Varoşların ve "temelci muhafazakarların" * oyuyla cumhurbaşkanlığı seçimlerini kazanan Ahmedinejat'ın iktidarı süresince kullandığı söylemler ve icraatları, kendi taraftarlarını ve muhafazakar siyasileri bile rahatsız edebilen sürpriz çıkışlar içeriyor. Bu siyasetçi, İstanbul'da bulunduğu günlerde yaptığı konuşmalarda, zamanında dış politika alanında sert eleştiriler yönelttiği selefi Hatemi'den pek de farklı olmayan, dostluk ve barış temalı mesajlar içeren açıklamalar yaptı. Ziyareti için Ahmedinejat'ın adres olarak İstanbul'u seçmesine karşılık, bu ülkenin Türkiye ziyaretleri sırasında sıklıkla gündemle gelen "Anıtkabir ziyareti" konusu bu kez farklı bir üslupla ele alınarak açıklandı, İranlı siyasetçiler tarafından. Bu ziyaret İranlı yetkililerce, komşu ülkelerin "değerleri ve kutsallarına saygı" çerçevesinde izah edildi.
Bu retoriksel değişme, İran'daki muhafazakarların yeni siyasal koşullara uyum konusundaki esnekliğinden öte anlamlar taşıyor. Devrim'den sonraki yıllarda sadece Özal döneminde görece bir iyileşme gösteren Türkiye-İran ilişkileri AK Parti iktidarı döneminde yeni bir içerik kazandı. Devrimden hemen sonraki yıllarda İran, "devrimin ihracı" bağlamındaki şiarların Türkiye'ye aktarımı nedeniyle, Türkiyeli "laikçi" kesimler tarafından ülkedeki bütün kötülüklerin, özellikle de laik aydınlara yönelen faili meçhul cinayetlerin gönderildiği bir adrese dönüşmüştü. İran'ın devrimin ilk yıllarına özgü heyecanını yansıtan ve savaşın getirdiği koşullarla bütünleşen 'devrimin ihracı" söylemlerinin içerdiği temaların Türkiye'deki alımlanış biçimleri, bu cinayetlerin İran'a hatta Türkiye'deki dindar kesimlere yüklenmesini kolaylaştırıyordu. Yıllar yılı terör kurbanı aydınlar konusunda zanlı olarak İslami kesim gösterildi. Çoğu dindar insan, "sıradan" bulunan insanlar özellikle, aklı ve vicdanıyla bu ölümlerin ardında bambaşka bir tezgahın var olduğunu fark ediyor ve eli kalem tutanlar da bu konudaki kuşkularını yazıya döküyorlardı. Ergenekon örgütlenmesi bağlantılarıyla bu cinayetlerin içyüzü açığa çıkmaya devam ediyor.
İçinde bulunduğumuz dönemde iki ülkenin de birbirlerini ideolojik önyargılardan uzak bir iyi niyetle, yeniden kavramaya çalıştığını söylemek olası. İran dış politikasının ana hatları genellikle bellidir, hükümetler değişse de istikametler ve kırmızı çizgiler kolaylıkla değişmez. İranlı muhafazakarların Ahmedinejat örneğinde dış politika alanında reformistlere göre şu geçen dört yıl içinde "daha şahin" bir manzara sunduğu söylenebilir. Fakat tarihin (ve talihin) bir cilvesiyle ve bölgedeki diplomasi trafiğini dikkate alarak, şu dönemde İran yönetiminin Batı ülkeleri ile arasında mevcut olan sorunları aşma konusunda Türkiye'nin (arabuluculuk olarak adlandırılmasa bile) bölge içinde ve uluslar arası bağlamdaki etkin politikalarını önemsediğini söylemek mümkün görünüyor.
