Eski büyükelçilerden Yalım Eralp'a göre, monşer birbirlerine nezaketle hitap edenlerin "azizim" manasında kullandıkları bir kelimedir. Azizim'de olduğu gibi monşerde de muhatap yüceltilir, üstün tutulmak suretiyle taltif edilir. Bu yüksek düzeyde kültürleşmiş insanların hitabıdır.

Kelimenin diplomasinin ayırt edici özelliği olarak dilimize girmesi Tanzimat sonrası döneme rastlar. Özellikle Fransız kültür ve adabına özenen hariciyecilerimiz –ve elbette diğer aydınlarımız, siyasetçi ve bürokratlarımız- Osmanlı'nın İslam ve imparatorluk kültüründen imbiklenerek geçip gelişmiş iltifat sözcüklerini, hitap tarzını bir kenara bırakıp Avrupai dili kullanır olmuşlardır.

Başbakan R. Tayip Erdoğan'ın Davos'ta yaptığı ünlü sert çıkıştan sonra, İstanbul'a dönüşünde İstanbul Havaalanında yaptığı konuşmada kendisinin "diplomat" değil, "siyasetçi" olduğunu; "monşerlerin dilinden anlamadığını, anlamak da istemediğini" söyledi.

Başbakan belli ki, uluslar arası bir toplantıda "neden bu kadar sert, somut ve açık ifadeler kullandın, bunlar diplomasinin dili değil" diye itiraz edeceklere karşı önleyici cevap veriyordu. Ama kanaatime göre, mesele sadece bundan ibaret de değildi.

Tabii ki hem Davos çıkışı hem monşer konusu tartışıldı. Doğal olarak hariciye sınıfına mensup olanlar Başbakan'ın sözlerinden alındılar ve diplomasinin kendine özgü bir dil kullandığını, diplomatların bu dili terk etmeleri durumunda ülkeler arasında her gün savaş çıkacağını söylediler. Bunda tabii ki haklıdırlar.

Kısaca tanımlamak gerekirse, diplomasi, müzakereci veya görüşmecinin aklına ve diline geldiği gibi konuşmaması; en sert mesaj ve muhtevayı çeşitli söz sanatlarını kullanarak simgeler, imgeler ve soyutlamalar yaparak muhatabına anlayabileceği şekilde iletebilmesidir. Kabul etmek lazım ki, diplomasi akıl, bilgi, politika ve çıkarın bir arada konuşulduğu bir söz sanatıdır. Bunu küçümsemek doğru olmaz.

Eski Doğu geleneğine göre, bir konuyu müzakere etmek üzere bir araya gelen iki devlet temsilcisi, başlangıçta karşılıklı şiirler okurlardı. Yaklaşık yarım saat süren şiir okumaları bittiğinde, esasında müzakerenin konusu da görüşme masasına yatırılmış, hatta müzakere bitmiş sayılırdı. Çünkü seçilen şiirlerin her biri dolaylı olarak konu ve öne sürülen tezle ilgili olurdu. 1993'te Erivan'da kendisiyle tanıştığım Van asıllı 96 yaşındaki Ermeni diplomat Agop Papazyan, bana kendisiyle görüştüğü zamanın İran Dışişleri Bakanı Dr. Ali Velayeti'yle –ki Velayeti aslında çocuk doktoruydu- karşılıklı olarak tam 45 dakika şiir okuduklarını söyledi; her birisinin şiirleri nasıl müzakere konusuyla bağlantılı olarak seçip görüşlerini bu şekilde birbirlerine aktardıklarını anlattı.

Kanaatime göre Başbakan R. Tayip Erdoğan, küçümseyici mahiyette "monşer" kelimesini kullanırken bir yandan kendisine gelecek eleştirilere karşı tedbir almak istemiş diğer yandan bir mesaj da vermek istemiştir. Bu da, artık Türk dış politikasının değiştiğini anlatmaya çalışan bir mesaj gibi görünüyor.

Mesaj şudur: 
Bugüne kadar "monşer" adı altında sembolize edilen diplomat tipi, uluslar arası ilişkilerde kendi tarihinin imbiğinden geçmeyen bir dil kullanıyor; halkının duygu ve düşüncelerini yansıtmıyor; Batı ile hiçbir şekilde çelişmek istemiyor; Türkiye'nin ve tabii parçası olduğu İslam dünyasının sorunlarına Batılıların gözlüğüyle bakıyor; halkın seçtiği siyasetçi ne derse desin o bildiğini okumaya devam ediyor.

Oysa Türkiye yeni bir döneme adım atmış bulunmaktadır. Yeni dönemin iktidar eliti eskisine benzemeyecektir. Siyaset, statü, medya, sermaye el değiştiriği gibi elit de el değiştirecektir. Siyasetçi ve bürokrat profili değişiyor, diplomat profili de değişiyor, değişmek durumundadır. Eski monşer diplomatın yerini yeni stratejik kararları algılayıp bunları uluslar arası camiada belli bir özgüven içinde savunabilecek diplomatlar almak durumundadır.

Başbakan'ın sahiden bu mesajı verip vermek istemediğini; verdiyse de söz konusu değişimin ne kadar ve hangi düzeylerde gerçekleşebileceğini tabii ki önümüzdeki günlerde görüp anlayacağız. (Dünya Bülteni, 8 Şubat 2009)