İran ile BM Güvenlik Konseyi'nin beş daimi üyesi ve Almanya arasındaki nükleer müzakerelere odaklanılırken Ortadoğu'da İran nüfuzunun artışı hakkında Batı'da bir tartışma yapılmıyor. Arap ülkeleri özellikle de Körfez Arapları İran'ın bölgede artan gücünden rahatsızlıklarını ifade ettilerse de İran'ın emellerinin sınırları ve ve bu emellerin kışkırttığı ve kışkırtmaya devam edeceği güçlü tepki konuşulmuyor.
İran'ın Arap pastasında eli var. Tahran'ın Irak ve Irak hükümeti üzerindeki nüfuzunun bahse değer olduğu söyleniyor. Lübnan'da Hizbullah ile olan bağları ülkenin kaderini çizmede İran'a büyük bir rol hakkı tanıyor. Filistin-İsrail çatışmasında, mâli sıkıntı yaşayan Hamas'la ilişkileri yeniden tesis etti. Suriye'de, otoritesini genişletti, Beşşar Esad rejimini güçlendirmekte esaslı bir rol oynadı.
Ancak meseleleri sırf bu noktayla sınırlamak, İran'ın bölgesel hegemonya projesinin kavgacılık ve karmaşıklığını göz ardı etmek olur. İran'ın nüfuzunu yaydığı birincil araç, Şii Arap gruplardır. Buradaki en bariz sorun, hiçbir Arap ülkesinde Şiilerin kendi başlarına yönetimde olmamalarıdır. Şiilerin çoğunluğu teşkil ettiği yerlerde bile kalabalık Sünni azınlıklarla birlikte var olmak durumundadırlar ve İran tehdidi algısı, bu Sünnilerin hızla Şii güç oyununa karşı seferber olabilmeleri anlamını taşır.
İkinci sorun coğrafidir. İran ve Akdeniz (veya İran ve Yemen) arasındaki toprak sürekliliği - İran'ın oradaki Şii grupları silahlandırabilmesine imkân tanımaktadır – kabul görmüş değildir. Bu ise İran'ın pozisyonunu savunmasız kılmakta, İslam Cumhuriyetini Şii dayanışmasına itmektedir. Bu da mezhep hatlarını belirginleştirip katılaştırmakta ve İran'ın karşılaştığı engelleri ikiye katlamaktadır.
Irak'ta Başbakan Nuri Maliki'nin Şii merkezli politikaları Sünnilerde ve Kürtlerde huzursuzluk yarattı. Irak hükümeti Anbar şehrinde isyanla yüz yüze ki Sünni aşiretlerle ilişkilerin yanlış götürülmesinden kaynaklanmış ve Uyanış Hareketi'nin doğmasına yol açmıştır. Cihatçı gruplar da devam eden mezhep gerilimlerini kendi avantajlarına kullanmaya bakıyorlar.
Kürtlere gelince, Mesud Barzani, Maliki'nin üçüncü kez başbakan olması durumunda Kürdistan'ı Irak'tan koparmakla tehdit etti. Kürtler ve merkezi hükümet arasında pek çok ihtilaf konusu var fakat Barzani, Maliki'nin yönetim tarzını geçmişten beri eleştirmektedir.
İranlılar bu durumdan memnunlar mı? Tahran'ın mezhep yapılarından dolayı Arap ülkelerini doğrudan kontrol edemeyeceği, bu yüzden de onların aralarındaki ihtilafa oynamaktan başka seçeneği olmadığı görüşü var. Dikkatli bir gözlemci, İran'ın Arap dünyasındaki “yaratıcı kargaşadan” istifade ettiğini söylemişti. (Yaratıcı kargaşa ifadesini ilk kez Amerikalı neoconlar kullanmıştır.) Bölgede klasik hegemonya tesis edemeyen İran, bölgedeki düzensizlik ve kargaşayı imkân olarak kullanmak durumundadır.
Bu görüş bir yere kadar doğrudur. Fakat İran, yerleşik kurumların olduğu bir ülkedir de. Amaç kalıcılıktır. Hizbullah'ı Lübnan'daki Şii gruplara sıkı sıkıya bağlayan stratejisi bunun başarılı bir örneğidir.
Tahran'ın en önemli muharebe cephesi olan Suriye de ise bunun tam aksine Esad rejimini yerinde tutmuştur. Suriye'yi bölen bir politikayla yapmıştır bunu. Şam, sahil kesimleri ve Lübnan'la sınır olan yerlerde Esad'ın gücünü pekiştirmiştir. Hayati bölge dışındaki yerlerde neler olup bittiğiyle ise pek ilgilenmediler. Çatışmayı çözüme kavuşturacak, ülkeyi yeniden birleştirecek bir teklif de getirmediler. Karar mercilerini kontrol etme imkânının olduğu yerlerde ise birleştirme yönünde politika izlediler. Lübnan bunun iyi bir örneğidir.
Ancak siyasi, mezhebî, ve etnik bölünmelerin bunu imkânsız kıldığı yerlerde bölünmeden yana taraf oldu İran. Bir ülkenin bazı kesimlerini – tercihen merkezini – kontrol edebilir ve bu esnada otoritesinin dışındaki kesimlerin marjinalleşmesi için çalışabilir. Irak ve Suriye, yaratıcı kargaşanın bu versiyonunu tasvir etmektedirler.
İran'ın yaklaşımının etkili olup olmadığı başka bir meseledir. Ama şurası kesin ki Tahran'a bölgesel oyuncu olması için kayda değer bir mevki bahşetmiştir ve İran'ın çıkarlarına zarar verecek neticeleri engellemiştir. Fakat çatışma ve istikrarsızlığı kullanan bir stratejinin temel bir eksikliği vardır. Sürekliliği olan kurumlar tesis ederek kalıcılığı yakalayan İran'ı bundan yoksun bırakmaktadır.
İroniktir, ABD İran'a bu bakımdan yardım edebilir. Eğer bu yıl nükleer anlaşmaya varılırsa Obama yönetimi bölgesel sorunların çözümü için İran'la işbirliğine girişebilir. İran gücünün tanınmış olması, Arap dünyasında daha fazla söz hakkı arayan Tahran'dakileri güçlendirecektir. Fakat şimdiye değin gördüklerimize bakarak düşüncek olursak, bunun daha huzurlu bir Ortadoğu yaratması söz konusu olmayabilir.
Kaynak: Daily Star
Dünya Bülteni için çeviren: Turgut Fidan