11 Eylül'ün, 28 Şubat'ın, Irak'ın işgalinin, en azından bazı boyutlarıyla Irak'taki direnişin ne mânâya geldiğini ve hangi hedefleri takip ettiğini hâlâ bir bütün içinde ele alıp değerlendiremedik.
Değerlendiremeyince de, içinde bulunduğumuz şu son süreci, ABD'nin Irak'tan çekilme planlarını, kısaca hem Türkiye içinde hem de bölgede olup bitenleri tam olarak göremiyoruz. PKK'nın geçmişinin çeyrek asır öncesine gitmesi, 12 Eylül darbesi, sonrasında olup bitenler, 1990 Körfez Savaşı, medeniyetler savaşı teorileri, 28 Şubat ile 11 Eylül ve sonrası arasında ne tür temel bağlantıların olduğunu bir gün elbette tarih yazacak. Ama modern parçalı bakış açısının etkisiyle, nasıl eşya arasında göremiyorsak, hadiseler arasında da küll-cüz (bütün-parça) küllî-cüz'î (bütünlük ve bütünü temsil eden parça olma) münasebeti bulunduğunu göremiyoruz. Hadiselerde Allah'ın elini, kaderin kanunlarını ve icraatlarını ise İslâm hassasiyetli oldukları varsayılanlarımız da dahil olmak üzere zaten hiç hesaba katmıyoruz. Marifetsiz iman, gayrimüslim mü'min, gayrı mü'min müslim olma, insana çok şey kazandırmıyor. Modern sosyolojik bakış açısının tesiri altında hadiseleri faillerinden, faillerin kimlik ve niyetlerinden bağımsız olarak ele alıyor, özneyi nesne olarak görüyoruz. Hafızalarımız ise, fonksiyonlarını bilgisayarlara bıraktığından mıdır, artık hiç işlemiyor. Irak'a bakarken, Rusları ülkelerinden çıkaran Afgan mücahit gruplarının yaşadıklarını ve sonrasını unutuyoruz. AKP'nin iktidara geldiği gün, 1950'den 2002'ye kadar yaşadıklarımızı, siyasetin Türkiye'de ne anlama geldiğini ve sistem çarkının nasıl döndüğünü çoktan unutmuştuk ve o günden bu güne hadiseleri hep bu unutkanlık içinde değerlendirdik. AKP, yaşananlardan sonra "merkez"e taşınma hamleleri yaparken, bunu savunurken -bunun doğru olup olmadığı veya ne kadar doğru olduğu ayrı konu- merhum Özal'ın hem de baştan "4 eğilim"i içinde taşıyarak kurduğu ANAP'ı neticede bizzat bu eğilimlerin, yani kendisinin bitirdiğini, Refahyol'un çökmesinde ve 28 Şubat sürecine girmede en önemli siyasî rolü DYP'den istifaların oynadığını unuttuğumuz gibi, daha dün AKP'nin cumhurbaşkanını seçemeyip, mevcut sürece girmemize bizzat AKP'nin, yani ondan istifalarla kurulan Erkan Mumcu ve şürekasının sebep olduğunu da unutuverdik.
Bir defa daha tekrar edelim ki, Türkiye'deki gelişmelerin hiçbiri sadece iç dinamiklerle izah edilemez. Türkiye, bazılarının zannettiği gibi Irak'ta ABD adına hareket etmek, güya barışı sağlamak için Kuzey Irak'a müdahaleye zorlanmıyor. ABD'nin böyle bir isteği de yok. Türkiye, 1984'ten beri 24 defa Kuzey Irak'a, hem de en uygun şartlarda müdahale etti. Bu müdahalelerden hangi müspet sonuç alındı? 1990 Körfez Savaşı'nda merhum Özal'ın Irak'a girme isteğine devrin savunma bakanı ve Genelkurmay başkanı istifa ile karşılık vermiş ve istifa eden Genelkurmay başkanı yıllar sonra bunu, "Kuzey Irak'ta peşmergelerle savaşmak zorunda kalacaktık ve bunun ne getirip götüreceği belli değildi." şeklinde açıklamıştı. Bugün, Kuzey Irak'ta bağımsızlığını sadece ilan etmemiş bir oluşum var ve ABD ile İsrail, Kuzey Irak'ı en ağır silahlarla donatıp bir silah deposu haline getirmiş bulunuyor. Dolayısıyla, artan terör bizi görünüşte Kuzey Irak'a müdahaleye davet ederken, bu davet, elbette lehimize yapılmıyor. Davetin altında, Türkiye içinde demokratik sistemi ve seçim sürecini torpilleme, mitinglerle lâik-antilâik olarak bölünemeyen halkımızı Türk-Kürt, Sünnî-Alevî fay hatlarında bölme, iç savaş çıkarma, dışarıda Türkiye'yi içinden çıkamayacağı bir batağa sürükleme, İran ve Suriye ile karşı karşıya getirme, bütün bu ülkeleri de zayıf düşürme, sonuçta Türkiye'yi de parçalama gayeleri yatıyor. Ve, bütün bunlardan en çok istifade edecekler, ABD'nin neo-conları ile İsrail'dir. 28 Şubat'ın mimarlarına kim ödül vermişti? Bu açık gerçek karşısında, terörün davet ettiği istikamette politika ve strateji takip etmenin ne mânâya geldiğini düşünmeli değil miyiz?