Gerçi bu "önemseme", o kadar da şaşırtmamalı okurlarımızı. Seçme ve seçilme alanlarında uğradıkları haksızlık ve müslüman olarak dönemlerinin dilini kavrama konusundaki çabaları nedeniyle İranlı reformistlere yakın olduğumu ifade ediyorum yazılarımda. Bununla birlikte reformistlerin söylemsel (ve eylemsel) alanda tezler oluştururken Batı'ya uzandıklarını, bunu da Türkiye'yi atlayarak yapmaya çalıştıklarını da dile getiriyorum. Bu yaklaşım, reformistleri ülke içinde sessizleştiren ya da yılgınlığa düşüren faaliyet ve oluşum anlayışlarından çok bağımsız değil. Reformist hareket, devrimin ilk dönemlerinde aydınlar ve siyasiler ve din adamları tarafından telaffuz edilen özgürlük, adalet ve katılım gibi şiarların derinlemesine tartışılması ihtiyacının doğurduğu bir dalgaydı. Hatemi'nin cumhurbaşkanı olduğu 1997 yılında, rejimin dışladığı kesimlerle reformistler arasında bir uzlaşma ve söyleşme zemini kurulduğu söylenilebilir. Bununla birlikte reformistler, geleneksel kurumlarla ilişkilerini sürdürmeye muhafazakarlar kadar önem vermedikleri gibi, bu kurumların yerini alacak modern siyasal ve sosyal örgütlenmeleri gerçekleştirme konusunda da gerektiği kadar başarılı olamadılar. Benzeri şekilde, dış politika alanındaki potansiyellerini dünya kamuoyuna kendilerini ifade etme ve Batı ülkeleri ile aralarındaki sorunları düzeltmeye yönlendirdikleri için, İslam ülkeleri ile ilişkilerinin gelişmesine gerekli özeni gösterme fırsatını bulamadılar.
Muhafazakar Ahmedinejat hükümeti ise bir devlet politikası olan nükleer enerji üretimine yoğunlaştı geçen dört yıl içinde. Ahmedinejat'ın Türkiye'yi ziyareti, İran devletinin, Batı ile aralarında mevcut olan nükleer enerji krizi gibi konularda Türkiye'nin bölgede son yıllarda kazandığı itibarı dikkate aldığını gösteriyor. Bununla birlikte ziyaretin Cumhurbaşkanı Ahmedinejat açısından taşıdığı daha özel bir anlamdan da söz etmek mümkün görünüyor bana.
Geçtiğimiz iki ay içinde bölge ülkelerinin başkanları arasında yoğun bir ziyaret trafiği yaşandı. Suriye Devlet Başkanı Beşir Esad önce İran'a gitti, hemen ardından Türkiye'ye geldi. Irak Başbakan Yardımcısı'nın Türkiye'yi ziyaretini, Ahmedinejat'ın Türkiye ziyareti izliyor. Ziyaretlerdeki eşzamanlılık, politik açıdan bir mesaj veriyor: Türkiye bölgede mevcut gerginliğin yumuşaması konusunda aktif bir rol üstlenmiş bulunuyor.
Bir yıl kadar sonra İran'da yeni cumhurbaşkanlığı seçimleri yapılacak. Ahmedinejat, görevde bulunduğu dört yıl boyunca enerjisini genellikle uluslar arası ilişkilerde, dozu yüksek ve gerilimi tırmandıran açıklamalar için sarf etti. Ülke içindeki meselelerin halli konusunda ise aktif bir politika izlemedi. Sürekli bakanlarını ve bürokratlarını değiştiren, hükümetinin üyeleriyle istişareden kaçınan, dünyada oluşturduğu imajın gücüne güvenerek destekçisi olan muhafazakar grupları kendinden uzaklaştıran fevri ve pragmatist bir siyasetçi izlenimi uyandırdı ülkesi kamuoyunda. Bu nedenle de giderek muhafazakar politik grupların desteğini yitirmeye başladı. Petrol fiyatlarının iktidarı süresince hızla yükselmesine karşılık, ülke içinde pahalılığın artış göstermesi nedeniyle halk içinde Ahmedinejat'a karşı bir tepkinin gelişmekte olduğu söylenilebilir.
Türkiye ziyareti, açıklamalarıyla dünya kamuoyundan düşmeyen İran cumhurbaşkanının, dış politikadaki köklü sorunları bir süre uzağında tutacağı bir sürece açılması anlamına geliyor.
