Bütün baskıcı rejimlerin tabiatında baskının daha çok yayılması ve derinleşmesi genel bir kuraldır. İnsanların veya nesnelerin doğası olduğu gibi ideolojilerin ve inanç biçimlerinin de doğası var. Bu Allah'ın ilim, iradesi ve kudretinden bağımsız mutlak ve ezeli-ebedi bir kötülüğün öz olarak bulunduğu ve çeşitli insanların ya da ideolojilerin doğalarını teşkil ettiği anlamına gelmiyor. Böyle olsaydı, kötülük veya şer dediğimiz fenomen varlık aleminde uluhuyete iştirak etmiş olurdu. Oysa Allah'ın birliği fikri ve inancı demek olan Tevhid, Allah'ın dışında kalan bütün varlıkları izafileştirir. Üç varlık alanı izafidir: Bilgi, iktidar ve servet. Her üç alanda da mutlaklık sadece Allah'a mahsustur. Bizce kötülük, "iyinin yanlış kullanımı", yani suistimali sonucu ortaya çıkar. Bu yüzden, zulüm ve haksızlık yapan insanlar ya da insanların sosyal hayatlarını tanzime adaş ideolojiler, hiçbir zaman "kötülük yapma" iddialarıyla ortaya çıkmazlar. Onların da iddiaları "sulh, salah ve iyilik"tir.
İslam bakış açısından, küfür veya şirk, sadece "batıl, akıl-dışı ve saçma" bir inanç değil, bunun yanında doğasında haksızlık ve zulüm ihtiva eden bir ideolojidir de. Allah'a kendi mülkünde isyanı öngören bir düşünce, Allah'ın mahlukatına tabii ki zulmeder, hak ve hukuklarını ihlal eder.
Küfrün devamı zulmün devamını beraberinde getirir. Çünkü onu besleyen şey, haksızlık, saldırı ve hakka tecavüzdür. Allah'ın haklarına tecavüzü göze alanlar, hiç kuşkusuz kolaylıkla insanların ve diğer varlıkların haklarına tecavüz etmeye yeltenirler. Dostyoveski'nin dediği "Eğer Tanrı yoksa her şey mübahtır" sözü bir ölçüde bu gerçeğe işaret etmektedir.
Başlangıçta "düşman ilan edilen" bir kesime dönük olsa bile, "düşman kesim" sindirildikten sonra, bir türlü kana doymayan bir vampirin sonraları yakınlarına da yönelmeye başlaması gibi bir şeydir bu. Yüzyılımızın otoriter ve totaliter rejim deneylerinden çıkarılacak en önemli sonuç, baskılara karşı "tek bir standart"la karşı konulması gerektiği hurafesidir. Mesela, diyelim ki, sol düşünceye mensup biri haksızlığa uğradığında, sağ tarafta olanlar susar veya sağdan biri haksızlığa uğradığında sol taraftakiler ses çıkarmaz. İşte bu, haksızlığın kendisine karşı değil, haksızlığa maruz kalana göre standartın belirlenmesi halidir. Oysa sahih dinin öngördüğü tek bir ahlaki ilke vardır. O da, bir zamanlar Mazlumder'in kullandığı sloganda ifade edildiği üzere "Mazluma dini sorulmaz." Zulüm kime yapılırsa yapılsın, zulme uğrayanın dinine veya bir başka kimliğine bakılmaksızın ona sahip çıkılmasıdır. Bu, zulmün kendisine karşı çıkmanın gerektirdiği ahlaki bir sorumluluktur.
Sahip oldukları düşüncelerin içeriği, bu düşüncelerin meşruiyet dayanağını teşkil eden referanslar ve yöneldikleri amaçlar her ne olursa olsun, bir düşünce sadece düşünce olması hasebiyle ifade edilmeye hak sahibiyse, bu düşüncenin sahipleri tarafından ifade edilme hakkı her kesim tarafından savunulmalı ve bu hakkın ihlal edilmemesi için ortak çabalarla kararlılık gösterilmelidir. İşte bu, ahlaki, evrensel ve üzerinde anlaşma sağlanmış asgari müşterek diyebileceğimiz "tek standart"tır. "Hakaret, iftira, nefreti yayma ve cinayete teşvik" gibi düşünce ve çağrılar tabiatı gereği kapsam dışıdır. Çünkü her ne olursa olsun, hiç kimseye başkasını tahkir etme, küçük düşürme, şahsi, ailevi veya mesleki itibarını zedeleme hakkı verilmemiştir. Cinayete teşvik eden ise, hukuken cezası farklı olsa bile ahlaki olarak cinayeti işleyen kadar ağır suç işlemiş olur.
Allah'ın Kur'an-ı Kerim'de adaleti emretmesine karşılık, adaleti tarif etmemesi manidardır. Zira olayların vukuuna paralel olarak bizler o anda adil olacağız, belirli-somut olay karşısında adalet terazisine baş vuracağız. Bu açıdan bizim esas alacağımız tek bir standart var, o da adalettir.