mädchen" - kız lakabını kullandığı Bayan Merkel, son yıllarda sadece partisi CDU'yu değil, Almanya'yı da değiştirdi. Partisi CDU artık, Kilise ile dirsek temasında, muhafazakâr bir parti olmaktan oldukça uzak. Modern liberal büyük şehir değerlerinin etkinlik kazandığı partisi CDU, belki bu yüzden ayakta kalan tek halk partisidir diyebiliriz. Bayan Merkel'in CDU'su, Kohl döneminde olduğu gibi yabancıları, Türkleri seçim malzemesi yapan popülist bir parti değil artık. SPD-Yeşiller döneminde bile gerçekleşmeyen Müslümanlarla diyalog arayışı ve Konsey girişimi, Bayan Merkel'in toplumsal entegrasyon konusunda geniş düşündüğünü gösteriyor. Herhalde bu politikası sayesinde partisi hâlâ geniş bir seçmen tabanına hitap edebildiği gibi, Almanya'da bugün Bayan Merkel'in iktidar alternatifi yoktur diyebiliriz. Koalisyon hükümeti CDU-FDP'nin alternatifi, CDU-Yeşiller veya CDU-SPD'dir. Son seçimlerde % 20'lere doğru gerileyen SPD doğrulamadığı sürece Bayan Merkel'in Almanya'nın önümüzdeki yıllarda kaderini belirleyecek konumda olduğunu düşünmek yanlış olamaz. Selefi Kohl 15 yıl başbakanlık yapmıştı, Bayan Merkel beş yıldır işin başında.

Almanya basınında Başbakan'a yöneltilen en ağır eleştiri, tüm bu etkinliğine rağmen, büyük projelerinin olmadığı ve Koalisyon, hatta partisinin çok sesli, çelişkili olduğu ve kendisinin bu "her kafadan bir ses" görüntüsüne pek ses çıkarmadığıdır. Buna birçok örnek verebiliriz; konumuz olduğu için Türkiye politikasını alalım. Westerwelle'nin Ankara'da sempati ile karşılanan "ahde vefa" ilkesini öne çıkararak AB ile müzakerelere destek vermesi, Almanya'da tamamen farklı yankılandı."Ben burada kısa pantolonlu bir turist olarak bulunmuyorum. Almanya dışişleri bakanı olarak konuşuyorum. Burada ne söylüyorsam o geçerlidir." diyerek politik karar merkezi hükümetin gerçek temsilcisi olduğunu vurguladı Westerwelle. Bu cümleyi, Türk basını kendi kamuoyuna verilmiş bir inandırıcılık jesti olarak algıladığı için öne çıkardı. Özünde bu cümle Ankara'ya değil, Berlin'e dönerek söylenmişti. Westerwelle'nin Türkiye'ye kapalı kapılar ardında üyelik sürecine destek vereceğinden korkan koalisyon ortağı CSU'nun genel sekreteri Alexander Dobrint partisinin Türkiye ile müzakerelerin kesilmesini istediğini hatırlattı. CDU Parlamento Grubu dış ilişkiler sözcüsü Philip Mißfelder Frankfurter Allgemeine Zeitung'a verdiği bir demeçte, CSU'nun Türkiye için öngördüğü "imtiyazlı ortaklık" politikasını paylaştığını vurgulamakla yetinmedi, "Türkiye üyelik için uygun değil" diyerek köktenci katı bir tavır da sergiledi. CDU içerisinde önemli bir konumu olan ve Bundestag Dişişleri Komisyonu başkanı Ruprecht Polenz ise Westerwelle'nin Ankara'da "hükümetin tümünü" temsil ettiğini vurgulayarak Dışişleri Bakanı'na destek çıktı ve CSU'nun Türkiye politikasının koalisyon protokolünde dayanağı olmadığının da altını çizdi.
 
Sadece "hükümetin tümünü" değil, Ankara'da Almanya'yı temsil edecek olan Başbakan Merkel'in Dışişleri Komisyonu Başkanı Polenz gibi düşündüğünü varsaymak yanlış olmaz. Bayan Merkel, üç muhalefet partisi SPD, Sol ve Yeşiller'in Türkiye politikası göz önüne alındığında "imtiyazlı ortaklık" teriminin Bundestag'ta çoğunluğu bulamayacağını biliyordur şüphesiz. Bu yüzden ziyaretinde müzakerelerin "önü açıktır" cümlesini öne çıkarsa da, AB kararlarına girmemiş Koalisyon protokolünde temeli olmayan bir terimi ziyaretinin merkezine oturtacağını beklemek yanlış olur. Bu yüzden Başbakan'ın AB konusunda kullanacağı terimleri, terimlerin kapsamını ve sadece Ankara'da değil, Berlin'deki yankılarını yakından izlemek gerekir. Bizim gözlemlerimiz, Bayan Merkel'in Türkiye'nin üyeliğine bugün sıcak bakmasa da, "önü açık" terimini AB kararlarına girdiği gibi, ileride olası bir üyelik için de kullandığını düşünmek yanlış olmaz. Başta söylediğimiz gibi Bayan Merkel'in valizinde, bugün teorik bir tartışma olan "üyelik" meselesi değil, tıkanmakla yüz yüze olan "müzakereler paketi" olduğunu düşünüyoruz.