Dış politika alanındaki gerginliğin görece olarak yatışması İran Cumhurbaşkanı'nın, önümüzdeki seneyi ülke içinde ekonomi alanında köklü reformlar yapmaya zaman ayırabilmesi anlamına gelecek. Devletin temel tüketim maddeleri alanında halka verdiği desteği kaldırarak yoksul kesimlere yönlendirmek, bankacılık sisteminde faiz konusunda mevcut olan belirsizliği çözümlemek, bütün vatandaşları vergi mükellefi yapacak bir düzenlemeye gitmek, mafyayla ve karaborsayla mücadele gibi başlıkları var, bu reform demetinin.
İran'ın kalkınma programlarında mevcut olmakla birlikte hiçbir hükümetin gerçekleştirmeyi göze alamadığı bu köklü reformları gerçekleştirmeyi tasarlaması, Ahmedinejat'ın ya çok cesur, ya da iç politika alanında çok zor durumda bir lider olduğunu gösteriyor. Yapmayı tasarladığı reformlar ülkedeki ekonomik dengeleri altüst ederken enflasyonun ve pahalılığın tırmanmasına yol açacak. Bu da en fazla Ahmedinejat'ı seçimle iş başına getiren varoşlardaki dar gelirli nüfusu etkileyecek.
*İran'lı muhafazakarlar arasında yaptığım "kalkınmacı" ve "temelci" şeklindeki isimlendirmeleri, İran siyasi terminolojisine dayanarak Türkçe'ye aktarıyorum. İranlı muhafazakarlar kendi içlerinde yekpare bir bütün oluşturmuyorlar. Reformist siyaset yazarlarına göre Ahmedinejat'ı destekleyen Kalkınmacılar grubu, gelenekselci muhafazakarlardan 'temelci' ya da 'egemenlikçi' nitelikleriyle ayrılıyorlar. 'Gelenekselci' muhafazakarlarla 'temelci' muhafazakarlar arasındaki başlıca ayrım, kültüre ve tarihe bakış açılarında kendini gösteriyor. 'Temelci muhafazakarlar', devrimin başlarında 'yeni sol' olarak değerlendirilmelerine sebep olan mustafazafların kurtuluşuna, müminlerin kardeşliğine vurguda bulunan sloganlarıyla kendilerini reformistler kadar gelenekselci muhafazakarların da üstünde gördükleri izlenimini uyandırıyorlar. Siyasal örgütleri olan Kalkınmacılar grubu, sosyal adalet talep eden, emperyalizmi eleştiren söylemleriyle yer yer solcu olarak anlaşılabilirse de, özellikle iktidar ve devlet görüşleriyle, demokrasi ya da insan hakları gibi alanlardaki yaklaşımlarıyla sol bir bakışa sahip değil. Bu gruba göre esasında "temelcilerin" sahip olması gereken devlet, geleneksel kurum ve işleyişlerin koruyucusudur, halk için en doğru kararları alacak vasi bir yapıdır. Devletin asıl sahipleri olması gereken bu kesimin bağlı olduğu kimi din adamları, iktidarı ellerinde tutmak için seçimlerde hile yapmanın mübah olduğunu dile getirmişlerdir.
Pek çok reformist siyasetçi ve aydın, Ahmedinejat'ı cumhurbaşkanlığı seçimleri sırasında destekleyen 'temelci muhafazakarların', Ayetullah Humeyni'nin devrimci sezgilerini ve kararlarını da yorumlamakta yetersiz kalan, özeleştiriye ve muhalefetin sesine kapalı anakronik bir eğilimi temsil ettiğine inanır.
Yeri gelmişken, temelci ve gelenekselci muhafazakarlar arasındaki devrimden çok önceki yıllara uzayan ayrımı köklü olarak inceleyen bir çalışmadan söz etmek istiyorum, www.dunyabulteni.net okurlarına: Baqer Moin, Son Devrimci Ayetullah Humeyni, tercüme: Osman Cem Önertoy, Elips yayıncılık; Ocak 2005.
Prof. Hamit Algar, İslam Devriminin Kökleri (The Roots of Islamic Revolution), İşaret Yay. İstanbul, 1989