Samimiyet, insan ilişkilerinde mumla aradığımız bir haslet haline geldi. Çarçabuk ilişki kurabildiği gibi, “canım” dediğini kolayca da çöpe atabilen modern insan, samimiyet açlığının pençesinde kıvranıyor. Gözlerinin içine rahatça bakacağımız, yanında kendimiz olacağımız dostlarımızın sayısı her geçen gün azalıyor. Samimi davranışının ardında hangi beklentinin çıkacağını bilemediğimiz, dahası böyle düşündüğümüz için bizi hiç de mahcup etmeyen yakınlarımız yüzünden, mesafe koymak diye bir şey öğrendik.

"Sınırlarını koru" mottosu, günümüz insanına modern psikolojinin en sık pompaladığı motivasyonlardan biri haline geldi. Öyle karıştı ki kafamız, karşıdakine sınır koyarken bile kendi sınırımızı, haddimizi aşar olduk. Eşine sınır koy, anne-babana sınır koy, çocuğuna sınır koy, arkadaşına sınır koy derken etrafımızda yakın ilişki kalmadı. Belki bu yüzdendir ki artık samimiyeti, yakınlığı, bizden biri olana özlemi gerçek olmayan dünyalarda arar olduk. Neyse ki sosyal medya diye bir şey icat oldu da yanı başımızdakine gösteremediğimiz empatimiz boşa gitmedi. Derdiyle dertlenecek, sevinciyle kendimizden geçecek, yeri geldiğinde kıyasıya savunacak, zülfüyâre dokunduğunda yerden yere vuracak bir dünyamız ve fenomenlerimiz var artık. Pek hassas, pek rakik kitleler oluyoruz; yüceltmede de değersizleştirmede de aşırılığa varıyoruz sanal alemde. Hayranı oldukları kişileri rüyalarında görenlerin sayısı hiç de az değil. Rüya deyip geçmeyin, hayalini kurmadığımız, içselleştirmediğimiz hiçbir şeyi almıyoruz rüyalarımıza. Çok azımız karşı karşıya geldiğinde sanal ortamdaki kadar rahat olsa da bir gün bir yerde karşılaşma, tanışma ümidi olanlarımızın sayısı da azımsanacak gibi değil.

Peki kimleri, neden takip ediyoruz sosyal medyada? O kişilerde bizi tutan duygu ne? Bir pembe kovasına on binlerin “like” attığı, bir bardak çayına içimizin gittiği, yapılmış dişleriyle hep aynı gülüşüne hayran olduğumuz kişilerde ne buluyoruz? Asla sahip olamayacağımız hayatları ya da bizimkinden çok da farklı olmayan evlerin içinde yaşananları neden bu kadar merak ediyoruz? Belki de doğru kelime bu. Merak ediyoruz! Çünkü şimdiye kadar varlığını bildiğimiz ama şahit olamadığımız yaşam biçimleriyle zihinlerimizde bir kurgu olarak kalan hayatları görmek hoşumuza gidiyor. Mahremiyet denilen kavramın silinip gittiği bir dünya olarak sosyal medya; evini, hayatını bize daha çok gösterenin peşinden gittiğimiz bir yer haline geldi.

Yaşam koçundan en yakınlarına nasıl doğru sınırlar getirebileceğine dair danışmanlık alan modern insan, hayatını on binlerin gözü önüne pervasızca sermekten çekinmiyor. En çok beğeninin, hayatının en özel anını paylaştığı anda geldiğini fark etmesi uzun sürmüyor. Bu yüzden daha çok açıyor perdeleri, beğeniler artıp, onaylandıkça daha fazla cama yaklaşıyor. Meraklı komşuların, heyecanlı bekleyişlerini boşa çıkarmıyor. Sonra da inciniyor haklı olarak, kırılıyor takipçilerine. Ben size bu denli şeffafken, siz nasıl bu kadar acımasız olabiliyorsunuz diye sitem ediyor. İki aylık evli bir kızımız, bir muhafazakar moda (o da neyse) fenomeni, “bugüne kadar yanımdan hiç ayrılmayan sevgili eşime teşekkür ederim” diyor. Yahu 2 ay dediğin nedir, ne yaşadın, ne gördün, hasta mı oldun, ailenden birine destek olman mı gerekti, depresyona mı girdin, canın mı sıkıldı da gördün eşini, yanında mı değil mi? Diyemiyorsunuz tabi… Takipçilerinin yorumlarına bakınca bu saadete gölge düşürmekten imtina ediyorsunuz. 1 sene sonra “her şeyim” dediği insana, “aslında hiç değmezmiş” demeyecek olmasını umuyorsunuz sadece. Bir başkası “canım kankamla biz” diye bir fotoğraf paylaşıyor. Geçen hafta tanışmışlar, “bazı insanları sanki dünya var olalı beri tanıyormuş gibi hissedersiniz ya, işte biz öyleyiz” pozu veriyorlar.  Birkaç ay geçmeden kaldırılıyor fotoğraf ve o kankanın esamisi okunmuyor. Eski sevgili diyaloglarına hiç girmiyorum, fotoğraf paylaşıp silmekten kevgire dönüyor bazı fenomenlerin hesapları.

Sosyal medyada takipçisi çok olan herkes mi sorunlu diyeceksiniz muhtemelen. Değil elbette, o başta da dediğimiz hakikiliği, samimiyeti yakalığımız için bırakmak istemediğimiz, bizden biri gibi bildiğimiz insanlar da var. Mesela bazıları hani o, “modern ama değerlerine saygılı, geleneklerine bağlı” diye tanımladığımız insan tipinin ete kemiğe diyemeyeceğim, fotoğrafa, yazıya bürünmüş hali gibi sanki. Bazen elinde çekirdeği çayı, bazen oklavası, başında çemberi, dilinde türküsü, bazen de modern giyimi kuşamı, elinde kalemi, kitabıyla görüyoruz onu ve bu bizi mutlu ediyor. Ben hepinizim, hiçbirinizi ayırmıyorum, hepinizden biraz varım, bende ortada buluşabilirsiniz diyor. İtiraf etmeliyim ki bir süre sonra ne kadar direnseniz de sizi de kuşatan bir samimiyeti olduğunu hissediyorsunuz. Benim rastlayabildiğim, az da olsa böyle insanlar görmek mümkün sanal alemde. 

Yanımızda bulamadığımız doğallığı, samimiyeti elimizdeki camın arkasında bulabiliyor olmamız da düşündürücü elbette. Eksik parçalarını zihnimizde tamamlayarak şekil verdiğimiz kahramanımızı, kendi yaptığımız bir heykelcik gibi orada tutabildiğimiz sürece hiç sorun yok. Ne zaman kendi başına buyruk hareket etmeye başlıyor, o zaman bizde de hayal kırıklıkları, “sen de mi Brütüs” serzenişleri başlıyor. Çünkü başlıkta da olduğu gibi, baktığımız o ama gördüğümüz biziz!

Sanal dünyada güvende ve samimiyette kalmanız dileğiyle…