Cumhurbaşkanı yargılama girişimi sadece hukukî değil aynı zamanda siyasî cinayettir. Sincan 1. Ağır Ceza Hâkimi Osman Kaçmaz, hukukî bir gaf yapmanın ötesinde devlet hiyerarşisine darbe vurmaya kalkışmıştır. Karara muhatap kişinin isminin Abdullah veya Ahmet olmasının bu anlamda önemi yok.
Hedef alınanın makam olduğu ve asıl zararı sistemin göreceği muhakkak. Adı ve yöntemi ne olursa olsun bütün yönetim şekillerinde devlet başkanı kilit konumdur. Meşruti demokrasilerdeki sembolik halinde bile özellikle ve mutlak dokunulmazlık anlamına gelecek bir zırhla korunur.
Adı parlamenter demokrasi olan ama yetkileri itibarıyla yarı başkanlığı çağrıştıran Türkiye örneğinde cumhurbaşkanı aslında her şeyin başı. En bilineninden başlayalım: O başkomutandır. Türk Silahlı Kuvvetleri'ne TBMM adına komuta eder, kullanılmasına karar verir. Aynı zamanda Türkiye Büyük Millet Meclisi'nin başıdır. Toplantıya çağırmak, açılışını yapmak gibi sembolik yetkiler yanında, parlamentonun neredeyse bütün faaliyetlerinin onay merciidir. Yasama ile ilgili yetkilerine bakıldığında bu çok açık görülecektir. Cumhurbaşkanı yürütmenin yani Bakanlar Kurulu'nun da başkanı. Anayasa ile tanımlanan atama ve görevden alma yetkileriyle devlet cihazının en tepesindeki kişi olduğu sarih biçimde kayıt altına alınıyor.
Yargı ile ilgili olanları iktibas etmek istiyorum ki cumhurbaşkanının aslında 'başyargıç' olduğu anlaşılabilsin: "Anayasa Mahkemesi üyelerini, Danıştay üyelerinin dörtte birini, Yargıtay Cumhuriyet başsavcısı ve Yargıtay Cumhuriyet başsavcı vekilini, Askerî Yargıtay üyelerini, Askerî Yüksek İdare Mahkemesi üyelerini, Hâkimler ve Savcılar Yüksek Kurulu üyelerini seçer."
Bütün bu bilgilerin ışığında can alıcı soruyu soralım: Devlet cihazının her bir parçasının başı olduğu ayrı ayrı anlatılan cumhurbaşkanı hangi hallerde yargılanabilir? Anayasa çok açık biçimde şunu söylüyor: "Cumhurbaşkanı, vatana ihanetten dolayı, Türkiye Büyük Millet Meclisi üye tamsayısının en az üçte birinin teklifi üzerine, üye tamsayısının en az dörtte üçünün vereceği kararla suçlandırılır." Yalnızca bu ifade bile yeter. Zira hangi suçtan yargılanacağını kayıtlara geçirmenin manası, bunun dışındaki hallerden yargılanamaz demektir. Ayrıca vatana ihanetten bile yargılanması, parlamentonun uzun süreçleri ve Yüce Divan yargılamasına bağlanıyor.
Bunu bir kenara bırakarak başladığımız noktadan devam edelim. Genelkurmay Başkanı'nın yargılama mevzuatı en ağırlarından biri. Genelkurmay Başkanı'nı yargılamanın neredeyse imkânsız olduğu bir düzende onu atayan ve yöneten 'başkomutan'ı yargılamak Sincan Hâkimi'nin inisiyatifinde olabilir mi? Bakanlar Kurulu'na dışarıdan atanan üye dahi milletvekili dokunulmazlığı zırhına bürünüyor. Bakanlar Kurulu Başkanı'nın şamar oğlanına dönüştürülmesini mantığınız kabul ediyor mu? Hâkimlerin yargılanması için kırk dereden su getirmek gerekiyor. En yakın tartışmadan Anayasa Mahkemesi Başkan Vekili Osman Paksüt'ten örnek verelim. Soruşturma ve yargılama Yüksek Mahkeme'nin tekelinde bulunuyor. Paksüt'ü re'sen seçen 'başyargıç'ı yargılamak yerel bir mahkemenin haddi olabilir mi?
"Kanunda boşluk var" diyor, Sincan Yargıcı. Kanunda boşluk yok, olsa bile hukukta boşluk yok. Kanun açıkça 'yargılanabilir' demiyorsa hukuk mantığı boşluğu 'yargılanamaz' şeklinde doldurur. Kanun koyucu, bunun aksine kimsenin ihtimal vermeyeceğinden hareketle 'yargılanamaz' ifadesine gerek görmemiş. Tapu kadastro memurunun yargılanması için bariyerler koymuş sistemin, cumhurbaşkanını ortada bıraktığını düşünmek hukuk bilmemektir. Sincan Yargıcı Osman Kaçmaz'ın yaptığı üzüm yemek değil, bağcı ile birlikte bağı kundaklama girişimidir. Zarar, Cumhurbaşkanı Abdullah Gül'den çok sisteme ve ülkeye dokunur.
Kaynak: Zaman