Cumhuriyet yazarı Mustafa Balbay'ın kaleme aldığı söylenen 'darbe günlüğü', dış politikadaki kritik konuların, demokratik iktidarları hizaya sokmak için nasıl insafsızca kullanıldığının delili.
Sarıkız, Ay Işığı gibi darbe planlarının başladığı dönemde, çiçeği burnunda AK Parti iktidarına karşı kullanılacak çok iyi iki malzeme vardı. Bunlardan biri Kıbrıs; diğeri Kuzey Irak, PKK, ABD ile ilişkiler gibi çetrefil konuların tümünü kapsayan tezkere konusu idi.
Tüm rakiplerini Meclis dışında bırakarak büyük bir güçle iktidara gelen AK Parti'yi yıpratmanın en kestirme yolu, milli davaları sattıkları havasını yaymaktı. Nitekim hükümetin Kıbrıs'ta çözüm yanlısı tavrının nasıl bazılarını çılgına çevirdiğini; çözüm için New York'ta görüşmeler yapılırken darbe girişimlerinde ismi geçen zevatın görüşmeleri sabote etmek ve iktidarı boşluğa düşürmek için bir bildiri yayınlamayı bile düşündüklerini biliyoruz. Danışmanı Mümtaz Soysal ile birlikte Cumhurbaşkanı Denktaş'ın, çözümden uzak durmak için sergilediği direnişi de...
Hemen her konuda konuşanların, tezkere gibi doğrudan milli güvenlikle ilgili bir hususta sessizliği tercih etmesi de galiba aynı mantığın ürünüydü. Zira ortada iki tarafı da pis bir durum vardı. AK Parti, ya ABD'nin yanında savaşa girecek ve hem Amerikancı damgalanacak hem de Irak'tan gelecek cenazelerin faturasını ödeyecekti. Karşı çıksa, ABD ile arası açılacak ve Washington'ı iknaya uğraşan darbecilere gün doğacaktı.
Balbay'ın günlüğünde iftiharla anlatılan ve o kritik günlerde Cumhuriyet'e manşet olan "Genç subaylar rahatsız" haberi de aynı oyunun parçasıydı. Belki, CHP'nin tezkereye şiddetli muhalefetinin arkasında da ABD ile AK Parti'nin arasını açma planı yatıyordu.
Ancak kimilerine göre çok şanslı, kimilerine göre ise dualı olduğu için AK Parti, tüm acemiliğine rağmen iki tuzaktan da akla ziyan bir biçimde sıyrıldı. Hükümet, tezkereyi Meclis'e sevk etmesine ve parti üyelerinin çoğu olumlu oy kullanmasına rağmen, malum tezkere kabul edilmedi. Bu, sadece AK Parti'yi kumpastan kurtarmadı. Türkiye'yi, Irak batağına saplanma riskinden kurtardığı gibi, İslam dünyasında 'ABD'ye hayır diyen ülke' statüsü kazandırdı.
Kıbrıs'ta da durum farklı olmadı. AK Parti, aleyhine kullanılabilecek bazı yönleri de olmasına rağmen Annan Planı temelinde bir çözümü destekledi; ama referandumda Türklerin kabul ettiği plan, Rumlarca reddedilince hem riskler ortadan kalktı hem de ilk kez Türkiye'nin çözüm isteyen taraf olduğu tescillenmiş oldu.
Aslında buraya kadar anlatılanlar, konuyu biraz yakından takip edenlerin az çok bildiği gerçekler. Ama Balbay'ın günlüğü sayesinde, milli dava Kıbrıs'a yüklenen misyonu darbecilerin ağzından öğrenmiş olduk. Şener Eruygur ile Balbay arasındaki Kıbrıs diyaloğunu birlikte okuyalım:
Ş.E.- Arkadaşlar haklısınız da, ne yapacağız, ülke batıyor, size söyleyeyim... Her şey kayıp gidiyor... Ne yapacağız, bu batışı hep birlikte izleyecek miyiz? Olamaz böyle bir şey.
-O konuda haklısınız. Bizler de yazıyoruz... Mesela Kıbrıs, gitti gider... Kıbrıs'ta ne yapılabilir?
Ş.E.- Şimdi biz Rauf DENKTAŞ'a büyük destek veriyoruz. Adam, hakkını yememek lazım kahramanca mücadele ediyor. Hem içeriye karşı hem dışarıya karşı... Örneğin ben ayda en az 2-3 kez arıyorum kendisini, aman ha sağlam durun diyorum...
- New York'ta bir şeyler oluyor... Bu aşamada ne yapmak lazım?
Ş.E.- Tabii oradaki gelişmeleri izliyoruz. Çıkan sonuca göre bir şey yapmak gerekiyor. Belki yazılı bir metin, belki bir bildiri gerekir...
Bu konuşmanın devamındaki bir cümle ise insanın kanını donduracak cinsten. Çünkü sarf edilen ifade, hükümetin emrinde olması beklenen bir komutanın, bir milli davayı iktidar aleyhine kullanmaktan çekinmeyeceğini gösteriyor. Eruygur, şöyle diyor: "Bunların Kıbrıs'ın altında kalmasını sağlamak, ama Kıbrıs'ı da kaptırmamak... Çok ince bir durum."
İbretlik bir manzara değil mi? Bir sonraki yazıda, bugünlerde Kıbrıs gibi iktidar aleyhine kullanılmak istenen başka bir dış politika konusunu ele alacağız. Bakalım, bu konuyu tahmin edecek misiniz?
Kaynak: Zaman