Son yıllarda tarihimize, özellikle yakın tarihimize gösterilen ilginin, aynı zamanda milletçe toparlanma diyebileceğimiz bir döneme rastlaması, bir rastlantı mı ? Kullandığım “toparlanma” kelimesinin muvazaalı olduğunun farkındayım. Burada geleneksel devlet zihniyetinin yerini sivil inisiyatifin almaya başlaması gibi konulara girmek değil niyetim. Aynı dönemde yaşanan paralel bir gelişmeye dikkat çekmek istiyorum, o kadar.
Önce Özal devri icraatlarından birisi olarak devlet arşivlerinin halka veya akademik camiaya açılması sürecini yaşadık. Başbakanlık Osmanlı Arşivleri, tarih ve kısmen de olsa sosyal bilimler araştırmaları için bir fenomen oldu. Yerli ve yabancı indekslerde artan bir ivmeyle yer aldı. Sanıyorum aynı dönemde bir yakın tarih araştırmaları ve özellikle hatırat patlaması yaşandı. Okuma oranı gayet az olan ülkemizde tarih kitaplarına olan ilgi artmaya başladı. Siyasal, ekonomik ve sosyal aktivitelere paralel olarak tarihe ilgi duyulması, üzerinde düşünülmesi gereken bir konu.Tamam da bu ilgiye hakkıyla cevap verecek literatür var mıydı ?
Esasen biz menkıbelere, hikayelere düşkün bir kültürden geliyoruz. Tabi bir anlatan olursa. Eskiden şehirde, köyde, ailede okuma geleneği mevcutmuş. Kitaplar da adeta kolay okumaya ve anlamaya göre hazırlanırmış. Halk kitapları öyle olduğu gibi, dönemin en büyük alimleri tarafından hazırlanan kapsamlı kitaplar da öyleymiş.
Mesela bir Mecelle, kanun kitabı olmakla beraber günlük hayata ilişkin kuralları ortaya koyan bir darbımesel kitabı gibidir. Anlarsanız zevkle okuyabilirsiniz. Evliya Çelebi, Naima Tarihi, Tazarruname, Aşık Paşazade Tarihi… Halk tarafından geniş kabul görmüş Mevlidi Şerif, Kerem ile Aslı gibi kitaplar neyse o. Osmanlı tarih yazıcılığı geleneğinden gelen bir özellik ; okuyarak veya dinleyerek hem öğreniyorsunuz hem de üsluptan zevk alıyorsunuz.
Evimizde ailecek siyer, yani Peygamber Efendimizin hayatını anlatan kitap okumaya çalışırız. Özellikle bu konuları paylaşmak çok güzeldir. Anlamı, fazileti, bereketi artırır. Bununla beraber, gerek bireysel, gerek birlikte okumalarımızda ortama bütünüyle uyan, akıcı bir üsluba sahip kitap bulmakta zorluk çekiyoruz. Evimizde bilimsel ve araştırma ürünü olanlar var. Bir de kaynak konusuna fazla önem vermeyen, menkıbevi usluba sahip bir kitap var. Dört cilt. Yeşil kapaklı. Daha iri acemice baskılı. Anlattığını makul hale getirmeye çalışmıyor.
Dipnot, kaynak hak getire. Fakat tam bir mümin edasıyla, biz bize okuyabiliyorsunuz. Osmanlı tarih yazıcılığı ve hikaye üslubuna oldukça bağlı. Çocuklara bazen daha ilmi bir kitaptan okumak istiyorum, ille de bunu arıyorlar.
Şimdi, bilimselliğe boş verin, rivayetleri toparlayın demiyorum tabi. Piyasada tarihle
ilgili kitaplarda belge ve dipnottan geçilmeyen araştırma ürünleri var. Bir de sıkı akademisyenlerin burun kıvırdığı daha çok satan, tanınan eserler ve yazarları. İlber Ortaylı bile, bakmayın otorite sayılıp dokunulmazlar arasında yer almasına, dar meclislerde her fırsatta bilimselliği sorgulanır. Görüşleri şöyle, kaynakları böyle diye. Bir de akademik çevrelerden tam not alıp, “muhkem” eserleri uzman çevrelerin dışında tanınmayan, okunmayan, bilinmeyenler var. Bunlar belli konularda akademik açılım getiriyor ama milletin tarih kültürüne bir katkı sağlayamıyor. Çünkü dil ve okuma özelliklerine sahip değil. Özgün bir üslubu bile olmayabilir.
İ. Hami Danişmend’in İzahlı Osmanlı Tarihi Kronolojisi adlı eseri tarih yazımı geleneğimizin belki son örnekleri arasındadır. Zevkle okuyabilirsiniz. Uzunçarşılı’yı da bu kapsama alabiliriz. Fakat şurası bir gerçektir ki oturup da şöyle baştan sona okumak isteyeceğiniz bir tarih kitabı bulmak öyle kolay olmuyor. Çünkü uzmanlar metin ve dil özelliklerini önemsemiyor, adeta narratiften kaçınıyor. İnsanların okumasını önemseyen kitaplarsa popüler tarih kapsamına alınıp dışlanıyor.
Tarih dışındaki sosyal ve teknik bilimler kaynaklara ulaşmak bakımından genelde ümmidir. Bu nedenle geleneğe uzanmakta ve kendilerini bu topraklara konumlandırmakta zorluk çekerler. Fakat tarihe ulaşma imkanı olanların da sanıyorum gayet önemli bir eksiği var; belgelerle yetiniyorlar. Felsefe ve sanat akımları, edebiyat, şiir gibi konulara giremiyorlar. Bu da ciddi teori ve üslup sorunlarına yol açıyor. Sağlam kaynaklara dayanan okunası metinler nasıl ortaya çıkar ? Tarih metinlerinin, yayınlarının okunmasıyla ilgili temel sorun, sanıyorum burada yatıyor.