Bundan önceki yazıda “nereye gidiyoruz?” diye sormuştuk. Bu soruyu çeşitli açılardan sorabiliriz. Mesela Türkiye nereye gidiyor, sorusu ulusal bazda sorduğumuz bir sorudur. Bu soruyu Ürdünlüler de Hollandaları da kendilerine sormaktadırlar. İslam dünyası nereye gidiyor? Avrupa Birliği nereye gidiyor? Dünya nereye gidiyor?
Doğrusu şu ki, birbiri içinde üç daireden oluşan derin bir krize doğru gidiyoruz. Bunu şuna benzetebiliriz: Ay dünyanın uydusudur, dünyanın etrafında döner, ayla beraber dünya güneşin etrafında dönüyor, güneş de kendi müstakarrına doğru hareket ediyor. Ay da dünya da güneş de bir yere doğru akıp gidiyor. Türkiye, bölgesel entegrasyonlar (AB, BDP vd.) ve dünya da bir yere doğru gidiyorlar. Bu gidişi insanın alacağı tavırla ya iyi hale çevirebilir ya da kendi kıyametimizi kaçınılmaz hale getirebiliriz. Bu sorunun merkezinde “insan” faktörü yatmaktadır. Allah bize, varlığı musahhar kıldı, yani istifademize sundu. Bunun bir hikmeti ve gayesi var. Biz eğer sebeb-i hikmetine uygun olarak varlığı algılamakta ve üzerinde tasarrufta bulunmakta temel bir hata yapacak olursak, bunun maliyeti bizim tür olarak fiziki varlığımızı aşan boyutlara ulaşır. Sufilerin dediği gibi, “İnsan bozulursa kainat da bozulur; insan ıslah olursa kainat da ıslah olur.”
Burada bizim Müslümanlar olarak cevabını aramamız gereken üç soru vardır.
1)Tür olarak adeta narkozu içinde bilnicimizin uyuşturan bu maddi-ekonomik büyümeyi nasıl kontrol edebiliriz? Yazık ki Müslümanlar “nasıl daha çok büyüyebiliriz” diye zihinlerini meşgul ediyorlar ve temel kaynaklarını, Kur'an’ı, Sünnet’i ve geleneklerini bu soruya cevap aramak üzere okuyorlar. Bu yanlış bir okumadır. Söz konusu yanlış okumaya bağlı olarak siyasi ideolojilerini “daha çok kalkınma” üzerine oturtuyorlar. Müslümanların 200 senedir yanlış bir soruyu sormaktan vazgeçmeli; “İslam bilime, ilerlemeye, kalkınmaya, modernliğe, büyümeye karşı değildir” replikleri ciddi anlamda sorgulama cesaretini göstermelidirler.
2)Nasıl bir arada yaşayacağız? İnsanlık olarak nasıl bir arada yaşayacağız? Bir arada yaşamanın önşartı, ötekinin öteki kabul edilmesi, ama şeytanın yerine ikame edilmeden ötekileştirilmemesinden geçer. Bu tamamen bizim algılarımızın yaratılış, Adem’in önünde secde etmeyen Şeytan ve insanın Allah ile Şeytan arasındaki temel tercihlerinin bilincinde olmasıyla ilgili kelami bir meseledir. Sosyal, ekonomik ve politik olarak bir arada yaşamak için adaletin tesisi zaruridir. Ancak soru şudur: Adaletin hakiki formlarını nerede bulacağız? Özgürlük, ahlak ve insanın yaratılış hikmeti nedir? Bunların cevabını bulmadıkça nasıl bir arada yaşayacağız, sorusunun cevabını da bulamayız.
3)Nefsimizi nasıl kontrol edeceğiz? Bu en önemli sorudur. Liberal kapitalizm dediğimiz şey, nefsin bütün isteklerini, heva ve hevesi kışkırtan, onun doyumsuz arzularını ayakta ve diri tutan bir sistemdir ki bunun dinamiği de zaafı da aynı noktada toplanmaktadır. Bu da, sıklıkla dile getirdiğimiz “büyüme” ideolojisidir. Sistem büyüdükçe güçleniyor, büyüme durdukça zaafa uğruyor. Büyümeyi sağlayan gerçek dinamizm de nefsin tutku ve arzularıdır; nefsin sürekli tahrik halinde olmasıdır. Eğer nefsi kontrol edebilmenin enstrümanlarını, yollarını bulabilirsek, bu büyüme ideolojisine karşı da bir çözüm bulabiliriz.
Yeryüzü ölçeğinde içine girdiğimiz bu kriz, insanın içinde bulunduğu derin bir çatışmanın da su yüzüne vurmuş şeklidir. Hakikatte insan kendisi ile, öteki ile, tabiatla ve Allah’la çatışma halindedir. Bizi bu krizin içinden çıkaracak olan paradigma, bizi kendi öz varlığımızla, öteki insanla bir arada yaşatacak kelami ve hukuki çerçevedir. Öteki bizim gibi düşünmeyebilir, bizim gibi inanmayabilir, bizim dinimizden de olmayabilir; fakat bir hukuk çerçevesi içinde onunla bir arada yaşayabiliriz. Tabiatla ve nihayetinde Allah’la barıştıracak bir çıkış yolu bulmamız gerekir.
Kapitalizmi restore ederek bu krizin içinden çıkamayız. Sosyalizme geri dönerek ya da sosyalizmden ödünçler alarak da bu krizin içinden çıkamayız. İslamiyet’i, liberalizme veya sol ideolojilerle uzlaştırarak da bu kriz aşılamaz. İslam’ın liberalizme ihtiyacı olmadığı gibi sola ve sosyalizme de ihtiyacı yoktur.
Batı çok tehlikeli bir mecraya girmiş bulunmaktadır. Birinci ve ikinci dünya savaşlarında olduğu gibi, milyonlarca insanın hayatı pahasına bu krizden çıkmayı planlıyor. Batı, geçmişte yaptığı gibi krizi büyük savaşlarla atlatmayı planlıyor. Batı’nın öngördüğü, yeni ve kapsamlı olacak ve İslam dünyasının toprakları üzerinde sürecek, bu arada milyonlarca Müslüman’ın hayatına mal olacak bir savaş. Savaş, krizlerden çıkmanın bir yoludur. Ama başka bir yol da var.
Hz. Yusuf gibi yedi yıllık bolluktan sonra, yedi yıllık kıtlık dönemine girdik, bu yedi yıllık kıtlık dönemini bilgi ve hikmetle aşabiliriz ancak. Bu bilginin ve hikmetin kaynağı da vahiydir. Bize vahyi Peygamber Efendimiz (s.a.) tebliğ etti, bu da Kuran ve Sünnet’tir.