Sabır yerine ve zamanına uygun olarak nitelik kazanan İslam öğretisinin önemli kavramlarından biri. Kimi zaman dünyevi merkezli idrakin kavrayamadığı tutumu içeren sabır, ahiret hesabını önceleyen titizliğiyle engelleri aşmada önemli misyon üstlenir.
Kişiye yerine göre, "rızaya" uygun davranış biçimini kazandıran sabır, toplumsal aşamaya kültürel saçaklanmayla yansıdığında zenginlik kazanmış olur.
Öfkenin, kinin karşısında aklıselimle hareket etmeyi ilham eden sabır, "iyi zamanlar" için "güzel gün" biriktirmeyi önceler. Öte yandan müminin ufku, erdemi, feraseti oranında ilerleyen hayatın kalitesine etki eden özgünlüğe sahip kavram, uygulamayı öne koyan pratik önceliklidir.
Kur'an bize Hz. Âdem'in çocukları Habil ve Kabil üzerinden sabrın kavrayış açısından çetin bir örneğini sunmaktadır.
Tartışan iki kardeşin durumu şiddet kullanma noktasına gelir. Kabil elindeki sopayla kardeşi Habil'e vurmaya yeltenir ve Habil'den beklenmeyen, hesaba sığmaz görünen karşılık gelir;
"Beni öldürmek için el uzatsan da ben seni öldürmeye kalkışmam."
Habil'in bu cevabı incelemeye, ibret almaya değer cihetler taşımaktadır. Öncelikle Habil zalim olmayı reddediyor. Karşılık vermeyeceğini söyleyerek Kabil'in algısının yanlışlığını ortaya çıkarıyor. Kabil'in öfkesinin arkasındaki akla seslenmeye çalışıyor. En vurucu boyut ise, Habil'in ölmeyi, ahrete gitmeyi yeğlemesi. Dünya cazibesini düşünmüş olsaydı, kardeşini öldürmeye yönelmiş olacak veya ona dünyevi avantaj sunmaya yeltenecekti.
Sonuçta Habil ölür ve Kabil katil olur. Ama sahne bitmez. Habil'in tavrı, sözleri kardeşinin psikolojisini sarsmıştır. Acziyete düşmüş ne yapacağını bilemez hale gelmiştir. Öfkesi onu kardeşsiz bırakmış, üstelik katil duruma düşürmüştür. Toprağı eşeleyen bir kargadan daha çaresiz hale gelmiştir.
Günümüzde Müslümanlar olarak, ibret almak için bu kıssa üzerinde yoğunlaşıp günü anlamaya ihtiyaç var.
İslam ne zalim olmayı, ne de mazlum olmayı onaylar. Ancak kıssadan anladığımız, müminler arasında ortaya çıkan sorunlarda iki şıktan biri tercih edilecekse öne zalim olmama tercihi çıkar. Bu hal elbette müminler ve mümin topluluklar arası formülasyondur. İbrete açık kıssada sorunların konuşarak hakem yoluyla giderilmesini salık vermektedir. Eğer öfkesinden kurtulup konuşabilseydi sorunun çözülme ihtimali doğacaktı.
Mısırdaki iki meydanın durumu kıssanın kitleselleşmiş yansımasıdır.
"Siz bizi öldürseniz de biz öldürmeyeceğiz" diyen Adeviye meydanının yolu Habil'den geliyor. Sözden öteye geçerek kararlı bir tutumu ortaya koyan bu tavır, İran'da en az zaiyatla zafere ulaşmayı başarmıştır.
İşin Habil-Kabil arasında geçen olay kadar safiyane olmadığını küresel dünyanın öngörülerinin, tanzim arzularının devrede olduğu da malum.
İslam'ın Protestan ölçeğinde hayata yansıması, öteden beri Batılı aydınlanmanın temel arzusudur. Bunun yumuşak güçle/ kültürle başarılması mümkün olmadığında silah yoluyla, cuntalar eliyle desteklendiği örneklerle aşikâr oldu, olmaya da devam ediyor. İslam'ın ötelenmesini isteyen, değer olarak ona düşmanlığı seçenler için, "Sana elimi uzatmayacağım" prensibi değil, yine yerine ve zamanına göre, ama mutlaka adaletle, koşturulacak "savaş atları" ilkesi devreye giriyor.
Sabır, isabetli bakıldığında, pasifleşme, geri çekilme, teslim olma halinin dışında bilinçli, dinamik bir kavram olarak anlayışımıza sinmesi gereken, Kur'an ışığıyla çalışan mekanizma haline gelmelidir. Her peygamberde değişik zuhur eden sabır çeşitleri, farklı ilham sunma yanında selamete çıkarıcı yeni yöntemleri de ilham devreye koyma imkânı veriyor.