Türkiye'de yakın siyasi tarih tecrübesinin tüm sancılarını yaşamış olmak, toplum olarak bizi ne kadar olgunlaştırıyor, yarına yönelik olarak nasıl bir birikime dönüşüyor; bunu içindeyken fark etmemiz zor.
Benzer şekilde İslam dünyasında Batılılaşma tecrübesinin çok erken yaşanmış olmasının Batılılaşma, modernleşme tecrübelerini yorumlamada ayrıcalıklı ve istisnai bir bakış açısı vermesi gibi. Batı'yla kurulan ilişkilerde eleştirellikle özgüven, öfke ile farklılık, hayranlık ve taklit yerine takdir ve kendi oluş şartlarını gerçekleştirme gibi durum alışları da kazandırabildiğini teslim etmeli. En azından yakın tarihimizde yaşanan süreçte kazanılan devlet ve siyaset mekanizmasının, ideolojik aygıtların nasıl işleyebileceği, ne türden göz boyamalara başvurabileceği, dahası bu sürecin toplumsal sonuçlarının siyasete nasıl aktarılacağı gibi tecrübe birikimi… Dönüşüm sürecinin, zihnî formatlarda ne türden kırılmalara yol açtığını henüz çoğumuz fark etmemiş olsak da en azından postmodern darbenin argümanlarının, kullandığı çeşitli araçların neler olabileceğinin farkında herkes.
Ortadoğu'daki gelişmelerin ikinci yılını doldurmasıyla ayaklanmaların nasıl sonuçlanacağı, bu süreçte sahaya sürülen farklı kriz aygıtlarının muhtemel güdüleyicileri ve devşirilmek istenen sonuçları konusunda daha rahat yorum yapma yeteneği kazanıyoruz. Olup bitenlere bakınca sanki yaşadıklarımıza benzer bir şablonun uygulamaya konduğu izlenimi kaçınılmaz oluyor.
Hal böyle olunca bizimle birlikte bütün dünyanın ilgisi Ortadoğu'ya yönelmişken farklı senaryoların uygulanmaya konduğu coğrafyalarda daha ilkel toplum mühendisliklerinin sahneleniyor olması dikkatimizden kaçıyor. Söz gelimi Bangladeş'te 91 yaşındaki bir siyasi lider terör suçuyla idama mahkum edilebiliyor.
Neyse ki yaklaşık bir asırlık ömre sahip bir siyasinin sıradan terörle suçlanmasının ardında başka gerekçelerin olabileceğini kestirmek için yeterince siyasi tecrübemiz mevcut.
Bangladeş'teki siyasi krizin boyutlarını ele almadan önce, bizim post-modern darbe senaryosunun daha amatörce bir versiyonunun sahnelendiği intibaını veren bir olay yaşandı dün. Bazı şehir merkezlerinde sayıları birkaç yüz kişiyi bulmayan göstericiler protesto eylemleri gerçekleştirdi. Dakka'nın en önemli meydanında toplanan, birkaç yüz kişiden oluşan (Bangladeş basını, gösteriyi kimse küçümsemesin diye 300 -üç yüz- olarak veriyor) çağdaş, ülkelerinin ortaçağ karanlığına dönmesini istemeyen aydın kitle, Cemaat-i İslami gibi partilerin kapatılmasını isteyen ve medyada geniş yer alan bir gösteri yaptı. Böylece toplumsal taleplerini dile getiren kitle, memleketin aydınlık geleceğini karartan irticacı partilerin kapatılarak rejim tehlikesini önlemek için meydanlara çıkmış oldu.
Senaryonun sahne planlarını verdikten sonra olayın esasına dönebiliriz. Cemaat-i İslami Güneydoğu Asya'daki en yaygın İslami hareketlerden biri.
Pakistan bölünmeden önce Doğu Pakistan'da faaliyet gösteriyordu. Pakistan'ın iç savaşta bölünmesi sürecinde ülkenin parçalanmaması için çaba gösterdi. Hindistan'la girilen savaşta Pakistan ordusu yenildi ve Doğu Pakistan ayrılarak Bangladeş adıyla yeni bir devlet kuruldu. Savaş ve parçalanma dönemi hayli sancılı geçse de Bangladeş'in kurucu lideri Mucibur Rahman, savaş dönemindeki tüm suçların affedildiğini, siyasal intikam peşinde olmadıklarını açıkladı.
Cemaat-i İslami, parçalanmama yönündeki çabaları boşa çıksa da bağımsızlık sonrası Bangladeş'in siyasi hayatının parçası olarak yerini aldı. Hatta geçen dönemlerde hükümet ortağı bile olacak kadar siyasal sürecin içindeki bir yapıdan bahsediyoruz.
Bangladeş'teki müesses nizam, siyasal sisteme balans ayarı yapma ihtiyacı duyarak operasyona başladı. Daha önce kontrgerilla türü eylemlerle kamuoyu hazırlandıktan sonra Cemaat-i İslami'yi siyaseten mahkum edecek süreç hızlandırıldı. Önce eski başbakanlardan Şeyh Sekine'ye suikast düzenlemekle suçlanan Cemaat yöneticileri teker teker toplandı. Bunların arasında bakanlık yapmış liderler de var. Bu suçlama yeterince ikna edici ve genişletilmeye uygun görülmemiş olacak ki asıl suçlama peşinden geldi. Amnesty ve HRW tarafından bağımsız olmadığı tespit edilen, hükümetin kurduğu 'Uluslararası Ceza Mahkemesi' adındaki mahkemece iç savaş sırasında Pakistan askerleriyle işbirliği yapmakla yani vatan hainliğiyle suçlandı. Bu suçlama eski kuşak liderliği, yani toplumda saygınlığı olan isimleri mahkum etmeye, itibarsızlaştırmaya yetecekti.
Nitekim 2011 Kasım ayından itibaren tutuklanan binlerce Cemaat üyesinin yanısıra yüz kadar yönetici bu ağır suçlama ile karşı karşıya. 1971 yılında işlendiği iddia edilen suçlar şimdi gündeme getirilerek ülkenin entelektüel seviyesi ve söylemi ile en saygın hareketlerinden biri siyaseten mahkum edilmek isteniyor. Olayın dramatik yanı ise aralarında 91 yaşında bir ismin de olduğu lider kadrosunun idama mahkum edilmesi.
Bu gelişmelerde siyaset mühendisliğinin nasıl işlediğini tahmin etmek zor değil. Asıl neden ise, siyasetten İslami hareketlerin uzaklaştırılmak istenmesi; siyasetin ve dolayısı ile toplumun yeniden dizayn edilmesi. Bu sebeple toplumsal destek anlamında birkaç yüz kişilik kitle gösterisi ile meşrulaştırılmak istenen linç kampanyası yaşanıyor.
Uluslararası camiada yeterince tepki toplamasa da resmi düzeyde Türkiye dahil pek çok ülke, idamların durdurulması yönünde talepte bulundu. 91 yaşındaki siyaset bilimci Prof. Gulam Azzam başta olmak üzere idamların durdurulması yönünde harekete geçmek için neyi beklemekteyiz? Siyasal tecrübemiz burada bize ışık tutmayacaksa ne işe yarayacak? DEVAMI>>>