Bu hafta, İran dışişleri bakanı Muhammed Cevad Zarif, 7 Kasım'da, Le Monde'a verdiği röportajda bir gerçeği dile getirdi: İslam Cumhuriyeti'nin nükleer programına ilişkin anlaşmaya varmak için bir "fırsat penceresi var".
Bu pencere çabuk kapanacak. Çünkü Hasan Ruhani'nin Cumhurbaşkanı seçilmesiyle ilintili ve Ruhani'nin, rejimin geleceğinin iç durumun kötüleşmesiyle tehlikeye girdiği sonucuna varan ülkenin gerçek "patronu" Rehber Ali Hamaney tarafından desteklenmesinin nedeni bu. Hamaney, İran'ın maruz kaldığı mali ve iktisadi ambargonun kısmen de olsa kaldırılmasını istiyor.
İran bunu ancak müzakere halinde bulunduğu BM Güvenlik Konseyi'nin beş daimi üyesi ile (Çin, ABD, Fransa, İngiltere, Rusya ve Almanya) nükleer programı konusunda bir anlaşmaya vardığı takdirde elde edecek. Söz konusu "beş artı bir" grubu Tahran'ı, uluslararası angajmanlarını ihlal etmek, askeri amaçlı uranyum zenginleştirme araçlarına sahip olmak, sonuç olarak nükleer programının belli bir bölümünü tamamen kamufle etmekle suçluyor.
İşte Cenevre'de Ekim ortalarında başlatılan görüşme trafiğinin 7 Kasım'da sürdürüldüğü zemin bu. Zarif kısmen kendinden emin bir görüntü veriyor. Acelesi var.
Tahran'da, hem askeri hem ekonomik gücü itibariyle çok kararlı bir baskı grubu olan Devrim Muhafızları, İran'ın nükleer programını tüm yönleriyle savunuyor. Bu grup varlığını sürdürüyor ve Batılılarla örtük savaş durumunda gelişiyor. Eğer Ruhani cephesi hızlı bir şekilde netice elde edemezse "katı"lar yönetimi ele alır.
Müzakerelerin sonucunda Tahran'ın, Birleşmiş Milletler'in birçok kararı üzerine kurulu söz konusu "beş artı bir"in taleplerine uygun bir konuma geleceği farz ediliyor. İran'ın, askeri amaçlı uranyum zenginleştirmekten vazgeçmesi, Fordo yeraltı tesislerini sökmesi, Arak'taki bomba yapımını olanaklı hale getiren ikinci platinyum fabrikasını kapatması gerekiyor.
Bu mesele çok büyük ölçekli bir mesele. Eğer İran'ın programını eskiden olduğu gibi sürdürmesine izin verilirse nükleer silahların çoğalmamasına ilişkin kırılgan uluslararası denge tehlikeye atılmış olur. Er ya da geç, Suudi Arabistan veya Türkiye hatta Mısır gibi İran'ın bazı komşularını "bomba"ya yönelip yönelmeyecekleri konusunda teşvik eder.
Fakat İran'ın, temel hak iddiası olan uranyum zenginleştirme konusunda tatmin edici bir netice almadığı takdirde, kendisinden talep edilen ödünleri temsil eden devasa yatırımından vazgeçeceğini zannetmek gerçekçi olmaz. Faaliyetlerin sıkı uluslararası denetim altında yürütüleceği anlamına gelse bile.
Bu bakımdan İsrail'in ve Amerikan kongresinin bu "gidişat"a karşı olan kesiminin tutumu müzakereye giden yolu bile tıkıyor.
Fakat bu mesele de çok büyük ölçekli bir mesele. İran'ın nükleer programına ilişkin Tahran ile Washington arasında, Orta Doğu'nun istikrarı açısından yadsınamaz faktör olan, anlaşmanın gerçekleşmesi ilişkilerin normalleşmesinin yolunu açar. Kudüs, Riyad veya Ankara'daki kanaatin aksine.
Kaynak: Le Monde, Başyazı
Dünya Bülteni için çeviren: Muhsin Korkut