Bunun böyle olmadığını tarihin bizzat kendisi bize defalarca ispatladı. Kürt meselesi de böyle, Kıbrıs meselesi de, Ermeni meselesi de...

Iskaladığımız şey; bizim kulağımızın üzerine yattığımız meselelerde başkasının öyle yapmaması. Yapması da eşyanın tabiatına aykırı zaten. Durum böyle olunca bu tür hassas mevzuları hep ikinci, üçüncü tarafların ele almasıyla kucağımızda buluyor ve -açıkçası- çok da alıngan oluyoruz. Öfkeleniyoruz, kızıyoruz, gündeme getirenlere ateş püskürüyoruz...

Ermeni Soykırım meselesinin 'Sözde' olduğuna inanıyor ve samimi olarak böyle düşünüyorsak, görmezden gelmek mi gerekirdi, yoksa bu konuda varsa elimizdeki bilgi, belge, argümanlar, onları tüm dünya ile paylaşmak, bu konuyu suiistimal edebilecek çevrelerin ağızları daha açılmadan kapatmak mı gerekirdi?

Meseleyi, ABD, Fransa gibi işi devletler çerçevesinde siyasi oyuna alet edenlerden bağımsız olarak ele almaya çabalıyorum. Yoksa hepimiz çok iyi biliyoruz ki, biz ne yaparsak yapalım, bazı mevzuların ne kapanmasına izin verirler, ne de açılmasına. Bir yara kabuğu gibi dursun isteyenler vardır uluslararası perspektifte. Kabuklu şekilde dursun ki, istedikleri an kaşıyıp tekrar kanatabilsinler...

Her yıl gelenek haline gelmiş ABD Soykırım Teklifi böyle bir şey. Bir sakız olmuş durumda. Fransa'da da böyleydi. Fransa son kararı ile bir nevi bu sakızı yuttu artık.

Açıkça söylemek isterim ki, bu konuda ne devletlûlar gibi öfkeli ve fevri, ne de birtakım zevat gibi, 'yahu galiba yaptık da, kendimize bile itiraf etmiyoruz' suçluluğu hissindeyim. Benim durduğum nokta kendi tarihimizle olan problemli ilişkimiz.

Bu arada, bu meseleler tartışılırken, 'Ama siz de şunu şöyle yapmadınız mı?' tavrına girmeyi çok aptalca ve boş buluyorum. Başkalarının işlediği cinayeti lanetlemek için, katillikle suçlanmayı beklemek gibi bir şey bu. Ahlakî değil hiç. Yani Fransa bize bu dümeni yapmasa, Cezayir Meselesi çok da umurumuzda olmayacaktı. Dün de Amerika'ya kalkıp, 'Eh siz de Kızılderilileri katletmişsiniz ağam' demiştik hatırlarsanız.

Fransa'nın yediği haltın akılla, mantıkla, demokrasiyle izahı olmayacağını herkes biliyor. İhtimaldir ki, şimdi olmasa da bir süre sonra kendileri de bu işgüzarlığın savunucusu olamayacak. Şimdi Fransızlara öfkelenip Sarkozy'ye küfür filan etmeden, boykota girişmeden çok daha önemli ve acil bir meselemiz var. Kendi tarihimizle olan yüzleşmemiz. Çok yakın zamanda tartıştığımız Dersim meselesini hatırlayın. Kısa Cumhuriyet tarihimiz böyle irili ufaklı -hatırlanmak istenmeyen- onlarca acıyla dolu. Sayın Kılıçdaroğlu'nu ayırarak söylüyorum, siyasilerin işi halkı öfke ile boykota sevk etmeden önce, bu acılarla devleti yüzleştirmek. Yalanı, dolanı varsa tashih etmek, gerçeği varsa özür dilemek, merhem olmaya çabalamak.

Şimdi burada, 'Sarkozy'yi merdivende aşağıladık diye bütün bunlar oldu'dan tutun da, 'Libya'nın rövanşı'na kadar onlarca neden sıralayabiliriz. Şüphesiz bunu yapanlar da çıkacaktır. Ama bırakalım elin yaptığı maskaralığı da, kendi tarihimizin samimi ve dürüst muhasebesini yapalım.

Ya da boş verin bütün bu saçmalıkları, sevgili dostum Ali Murat Güven'in tertip ettiği ve usta yönetmen İsmail Güneş için düzenlenen vefa programına katılın. Yarın Üsküdar'da yapılacak olan programda, sanatçının hayatı, mesleği ve filmlerini derli toplu görme şansını kaçırmayın. Tabii İstanbul ve çevresinde bulunanlar.

Kaynak: Zaman