Son zamanlarda siyaset düzleminde daha önceleri de sivil toplum unsurlarınca dillendirilen “yeniden inşa”, şüphesiz sadra şifa bir kavramdır.
Devletin bekası, ümmetin inşası, insanların hakikat üzere olması, başarı, huzur, itminana ulaşmak, hakiki güç, adaletin tahakkukunun lazım şartıdır.
İnşa; değişimi, eksiklerin tamamlanmasını, yanlışların giderilmesini, gelişimi ifade ettiği gibi; en önemlisi inşa olacak olan unsurların, asli doğalarına/fıtratlarına döndürülmesini de kapsar.
Her ölçekte ve alanda müşahede edilen son durum; büyük oranda fıtrattan kaymayı ve bunun sonuçlarını ortaya koymaktadır.
Parça ya da bütün, fıtratından uzaklaşırsa; karmaşayı, fitneyi, verimsizliği, zayıflığı, başarısızlığı, adaletsizliği ve benzeri olumsuz durumları ortaya çıkartır.
Fıtrata yaklaşıldığı oranda; her birim ve ölçekte başarı, güç, tatmin, adalet, denge, üretim, süreklilik, bütüncüllük durumları tahakkuk eder.
Bu nedenle “inşa, yeniden inşa, sürekli inşa” eksen ve stratejik kavramlardır.
Müslümanca bir perspektiften “yeniden inşa” niyet ve süreçlerine katkı vermek için öncelikle dikkat edilmesi gereken birkaç hususa değinmek gerekmektedir.
“Okumak” en öncelikli stratejik fiildir. Bakmak, görmek, anlamak, anlamlandırmak, karar ve davranış süreçlerini, mekanizmalarını ve sonuçlarını kapsar.
Alak.1
Yaratan Rabb’inin ismiyle oku.
İnşa süreçlerinde, insanların ve unsurların; kendileriyle ve kuşatan bütün unsurlarla ilişkiyi; Rabb’inin, mutlak olarak yaratan isimlerini okuyarak; anlayıp, anlamlandırdıkları üzerinden; “halife ve kul” olarak, “nispi ve izafi” biçimde, karar ve davranışa esas kılmaları gerekmektedir.
El-Fatır ismi perspektifinden okuyup; insanın kendisiyle ve diğer yaratılmış bütün unsurlarla ilişkisini; Allah’ın yarattığı ve değişmeyen fıtrat üzerinden kurması gerekmektedir. İnsanın yetki ve sorumluluk sahası, yaratılmış fıtratı olduğu gibi kabul edip, bunun bilgisini elde edebileceği bir epistemoloji geliştirmesi ve buradan yapılan okuma ile hayata müdahale etmesini zorunlu kılar.
İnsanların ve kurumların sahte fıtratlar imal etmeleri, yetki ve hak sınırları içerisinde değildir.
İnsanlar ve kurumlar, ihtiyaç duydukları alanlarda sistemler ve süreçler geliştirirler. Bunlar için de başlangıçta, sisteme veya sürece bir fıtrat öngörmek zorundadırlar. Bu, varlığın ve insanın fıtratına aykırı olmamalıdır.
El-Bari ismi perspektifinden okuyarak; Allah’ın yarattığı sistemlerin bütünlüğü ve fıtratlarına uygun ilişki ve istifade geliştirmek gerekmektedir. İnsanların kendi sistemlerini de bu çerçeveye uygun biçimde tasarlayıp, inşa etmeleri zorunludur.
El-Musavvir ismi perspektifinden okuyup, fıtri çerçevedeki biçim ve tasvirlere hukuksuz müdahale etmemek; fıtratı çerçevesinde tasvir ve biçime kavuşturmak, mecburiyetler arasındadır.
El-Halik ismi perspektifinden okuyup; Allah’ın mutlak olarak, yoktan ve vardan yarattıklarını; nispi ve izafi olarak icat ve inşa etmek zorunluluğu vardır.
El Hallak ismi perspektifinden okuyarak; Allah’ın mutlak yaratılışı, sürekli tekrarlamasından mülhem; nispi ve izafi olarak sürekli inşayı gerçekleştirmek gerekmektedir.
El-Bedi ismi perspektifinden okuyup; Allah’ın ibda ettiğini yani yoktan ve benzersiz yarattığını örnek alarak; nispi ve izafi biçimde icat etmek lazımdır.
El-Falik ismi perspektifinden okuyarak; Allah’ın mutlak olarak vardan yaratışını anlayarak; nispi ve izafi olarak; olguları, oluşları, sistemleri, ilişkileri; kendi fıtratlarına uygun biçimde inşa etmeyi gerçekleştirmek gerekmektedir.
İnşaya bu mertebeden yaklaşabilecek olan, Allah’ın Kur’an da, “ulül-elbab” diye tarif ettiği kıvamdaki insandır.
Lübb; iç, öz anlamına gelmektedir.
Bu kıvamdaki insan; varlıklara, olgulara, oluşlara, sistemlere, ilişkilere; içten, özden, kökten, çekirdekten, ontolojiden, fıtrattan yaklaşabilen; bu mertebelerden okuyup, anlayabilen; bu mertebelerden başlayarak inşa edebilmek yetisine sahip olan kişidir.
Bu nedenle, ulül-elbab, “derin akıl sahibi” olarak ifadelendirilebilir.
Algı ve anlama derinliğine; yüksek ve hızlı bilgi işleme kapasitesine; alanında, yüksek üretim gücüne; bilgiden-davranışa ve hale geçebilme potansiyeline; dış motivasyona gerek kalmaksızın, öz motivasyonla ve güçlü iradeyle harekete geçebilmek ve üretebilmek imkânına sahip olan insandır.
Bu nedenle; öncüler, kurmay kafalı olan insanlar, liderler, büyük dava adamları; derin akıl sahiplerinden çıkarlar.
İnsanların çoğunluğu ise bunların şahitliği ve liderliği üzerinden karar ve davranışlarını gerçekleştirirler.
Derin akıl sahipleri, “ittika ve tezekkürle” potansiyellerini harekete geçirirler. Bu iki kavramın fıtratı, fonksiyonları ve etkileri üzerlerinden tarif edilmesini, retorik üstadlarına havale edip, bu vesile ile faydalı ilme davet ediyorum.
Toparlayalım;
İnşa, yeniden inşa, sürekli inşa; yaşamın, bütün birim ve unsurların bekası, başarısı, etkin ve adil üretebilmesi, süreklilikleri için zorunlu sabitelerden birisidir.
Bunun lazım şartlarından birisi ise; Rabb’inin, yaratan isimleri perspektifinden okumaların gerçekleştirilmesidir.
Bunu yapabilecek olanlar ancak “derin akıl sahipleri” dir.
Sonuç;
Yeniden inşa hedefine ilişkin bir şey yapabilmenin ilk adımı; içimizdeki “derin akıl sahipleri” potansiyelini harekete geçirebilmektir.
Bunun için uygun koşul, zemin, atmosfer ve imkânlar hazırlayarak; onların özgürce ve kendi sorumluluk duyguları içerisinde karar ve süreçlere katılımlarını sağlamak gerekmektedir.
Katılıma ilişkin talep ve ilginin oluşması durumunda daha sonraki faza geçip; derin akıl sahiplerinin yeniden inşasını sağlayarak, sorumluluklarını yüklenmeleri ve süreçlere dâhil olmaları planlanmalıdır. Buna uygun strateji, proje ve mekanizmaların devreye sokulması icap etmektedir.
Aksi halde, “ayakların baş, başların ayak olduğu” bir dünyada yaşamak zorunda kalırız