ABD ve Suudi Arabistan'ın stratejik politikalarının Ana unsurlarının az çok uyumlu olduğu zamanlardan onlarca yıl sonra Amerika Birleşik Devletleri aniden Suudi senaryosuna göre hareket etmemeye başladı. O, Suriye direnişine açık çek vermiyor; İran'a karşı tutumunu yumuşatmayı düşünmeye cüret ediyor; hafif de olsa Bahreyn'in ülkedeki Şii çoğunluğa baskılarını eleştirmeye cesaret etti; ve nihayet bu yaz Cumhurbaşkanı Muhammed Mursi'nin görevden alınmasıyla Mısır ordusunun ülkedeki siyasi önceliğini yeniden ileri sürmesi.

Obama yönetimi yakında kendi çizgisine gelmezse Washington'la ilişkilerinde "büyük bir değişiklik" olacağı uyarısında bulunan, uzun süre Suudi Arabistan'ın Washington büyükelçisi olarak görev yapmış, şimdi de Milli Güvenlik Başkanı olan Bandar bin Sultan'a göre, bu durum işleri halletmeyecek.

Çoğu kişi ani zuhur eden hidrolik kırılmanın ABD'nin yurt içindeki petrol rezervlerini çok arttırdığını ve ABD'nin Suudi petrolüne ihtiyacının kalmadığı zamanın yakında geleceğini, kötü ilişkilerin de bundan kaynaklandığını düşünüyor. Ama bu en kuvvetli ihtimalle hüsnükuruntudur. Zira ABD hiçbir zaman kendi tüketimi için Suudi petrolüne bağımlı olmadı. İkincisi, yeni teknolojilerle çıkarılabilecek olan rezervlerin, keşfedilen kaynakların tahmin edilen miktara yakın olacağı halen çok açık değildir. Ve üçüncüsü, son 60 senede askeri ve stratejik mülahazalar petrolle eşit derecede önemli rol oynadığından dolayı ABD-Suudi ilişkisi her zaman için petrolden daha fazlası hakkında oldu.

Suudiler ve İsrailliler: Tel el

ABD Dışişleri Bakanı John Kerry ve Suudi mevkidaşı arasında bu hafta Paris'teki tüm "sıcak dostluk" ve "verimli ve keyifli" öğlen yemekleri konuşmalarını duyan biri, bahsedilen ülkenin Suudi Arabistan değil İsrail olduğunu düşünürse mazurdur. Gerçekten de tarihi olarak konuşursak ABD ve Suudi Arabistan arasındaki "özel ilişki" ABD-İsrail ilişkisinden daha eski ve hatta daha derindir. ABD-Suudi Arabistan ilişkisi, İsrail'in, 1967 savaşındaki performansıyla değerini "ispatlamasından" çok önce 2. Dünya Savaşı'na, Suudi Arabistan ABD'nin jeostratejik planlamalarının merkezine yerleşmesine kadar gider.

Şüphesiz, Sovyetler Birliği'nin "radikal" olarak adlandırılan Arap ülkelerine olan desteği, hem Suudi hem de İsrail çıkarlarına aykırıydı. Bu yüzden her iki ülke de İran ve sonunda Mısır'la birlikte ABD'nin 1970'lerde bölgedeki savunma politikasının "payandaları" oldu.

ABD'nin iki büyük müttefikinin çıkarları o kadar yakındır ki, Mısır'daki ayaklanmadan alınan ibareyle, sanki İsrail ve Suudi Arabistan "tek el" gibidir. Suudiler her birkaç yılda bir İsrail'i Filistinlilerle barış yapmak için zorlasa da bunların çıkarları ayrılmaz bir bütündür.

Son yarım asırdır Suudilerin bizden 150 milyar dolardan fazla silah satın aldıklarını ve benzer miktarda silahın ABD vergi mükelleflerinin paralarından İsrail'e -ya da daha ziyade, büyük ölçüde İsrail'e yardım kisvesi altında ABD silah şirketlerine- (İsrail'e yardımlar ve Suudi Arabistan'a satışlara doğrudan bağlı olarak onlarca milyar fazlası da askeri yardım olarak Mısır'a) sunulduğunu göz önüne alırsak, iki ülke tarafından paylaşılan çıkarların benzersiz uyumu belirgin olur.

Bu ortak çıkarlar, aynı zamanda "istikrar" kisvesi altında stratejik açıdan tercih edilen statükonun devamını sağlamak üzere diğer Arap diktatörlüklerine uzun vadeli desteğe ve İran'ın nükleer silah üretemeyecek ya da diğer ülkelere stratejik tehdit teşkil edemeyecek şekilde kalmasının sağlanmasına dair içgüdüsel arzuya kadar uzanır.

Bu durum Suudi Arabistan gerçekten ABD'yle olan ilişkisinin seviyesini düşürürse, özellikle de diğer ülkelerden daha fazla silah satın alırsa İsrail'in ne yapacağı sorusunu gündeme getiriyor. ABD-Suudi Arabistan ilişkisi ve Suudi Arabistan'ın ABD hükümet ve şirket fonlarına aktardığı paralarda ciddi bir bozulma İsrail'in stratejik pozisyonuna oldukça ciddi bir tehdit teşkil eder.

