En son söylenecek sözü en başta ifade edeyim: Ahlak tartışması ahlaki zeminden kayıyor.

Tıpkı ahlak gibi ahlaki zeminin neye göre belirleneceği tartışmasına da yol açabilir bu ifade. Ama dünyanın hiçbir ülkesinde toplumsal normlarla ahlak ilişkisi bizde yapıldığı gibi başıboş ve saçma düzeyde tartışılmaz. Ne kadar muhalif olursanız olun toplumun temel değerlerinin neler olduğunu, nereye kadar bunlara karşı çıkılıp çıkılamayacağını, karşı çıktığınızda da ne türden tepkiler alacağınızı bilirsiniz. Bizde yürütülen tartışma, bir yanda ahlakçı bir ahlak savunusunun yapıldığı, diğer tarafta hiçbir ortak değerler hafızasının olmadığı bir toplumda yapılıyor izlenimi veriyor.

Her toplumun ahlaki ölçüleri vardır; Türkçe'de bizzat ahlak kelimesinin etimolojisi bile referansını nerden aldığının göstergesidir.

Her türlü değere liberal, bireysel tercih olduğu gerekçesi ile karşı çıkılması gibi ahlak savunması yapılan düzlem de çelişkilerle dolu. Temel çelişki bu toplumun ileriye dönük hamlelerinde hangi medeniyet değerlerini, kriterlerini esas alacağıyla alakalıdır. Yoksa, bir davranışı ister ahlaklı ister ahlaksız sayın her dönemde ahlak dışı davranışlar olmuştur, olacaktır da.

Toplumun yerleşik değer yargıları ile değişim dinamikleri arasındaki uyum ve çelişkinin neye göre sağlanacağı sorusu bu tartışmada taraf olan her kesimin yüzleşmek zorunda olduğu bir sorudur.

Bu soruyu her türlü değeri bireysel özgürlük ve tercih bağlamında liberal etikle açıklama geliştirerek aşmaya çalışanların tarih ve toplum karşısında içine düştükleri çelişki temel bir açmazdır. İnancı, kültürü, geleneği ve toplumsalı bir kenara bırakan, evrensel bir kabul olarak ahlaka hiçbir anlam getiremeyen boş bir itirazdır. Ve özgürlükle alakası da yoktur. Bu muğlak, belirsiz, her şeyi mubahlaştıran bir normsuzluktur.

Ahlak gibi muhafaza edilmesi gereken bir değerin savunulmasında muhafazakarların iki temel çelişkisi olduğunu düşünüyorum.

Muhafazakar iktidarlar geleneksel ve toplumsal normlar karşısında ne kadar tutucu/konservatif/muhafazakar olmuşlarsa siyasal anlamda o kadar zıt şekilde değişimi, dönüşümü savunan politikalar izlediler. Bu duruma yakın tarihte Özalizm uygulamalarında tanık olduk. Liberal politikalar teker teker uygulanır, küreselleşmeye kapı açılırken toplumsal anlamda gelenekten, muhafazakarlıktan yana söylem dillendirildi.

Bu çelişik gibi duran politikaların en yoğun hali on yıl içinde yaşandı. Türkiye'nin Avrupa Birliği'ne giriş stratejisinin adeta varlık-yokluk meselesi yapılması, Kopenhag kriterlerinin toplumsal ve siyasal hayatı belirleyen bir norm haline gelmesinin toplumsal sonuçlarının olmayacağını kimse savunamaz. Eğer Avrupa Birliği'ne giriş bir medeniyet projesi olarak kabul edilmişse bu medeniyetin değer yargıları, hayat tarzı ve bunları biçimlendiren normları da beraberinde gelecek demekti.

Cumhuriyet'in ilanı medeniyet dönüşümü bağlamında tarihte atılmış en radikal karar idiyse Avrupa Birliği'ne giriş konusunda alınan devlet kararının uygulamaya konması da o derece radikal adımdı. Nitekim aynı dönemde AB yönünde radikal adımlar atan hükümetin 'zina yasası' konusunda geri adım atmak zorunda kalması bu süreçten bağımsız düşünülemez.

Benzer biçimde neoliberal politikalar nasıl devletin elini ekonomiden çekmeye zorlayıp piyasaya müdahale imkanı bırakmadıysa, sosyal ve bireysel hayata dair normların önemli kısmında da benzer şekilde bireyselleşme, bir tür görecelik yaşanacaktı.

Liberallerle kurulan ittifak siyasal ve ekonomik alanda adeta sorunsuz işlerken ahlaki, kültürel konularda muhafazakar kadroların muhafazakarlıklarını hatırlamasıyla sorun çıkması şaşırtıcı gelmiyor. Dinin ahkamını uygularken bile bireysel tercihi tartışmasız referans kabul eden muhafazakar nesillerin yetiştiği bir Türkiye'de ahlak tartışmalarının zemininin çok farklı düzleme kaydığını iktidarın fark ettiğini sanmıyorum.

Ahlaki değerleri önemseyen, yaşayan, savunan kitlelerde ortaya çıkan ve yüzleşilmesi gereken temel çelişkilerden biri de ahlak algısı ve bunun tezahürleriyle ilgilidir. Ahlaki tutum söz konusu olduğunda son derece titiz olan, bireysel hayatında bu yönde çaba gösteren, hatta zaman zaman bu tavrını abartanların toplumsal sorumluluk söz konusu olunca, toplumsal ve siyasal anlamda ahlak konularında adeta duyarsız olmalarıdır. Bireysel ahlaki zaaflara ve yanlışlara hassasiyet gösterenlerin, söz gelimi kamunun haklarını savunma, harcama, gözetme konusunda hiç de duyarlı olmamaları gibi farklı bir ahlak algısı ortaya çıkıyor. Siyaseten meşrulaştırılan yanlışlar, kul hakkına giren tasarruflar karşısında tepkisizlik, duyarsızlık da ahlak alanına girer.

Her toplumun ahlak normları bir günde oluşmaz, bir günde de ortada kalkmaz. Uymasanız bile buna saygı göstermelisiniz. Türkiye'nin çelişkisi ahlak gibi referansını büyük ölçüde din ve kültürel kriterlerden alan, tarihsel süreçte şekillenen değerlerle siyasetin yöneldiği medeniyet kriterleri ve adeta zorla uygulatılan çağdaş değişim normları arasındaki uçurumdur. <<<DEVAMI>>>