Pakistan Başbakanı Nevaz Şerif'in, Washington'a yaptığı seyahatten ülkesine dönmesinin üzerinden daha bir hafta geçmeden bir Amerikan insansız hava aracı, ülkenin en tehlikeli militan grubu Pakistan Talibanı'nın lideri olarak ülkeyi terörize eden Hakimullah Mesud'u öldürdü.
Başka iki ülke arasında olsa bu tür olayları, yapılan iş birliğine dair resmi bir onay ya da en azından anlamlı bir sessizlik takip eder. Ama Amerika Birleşik Devletleri'yle Pakistan arasında durum her zaman daha karmaşık olmuştur. İnsansız hava aracı saldırısından birkaç saat sonra Pakistan içişleri bakanı Amerika Birleşik Devletleri'ni "barış çabalarını öldürmekle" suçladı. O daha sonra "dost görünen düşmanlar" diyerek fırça attı.
Bu eski bir taktiktir. Yapılan iş birliğine bakılmaksızın, iki ülke de hep diğer tarafı kötü olarak göstermeyi daha faydalı bulur. Gerçekte teröre karşı savaşta merkezi bir rol oynayan Pakistan hükümeti, hep kendisini zorba bir süper gücün kurbanı olarak tasvir eder.
Bu arada Amerikalı yetkililer de Pakistan olmadan en başta bu savaşı açabilmelerinin bile mümkün olmadığı gerçeğini göz ardı ederken
Afganistan'daki başarısızlıklarının çoğunda Pakistan'ın "ikili oyununa" işaret etmeye devam ederler.
Her iki hükümet de kendi halkına yalan söylerken, işlev bozukluğunun gerçek sebebi müttefikler arasında bu kadar çok aldatma olması değildir. Pakistan ve Amerikalı liderler, ortaklıklarının detayları ve yapısı hakkında sistemli bir şekilde ve kasıtlı olarak kendi halklarını yanlış yönlendirdiler. Her bir ülke, diğerini stratejik ve elverişli bir kum torbası olarak kullandı.
Pakistanlı anne-babadan Amerika doğumlu ve her iki ülkenin dilini de akıcı bir şekilde konuşan biri olarak son 12 seneyi iki ülke arasında mekik dokuyarak geçirdim ve resmi ikiyüzlü anlatıların iki ülkede de kök saldığını görüp işittim.
11 Eylül'den sadece birkaç gün sonra Pakistan'ın eski askeri lideri Pervez Müşerref, Urdu dilinde bir konuşmayla halkına hitap ederek Amerika'nın Pakistan'dan istihbarat paylaşımı hususunda iş birliği, Pakistan hava sahasının kullanılması ve lojistik destek istediğini söyledi. Müşerref, iş birliği yapmaya karar verdiğini açıkladı.
Ama açıklık burada sona erdi. Mesela 2005'te Pakistan hükümeti üst düzey bir El Kaide mensubunun Pakistan'ın kırsal bölgelerinde bomba yaparken meydana gelen kaza sonucu öldüğünü duyurduğunda, Pakistanlı araştırmacı gazeteci Hayatullah Han, patlamanın olduğu yere gitti ve Amerikan Hellfire füzesinin parçalarını buldu. Han kaçırıldı ve kısa süre sonra ölüsü geldi. Bu da Amerika'nın Pakistan hava sahasındaki faaliyetlerinin ölümcül olabileceğine dair delil sunuyor.
Yedi sene sonra Amerikan halkı halen ülkelerinin Pakistan'da ne yapmakta olduğunu bilmiyor. Washington yıllarca orada insansız hava araçlarını kullandığını bile kabul etmedi. Ancak yakın zamanda, Obama yönetimi içindeki sızmalar sonrasında yetkililerin programın detayları konusunda konuşmaya başlamak zorunda kalmalarıyla Amerikalılar programın genel bir çerçevesi için parçaları bir araya getirebildiler.