"Aynı gayeleri taşıyoruz"

Belki de artık şaşırtıcı değil ama Obama yönetiminin "Arap Baharı"ndan üç sene sonra dünyanın en acımasız ve en baskıcı diktatörlüklerinden biriyle sadece aynı gayelere sahip olduğunu değil aynı zamanda "onlarla yakinen birlikte çalışma yükümlülüğüne" sahip olduğunu açık bir şekilde itiraf ettiğini duymak yine de oldukça ümit kırıcıdır. İsrail'i desteklemede, en azından onun "Orta Doğu'daki tek demokrasi" olması bahanesi var. Bu saçma iddia, en azından yardım akışının devamı için İsrail politikalarından kaçınılması gerektiği hakkındaki gerçeği gizlemez.

ABD yönetimi, hem ABD hem de Suudilerin Mısır'da "demokrasiye dönüş" istediklerini bildiren hissiz teşebbüslerinin dışında, Suudi rejimi realitesini örtme ya da gizleme gereği bile hissetmiyor. Bu, ana akım medyada hemen hemen hiç kimsenin dünyanın en yozlaşmış ve acımasız devletlerinden biriyle "özel ilişki" kurulmasını sorgulamaya zahmet etmemesinden dolayıdır.

Ülkede kadınların araba kullanmasını engellemekten göçmen işçilerin başlarının düzenli olarak kesilmesi ve son 40 senedir aşırı İslam'ın en önemli finansörü olmaya kadar çok sayıdaki suiistimal iyi biliniyor. İsrail'in sık sık ABD medyasında istisnai muamele görmesinden haklı olarak şikayet edenler, ABD-Suudi ilişkisi hakkında ne söylemeliler?

Suudi Arabistan hep dünyada özgürlüğün en az olduğu ülkelerden biri oldu, halen de öyledir. O, mutlak monarşiyle uzlaşmaz dini muhafazakarlığın ne kadar felaket bir karışım olabileceğinin somut bir örneğidir. İç siyasetinin ötesinde, Batı Afrika'dan Güneydoğu Asya ve çoğu yere kadar, bir zamanlar üst düzey Suudi yetkililer tarafından desteklenmeyen bir Amerikan ya da Batı karşıtı cihatçı hareket olabileceğini düşünmek oldukça zordur.

Yıllar sonra şimdi, silah satışlarındaki onlarca milyarlar dolar, ensestçesine yakın istihbari iş birliği ve ABD-Suudi ittifakına dair diğer konular, onlarca yıl petrol satışları ve ticarileşmiş silah ihracatıyla tarif edilen ilişkide iktisadi ve siyasi çıkarlar yerine bir tabiat gerçeğiymişçesine devam ediyor.

Petrodolarların geri dönüşümü

Güçlü servet döngüsü ve petrolden silahlara kadar olan şeylerden gelen güç, birlikte ABD ve Basra Körfezi'ndeki müttefiklerindeki çıkar koalisyonunda, sürekli yüksek petrol fiyatları ve hep artan silah alımlarıyla sağlanan istikrarsızlıktaki mutad artışı temin etme noktasına kadar "silah-dolar-petrodolar"ın gücünü belirledi.

Ama petrodolarların güçlü silah alımları üzerinden geri dönüşümü hikayenin sadece bir kısmıdır. Aynı derecede önemli olan, Suudiler tarafından geleneksel olarak ABD'de yatırılan, açıklanmamış milyarlarca -bazı hesaplara göre trilyonlarca- dolardır. Bu da Krallığın, küresel petrol fiyatının belirlenmesindeki hakim rolü üzerinden doların fiili olarak dünyanın para birimi olmasının muhafazasındaki tarihi rolüyle birlikte petrodolarların bir başka türlü geri dönüşümüdür.

ABD ve Suudi Arabistan arasındaki ilişkilere, özellikle de bunlar arasındaki para akışının yapısı, boyutu ve yönüne baktığınızda açık olan, Orta Doğu ve Kuzey Afrika boyunca mevcut düzeni belirlemekten ziyade, bu ilişkinin ABD'de mevcut siyasi ekonominin devamı için merkezi ehemmiyette olduğudur.

Bu durumda, eğer Kerry Suudi arkadaşlarıyla akşam yemeği yemek için Paris'e koşturuyorsa, kuvvetle muhtemeldir ki bunu sadece Suriye, İran ya da Mısır ve Bahreyn'de Suudilerin dileklerine saygı eksikliği konusunda barış yapmak için yapmıyordur. Geçtiğimiz nisan ayında imzalanan 10,8 milyar dolarlık silah satış anlaşmasının açıkça gösterdiği üzere, derin endişe, ABD ekonomisinin korkutucu derecede sıkıntıda olduğu bir zamanda, Suudilerin artan fonlarının mümkün olan en üst seviyede ABD'ye akışının sağlanmasıdır.

ABD-Suudi ilişkisi asla sadece petrolle alakalı olmadı. İlişki hep petrol üretiminin meydana getirdiği inanılmaz sermayenin, rakipleri ya da müttefiklerinden ziyade ABD ekonomisinin önemli sektörlerini kuvvetlendirmesini sağlama hakkında oldu. Suudiler ilişkiyi gerçekten sona erdirmek istiyorlarsa bunun uzun vadedeki sonuçları, çoğu yorumcu ve hatta siyaset yapıcının düşünmeye başladığı biçimde Amerikan ekonomisi ve siyasetinin şeklini değiştirebilir.

Kaynak: El Cezire
Dünya Bülteni için çeviren: Mehmet Şeyhoğlu