"Bir nikah kıyılır, bir dünya kurulur" dedi nikah memuru, belediye başkanının verdiği yetkiye dayanarak gençleri karı - koca ilan ederken. Alkışlar sevinç gözyaşlarına karıştı. Genç çift dışarı çıkarken, yenisi sıradaydı. O gün kim bilir kaç nikah daha kıyılacak, kaç genç daha dünya evine girecekti bu sözle. Acaba, kaçı biliyordu "dünya evi"nin ne anlama geldiğini ve kurdukları dünyayı bir çiçek bahçesine çevirmenin, ancak birlikte ele ele vererek gerçekleşebileceğini...

Eskiler, evlenmek sözcüğü yerine daha çok "dünya evine girmeyi" kullanırlardı. Birine dua edecek olduklarında "evlatlarının mürüvvetini göresin" denirdi. Şimdilerde evlilikler mi mürüvvet olmaktan çıktı, gençler mi ortak bir dünya kurmaktan vazgeçti bilinmez ama görebildiğimiz birşey var ki gittikçe bireyselleşen insan, evli ama yalnız olmayı seçti.

Son yıllarda evli çiftler arasında yapılan araştırma ve gözlemler, "kendisini mutsuz ve yalnız" hissedenlerin sayısının giderek arttığını gösteriyor. Evlilik çatısı altında kendini güvende hisseden kişiler, eşlerine güven duymadıklarını ifade ediyor! Mutsuz ama boşanmayı bir seçenek olarak görmeyenlerin, kendilerini çocuklarına, işlerine, sosyal işlere, en ilginci de "tüketmeye" verdikleri göze çarpıyor. Aradığı huzuru, ilgiyi, alakayı evinde bulamadığını düşünenler, buldukları limanlara sığınmayı tercih ediyor. Böylece aile terapistlerine, evlilikte çalışılması gereken yeni kavramlar kalıyor. Mutsuzluk, yalnızlık, güven ve ilginin, evlilik içinde yeniden tanımlanması gerekiyor.

Evlilik içinde kendini yalnız hissetme, ortak paydaların, üzerinde konuşulacak konuların, paylaşılacak ortak heyecanların azalmasıyla ortaya çıkıyor. Özellikle çocukları yetişkin yaşlara gelmiş ya da hayata dair ulaşmak istediklerini elde etmiş çiftlerde daha sık görülüyor. Evliliğin ilk yıllarında paylaşımlar, daha çok sorunlar ve yaşam gailesi üzerinden gerçekleştiğinde, zamanla herşeyin yoluna girmesi ortak konuları azaltıyor. Bazen de hayatın akışına kendisini fazlaca kaptırmış eşler, diğerinin kendisini yalnız hissetmesine sebep oluyor. Özellikle anne olduktan sonra kadınların, iş kurduktan sonra erkeklerin farkında olmadığı bu durum, uzak kalan eşin ihmal edilmiş hissetmesine sebep oluyor. Böyle durumlarda kadınlar kendilerini çoğunlukla çocuklarına, ev işlerine ya da sonu gelmez harcamalara, tüketime verirken, adeta ihmal edildiğini hissettiren eşinden intikam alıyor. Erkeklerde de durum çok farklı olmuyor. Evde kendini bırakmış, bakımsız, ilgisiz kadın sadece çocuklarını görüyorken, dışarıda özel ilgi alanlarını ve farklı yönlerini keşfeden bir sürü başka kadın bulabiliyor.

Peki evliliği canlı tutmak ve sevgiyi, sadakati korumak için her iki eşe ne gibi görevler düşüyor?

Evlilik birliği kurulmadan önce eş adayında kriter olarak aramak aklınıza gelmemiş olabilir ancak mutlu bir evlilik için eşinizle ortak ilgi alanları geliştirmeyi şimdiden sonra önemsemek zorundasınız.

Birlikte huzur içinde yaşamak için, dünya görüşü, dini ve siyasi görüşlerin uyumu günümüzde daha da zorunlu hale geldi. Ancak eşinizle bu konuda farklı düşünüyorsanız, en azından bunu saygı çerçevesinde, polemiğe girmeden yaşamalısınız.

Eşiniz, sizinle yola çıktığı zamanki halinin gerisinde kalmış olabilir. Ev ya da iş sorumlulukları, hayat mücadelesi ya da çocuklar, o ayaklarınızı yerden kesen adam ya da kadını başka birine çevirmiştir. Hoşunuza gitmeyen bu durumu kabullenmenin erdem ve vefa gereği olduğunu, yuvanızın huzurunu, eşinizi değiştiren, yıpratan belki de yaşlandıran şeylere borçlu olduğunuzu unutmamalısınız.

Cinsellik, evliliğin önemli unsurlarından biridir. Cinsellikle ilgili beklenti ve sorunların eşler arasında konuşulmayıp dışarıda çözülmeye çalışılması, evliliğin temeline dinamit koymaktır. Eşlerin birbirleriyle ilgili beklentilerini, bir görev olarak değil, karşılıklı sevginin ve bağlılığın çekimi olarak görmeye çalışmaları önemlidir.

Aileler eşler arası ilişkilerde bir tutkal vazifesi görebildikleri gibi, farkında olmadan ayırıcı bir sorun da olabilmektedirler. Ancak gözden kaçan bir şey vardır ki aslında sorun kayınvalide ya da kayınpeder değil, arada dengeyi sağlayamayan eşten kaynaklanmaktadır. Muhatabında karşılık bulamayan öfke anne babaya yansıtılmakta, çoğu kez haksızlık yapılmaktadır. Özellikle erkeklerin, kendi anne babasına karşı yerine getiremediği görev ve sorumlulukları eşlerinden beklemeleri, en çok karşılaşılan aile sorunları ardasındadır. Unutmamak gerekir ki herkes kendi anne babasıyla ilişkisinden sorumludur ve herkese anne babasının kendisiyle ilgili rızası sorulacaktır.

Çocuklar, yanlarında görüş ayrılığı yaşanmaması gereken ailenin en önemli unsurlarıdır. Büyüklerin dediği gibi evlilik asıl çocuktan sonra başlar ve asıl karı koca ilişkilisi çocukla sorgulanır. Evliliğinizin, çocuklarınız için ilk evlilik, sizlerin de ilk eş, ilk anne baba modeli olduğunuz unutulmamalıdır.

"Gönül almayı bilmeyene, yürek emanet edilmez" der Mevlana. İki insanın bir yuva kurmak için birleştirdiği ellerini, bundan daha güzel ve anlaşılır şekilde bağlayan bir cümle daha kurulmamıştır. Eşler evlilikte birbirinin emanetini taşıdığını unutmadan sevgi, saygı ve sadakat yolunda olmalıdır. Belki de herkes kendi kendine önce şu soruyu sormalıdır: "Ben olsam kendimle evlenir miyim?"