Diyarbakır'a kısa süre önce yaptığımız ziyaret sırasında bölgede yeni şeylerin gelişmekte olduğunu hissetmiş ve bu konudaki kaygılarımızı dile getirmiştik. Abdullah Öcalan'a cezaevinde kötü muamele yapıldığı iddialarının ardından bölgede yükselen gösteriler ve şiddet eylemleri, bu yeni durumu yansıtıyor diyebiliriz. Orada yeni bir ruh hali oluşuyor.
Türkiye, bu sorunun siyasi zemine çekilmesi ve siyaset zemininde çözüm üretmek için ne
yazık ki geç kaldı. Yıllarca Kuzey Irak'taki 'Kürt oluşumu' yok farz edildi, hatta bu konuda
o bölgenin Kürt liderlerine hakaretler edildi, haklarında kışkırtıcı yayınlar yapıldı.
Kuzey Irak'ı 'yok sayan' bir anlayışla burada yürütülecek siyasetin kaçınılmaz olarak PKK şiddetini kamçılayacağı bir türlü görülmek istenmedi. Kuzey Irak'a yönelik öfke ve müdahale arttıkça Güneydoğu'daki gerginlik de arttı.
***
Türkiye'nin Kürtleri, 2005 yılında Başbakan Tayyip Erdoğan ve AKP konusunda umutlar besliyordu. Başbakan'ın CHP'den, MHP'den ve TSK'dan gelen 'Kuzey Irak'a operasyon yapalım' baskılarına direnmesi ve çözümün 'içeride' olduğuna dikkat çekmesi doğruydu ve bu tutum Kürtler arasında da bir umut yaratmıştı.
Başbakan'ın 'Kürt sorunu'nu dillendirmesi, Diyarbakır'da yaptığı konuşmada 'tarihsel hatalara' dikkat çekmesi, AKP'nin bölgede gelişmesini sağladı. Toplumda bir beklenti oluştu. AKP'nin yeni adımlar atılacağı umudu doğdu. İşte bu umut AKP'yi bölgenin etkili partilerinden birisi yaptı.
Sonra ne oldu? Başlandığı gibi sürdürülmedi. PKK saldırılarına bağımlı ve bu saldırılara endeksli 'pasif' siyaset tercih edildi. Başbakan'ın baştaki 'atılımcı' ruhu kayboldu, siyasi çözümü tamamen rafa kaldıran ve askerin 'inisiyatifi'ni kabul eden yeni bir döneme girildi. Yani bir anlamda eskiye dönüldü.
PKK, işte bu gelişmeyi gördü ve eylemlerini tırmandırmaya başladı. Karşılığı devletten gelen şiddet olacaktı ve öyle de oldu. Bölge yeniden şiddet sarmalının esiri haline dönüştü. Şiddetin egemen olması toplum içinde de umutsuzluğa ve karamsarlığa neden oluyordu.
Geçen hafta Diyarbakır'da hissettiğimiz, bölge halkının bir psikolojik kopuşun eşiğine geldikleri şeklindeydi. Türkiye'ye egemen olan zihniyet, çözüm üretmek konusunda bölge
halkına umut vermiyordu.
Bu tıkanma Aktütün baskını ve Diyarbakır'da polislerin öldürülmesiyle yeni bir aşamaya geldi. Artık işlerin bu şekilde gitmeyeceği toplumda da açıkça dillendirilmeye başlandı. Bu ortam içinde şimdi görüldüğü kadarıyla Kuzey Irak'la yeni temas olanakları geliştiriliyor. Geç de olsa atılacak yeni adımlar önemli. Kuzey Irak'taki yönetimin Türkiye tarafından 'düşman' olarak kabul edildiği gibi bir görüntü bölgeyi zehirliyordu. Bunun aşılması, zorunlu ve olumlu bir adımdı.
Tabii yalnızca bu adımla sorunun çözüleceğini düşünmek yine yanıltıcı sonuçlara neden olabilir. 'Kürt sorunu' Başbakan'ın da bir zamanlar söylediği gibi 'içerideki' bir sorundur. Sonunda burada geliştirilecek siyasetlerle çözüme ulaşacaktır.
Bu nedenle Kuzey Irak'la geliştirilen diyalog başlı başına bu sorunun çözümünün anahtarı değildir. O görüşmeler sürdürülürken, 'kültürel haklar'a ilişkin yeni açılımlara ihtiyaç bulunuyor. Kürtçe'nin talebe bağlı olarak 'seçmeli ders' olarak kabul edilmesi, 'Kürdoloji Ensitüsü' gibi adımlar artık bir an önce atılmalıdır. Yani Güneydoğu'da umutlar yaratacak inandırıcı girişimler gerekiyor.
Dağdakilerin bir afla indirilmesi ve onların topluma adaptasyonuyla ilgili projelerin de geliştirilmesine ihtiyaç bulunuyor.
Tabii hepsinden daha önemlisi, bu sorunun 'terörle mücadele'yle sınırlı bir anlayışın içine hapsedilmekten kurtarılmasıdır. Sivillerin inisiyatifi alması ve cesur çözümler üretecek bir anlayışa kavuşmalarıdır.
Çünkü 'Kürt sorunu' toplumsal bir sorundur ve çözümü de toplumsaldır. Toplumsal sorunlara çö-zümler, askeri merkez alan bir siyasetle çözülemez.
Çözüm siyasidir ve çözecek olanlar da siyasilerdir.
Bu sorunun geç kalmaya tahammülü olmadığı da görülmelidir. Yarın çok geç olabilir.
Kaynak: Radikal