AB ile müzakerelerde 14 başlığı tıkamış bulunan Kıbrıs meselesinin ise bertaraf edilmesi gereken en büyük engel teşkil ettiğini Almanya Dışişleri yakından biliyor. Finlandiya'dan 2007 başında devraldıkları AB dönem başkanlığında konuya eğilmek istemiş sonra vazgeçmişlerdi. Birleşik Kıbrıs'ın giderek politik gündemden düşmekte olduğunu göz önüne alırsak, Bayan Merkel herhalde "Ankara Protokolü", yani limanlar meselesini masaya koyacaktır. Bu konuda esnek olan hükümet ise herhalde Kuzey'e uygulanan izolasyonun kaldırılmasını kapsayan AB-Konsey kararını hatırlatacak, çözüme açık olduğunu söyleyecektir. Bu yüzden Bayan Merkel'in bu iki konuda vereceği mesajları Ankara'da iyi okumak gerekir.

İflasın eşiğinde ve AB'nin ana gündem maddesi olan Yunanistan'ın Türkiye ile ilişkileri de görüş alışverişini aşan bir boyutta konuşulacaktır herhalde. Ortadoğu krizi, İsrail ile ilişkiler ve Kudüs meselesinde Almanya'nın hassasiyeti bilindiği için, görüşmeler durum analizi ile sınırlı kalabilir. Sadece nükleer teknoloji ve atom bombası ihtirası ile değil, derin politik iç kriz yaşayan İran ve bu ülkeden gelen binlerce sığınmacının durumu da önemli bir konu olacaktır şüphesiz. Bu konu ile dolaylı da olsa ilgili iki konuya eğilerek yazımızı bitirelim.

VİZE KONUSUNDA TÜRKİYE'YE ÇİFTE STANDART UYGULANIYOR

AB ile Türkiye arasında aralık ayından beri iç içe olan iki konu görüşülüyor, "geri dönüş anlaşması" ve vize sorunu. Özellikle AB ile müzakerelere bile başlamamış olan Sırbistan'a AB'nin "insanların yakınlaşmasını sağlamak için" vize uygulamasını kaldırması bugüne kadar bu konuyu önemsemeyen bizim Dışişleri'ni bir bakıma uyandırdı diyebiliriz. Sadece sembolik değil, politik, ekonomik ve Avrupa'da yaşayan üç milyonun üstünde Türkiye vatandaşı için sosyal boyutu da olan vize meselesi Ankara tarafından masaya getirilirken, Bayan Merkel sığınmacıların "geri dönüşünü" hedefleyen anlaşma üzerinde duracaktır. Ankara, bu konuda oldukça esnek ve anlaşmaya açık görünüyor. Aynı zamanda vizesiz seyahat için Haziran 2010'a kadar Schengen bölgesi için gerekli altyapı olan diyametrik pasaportları uygulayacağını söylüyor. Vize konusunda Almanya, AB içerisinde en etkin ülke olduğu için, Ankara çözümü Bayan Merkel ile aramaya çalışırsa zaman kazanmış olur. Bayan Merkel'in "geri dönüş anlaşması gerçekleşsin, vize meselesini sonra konuşuruz" yaklaşımı, bu konuda, anlaşılır olsa da yapıcı değildir. Üyelik konusunda tarih vermek gerçekçi olmayabilir, vize konusunda bir tarih belirlemek üyelik müzakeresi sürdüren bir ülke vatandaşları için anlaşılmaz olduğu gibi, "imtiyazlı ortaklık" için bile gereklidir sanıyoruz.Vize meselesi aynı zamanda Almanya iç politikasıdır. İki milyonun üzerinde insanın aile yaşamı ve ilişkisi vize uygulamasından etkilenmekte, gereksiz baskılar uygulanmaktadır.

Almanya'daki Türkiye vatandaşlarının ve Türkiye'deki Almanya vatandaşlarının durumu da herhalde masada olacaktır görüşmelerde. Başbakan Erdoğan, Bayan Merkel'le sadece sorunları konuşmakla kalmayıp, İslam Konseyi girişimi ile insanları kucaklamaya çalıştığı için, Bayan Merkel ile Türkler seçim malzemesi olmaktan çıktığı için teşekkür etse fena olmaz. Ayrıca Köln konuşmasını hazırlayan çevrelere de mesafeli olması, Almanya'yı doğru okuyabilmesi için ilk adım olmalıdır. Zira o konuşmanın kırdığı testi parçaları üzerinde yürümek, Almanya ile yapıcı diyalog ve yakın ilişkiler için iyi bir altyapı değildir.

Unutmayalım; Almanya, Türkiye'nin AB'deki sadece en önemli ekonomik ortağı değil, üyelik yolunda en önemli dayanağıdır. Müzakere süreci nasıl Almanya'nın SPD-Yeşiller koalisyonunun girişimi ile başladı ise üyelik de sadece Almanya'nın olumlu bir girişimi ile gerçekçidir. Kim bilir, Helmut Kohl'ün önce karşı olduğu Doğu politikasına sahip çıktığı ve Almanya'yı birleştiren başbakan olduğu gibi, belki "das Mädchen" Türkiye'yi AB'ye taşıyan başbakan olabilir bir gün. Uzun zaman iktidarda kalmasını gerektiren bir varsayım.

Kaynak: Zaman