Türkiye Başbakanı Recep Tayyip Erdoğan, Eylül ayında yapılan BM Genel Kurulunun 64. toplantısında Güney Afrikalı hâkim Richard Goldstone raporu hakkında konuşmak üzere kürsüye yöneldiğinde gözler yuvalarından fırladı. BM himâyesinde hazırlanan rapor, İsrail'i 2008-2009 Gazze krizi sırasında savaş suçları ve insanlığa karşı suç işlemekle itham ediyor.
Erdoğan, bu konuşmadan hemen sonra yaptığı bir basın toplantısında Gazze'de savaş suçlusu olan herkesin sorumlu tutulması gerektiğini söyledi. Rapor hakkında konuşan tek bir lider daha vardı: Benjamin Netanyahu. Raporun "ön yargılı ve haksız" olduğunu söyledi. Erdoğan'ın Filistinlilere verdiği desteğe öfke duyan Netanyahu, Gazze Savaşı ve II. Dünya Savaşı sırasında Nazi şehirlerinin bombalanması arasında paralellikler kurarak ülkesinin Gazze'deki savaşını savundu. Erdoğan, BM Güvenlik Konseyi geçici üyesi sıfatıyla, Türkiye'nin raporu Güvenlik Konseyi'ne taşımak istediğini söyledi.
Erdoğan, Türkiye'nin komşularıyla sıfır problemli dış politikasını tanımlayarak, ülkesinin bölgede ve bölge ötesinde "faal" bir diplomatik rol oynama niyetinde olduğu mesajını da iletti. İsrail gazeteleri dürüst aracı olma iddiasına rağmen Goldstone raporunu yukarı kaldırmak sûretiyle Filistinlilerin yanında yer aldığını söyleyerek iki yüzlülükle suçladıkları Türkiye Başbakanı'nı eleştiri yağmuruna tuttular.
İsviçre'de Ocak ayında Davos'ta yapılan bir panelde İsrail Cumhurbaşkanı Şimon Peres'le yüksek sesli bir atışmadan sonra fırtınalar estiren 54 yaşında o aynı lider bu. Peres, ülkesinin Gazze'deki duruşunu savunduğunda Erdoğan çileden çıktı ve yüzü kıpkırmızı olmuş bir halde şöyle dedi: "Sayın Peres, yaşlısın ve sesin suçluluk duygusundan dolayı çok yüksek çıkıyor. Öldürmeye gelince, öldürmeyi en iyi siz bilirsiniz! Plajlarda çocukları nasıl vurup öldürdüğünüzü çok iyi biliyorum!."
Erdoğan, o zamanın İsrail Başbakanı Ariel Şaron 2004 yılı başlarında davet ettiğinde gitmeyi reddetti. Bunun yerine Halid Meşal liderliğindeki Hamas heyetini Türkiye'de kabul etti. Daha sonra 2004 Temmuz'unda Ehud Olmert ile toplantı düzenleme teklifini geri çevirdi ve beş ay sonra, BM Güvenlik Konseyi 1559 sayılı kararı geçirdikten hemen sonra Suriye'nin Uluslararası câmia ile ilişkileri bozulduğunda, köprü kurmak üzere Şam'a gitti.
Erdoğan Türkiyesi, İslam milletinin lideri olduğu zamanların hasreti içinde, kendisini bir aracı ve Arap-İslam dünyasındaki ülkelerin büyük kardeşi olarak yansıtıyor.
Şampiyon
Erdoğan'ın Gazze konusundaki güçlü duruşu, Arap dünyasındaki milyonların nazarında bir şampiyon ve bir problem çözücü olarak yerini daha önce hiç olmadığı kadar pekiştirmektedir Türk kaynaklar, Erdoğan'ın taraf tutmadığını ve fakat tüm tarafların – Mısır, Hamas, Suriye, İsrail ve İran – mutabakata varmasını istediğini, bunun Türkiye'nin dürüst aracı olarak rolünü ve Ortadoğu'daki siyasi ağırlığını güçlendireceğin de ısrar ediyorlar.
Erdoğan'ın omuzlarındaki tüm bu bagajlara bakınca, Batı'daki pek çok kişi, Türkiye'nin 2008 Nisan-Aralık aylarında olduğu gibi, Suriye ve İsrail arasındaki barış görüşmelerinde aracılık yapıp yapamayacağını yine de sorguluyorlar. 2008 Nisan-Aralık ayları arasında yapılan görüşmeler, İsrail'in Gazze saldırısını protesto eden Suriye tarafından askıya alınmıştı.
İsrailliler birden fazla fırsatla, Türklerin Şam'la görüşmelerde aracı olmasını artık istemediklerini söylediler.
Bu arada batılı gözlemciler, ABD'nin pabucunun Türklere büyük gelip gelmeyeceğini soruyorlar. Suriye-İsrail barış görüşmelerinde dürüst bir Amerikalı aracının yokluğunda Türkiye'ye ihtiyaç vardı diye inanıyor pek çoğu. Fakat şimdi madem Ortadoğu'ya barış götürmek istediğini ilan eden bir Barack Obama var, Türkler herhangi bir barış görüşmesinde arka koltuğa oturmalı diyorlar.
Diğerleri ise Türklerin hiçbir zaman Suriye ve İsrail arasında barış anlaşmasına ulaşma niyeti taşımadığını sadece zaman kazanmak ve muteber bir Amerikalı aracı Beyaz Saray'a gelene dek ivmeyi korumak istediğini savunuyorlar.
Bu teori büsbütün yanlış değildir. Türkler kendilerini ne Şam'a ne de İsraillilere dayattı; bundan ziyâde, her iki taraf arasında aracılık yapmayı istedi.
İsrailliler Amerikalılara daha çok inanıyor olabilir fakat açıktır ki Suriyeliler barış sürecinde Türklerin yer almasını istiyorlar ve Erdoğan'a karşı mutlak bir inanç besliyorlar.
Mevcut dar boğaz Şam'da değil Tel Aviv'de. Sertlik yanlısı İsrail hükümeti barış taahhüdünü reddediyor ki ciddi bir Amerikan baskısı olmadığı takdirde barış süreci anlamsız demektir. Bölgenin bugün ihtiyaç duyduğu şey, Türkiye ve Amerika'nın barış sürecinin ortak sponsoru olmasıdır – yani Barack Obama ve Recep Tayyip Erdoğan gibi iki zorlu adamın dirâyeti, beyni, tutkusu ve itibarı.
Tüm tarafların, Suriyelilerin, İsraillilerin, Türklerin ve Amerikalıların tatmin olacağı kazan-kazan çözümüdür bu.
Kaynak: Gulf News
Dünya Bülteni için çeviren: M. Alpaslan Balcı