Aynı şey, denize çıkışı olmayan, karaya sıkışmış Afganistan'a tedarik yolları konusunda da doğrudur. 2001'deki saldırıdan aylar önce Müşerref, Amerika ve NATO askeri techizatının Pakistan üzerinden taşınmasına izin veren bir anlaşma imzaladı. Ama anlaşma 2010'a kadar Pakistan halkından gizli tutuldu. Amerikan hükümeti de kendi halkına karşı bundan daha açık değildi. Örneğin, Amerikalılar, ABD Donanma gemilerinin Pakistan limanlarına yanaşmasında Başkan George W. Bush'a izin verilmediği için Amerika'nın neredeyse tüm Amerikan askeri tedarik zincirini Pakistan ordusuna yakın özel şirketlerin ellerine bırakmak zorunda kaldığını asla gerçekten takdir etmediler.
Bu tür detayları gizleme kararı, yurt içinde riskli savaş söylemlerini kontrol etme arzusundan doğdu. Kendilerini güvende hissetmeyen Pakistanlı liderler, hep bu iş birliğinin detaylarının zaten sallantıda olan rejimlerini daha da istikrarsız hale getireceğinden korktular. Ayrıca, Bush ve Obama muhtemelen, Pakistan'ın desteğini kazanmak üzere yapılan uzlaşmaları açıkça doğrulamalarının Pakistanlı liderleri daha da zayıf yapabileceğini düşündüler. Her iki ülkede liderlerin, kendi vatandaşlarını karanlıklar içinde bırakmalarının iş birliğini kolaylaştıracağını düşündükleri görüldü.
Sonuç ise tam tersi oldu. Gerçekle söylenenler arasındaki keskin irtibatsızlık, şimdi her iki hükümetin açıklamalarının saçma gelmesine yol açıyor. Pakistan'ın ücra köşesinde 300'den fazla Amerikan insansız hava aracı saldırısı oldu. İslamabad bu saldırıları kınamaya devam ederken Pakistanlı vatandaşlar her gün kara yollarından Afganistan'daki Amerikan ordusuna malzeme götürmek üzere dev konteynırlar taşıyan binlerce kamyonun geçtiğini görüyorlar. Ayrıca, Amerikalılar, Usame Bin Ladin'in yıllarca Pakistan'ın ana askeri akademisinin sadece bir mil uzağında yaşamış olduğu gerçeğine rağmen, milyarlarca dolar yardımın halen Pakistan'a akmakta olduğunu öğrendiler.
Bunun neticesindeki kafa karışıklığı Amerikalılar ve Pakistanlıların birbirlerinden nefret etmelerine yol açıyor. Pew Araştırma Merkezi tarafından temmuzda yapılan bir araştırma, Amerika'ya Pakistan'da başka hiçbir yerde olmadığı kadar antipati beslenildiğini gösterdi. Birkaç ay önce Gallup tarafından yapılan araştırmada da Amerikalılara en çok antipati besleyen ülkelerin Pakistan, İran ve Kuzey Kore olduğu tespit edildi.
Savaş zamanında Pakistan ve Amerika'yı bir arada tutmak için söylenen yalanlar, şimdi korumak istedikleri ittifakı tehlikeye sokuyor.
İki ülke, Pakistan'ın 1947'de harita üzerinde belirmesinden bu yana jeopolitik müttefik oldu. Amerikan askerlerinin Afganistan'dan çekilmesinden uzun süreler sonra da her iki ülke için hayati ehemmiyette olmaya devam edecek olan bu uzun süreli ilişkiyi muhafaza etmek için, Pakistan ve Amerika arasındaki anlaşmaların detayları halka açıklanmalıdır. Neticede Amerikalılar da Pakistanlılar da aynı şeyi, liderlerinden bir kez olsun gerçeği istiyor.
Kaynak: New York Times
Dünya Bülteni için çeviren: Mehmet Şeyhoğlu