Barzani'nin resmi sıfatıyla Diyarbakır'a gelmesi, Başbakan'la görüşme yapması nerden bakılırsa bakılsın önemli bir olay. Türkiye'nin dış politikasından Kürt meselesine bakışına, çözüm sürecinden Ortadoğu'daki dengelere uzanan pek çok ilişkinin kesim noktasında. Bir yanda kimi tabular yıkılırken diğer tarafta yeni tabular, yeni zihinsel duvarlar örülüyor.
Barzani'nin Diyarbakır ziyaretinin Kürt meselesini, sadece Türkiye değil bölgesel temsiliyeti bakımından da, PKK parantezine almak isteyen siyasetçi ve medya uzmanlarını pek memnun ettiği söylenemez. Olayın siyasi dengeler ve Erbil, Rojawa, Kandil hattındaki rekabet bakımından neye karşılık geldiği, bunun Türkiye'ye nasıl yansıyacağı üzerinde bolca uzman görüşü okuduk ve devamı da gelecek.
Barzani'nin Diyarbakır, Dışişleri Bakanı'nın Bağdat ziyaretine verilen tepkilerde, Türkiye'nin hem jeostratejik konumu hem sisteminin kodları nedeniyle yaşanan yetersizlik durumunun yansımaları kendini gösteriyor.
Önce şunu tespit etmekte yarar var: Türkiye Cumhuriyeti bir ulusdevlet olarak kuruldu ve ona göre yapılandı, refleksleri de bu dar anlamla içe kıvrık bir devletin konumuna uygun olarak şekil aldı. Statükonun bölgedeki her gelişmeyi korku ve dışlayıcı tepki ile karşılaması, devletin bu içe kıvrık reflekslerinin tezahürü olarak okunabilir. Fazlasıyla tepkisel, dışlayıcı ve içe kapanık resmi devlet tavrına karşılık özellikle sağ muhafazakar tabanda imparatorluk bakiyesi olmaktan kaynaklanan beklentiler de zaman zaman yeşermeye başladı.
Özellikle Ak Parti iktidarında daha da yüksek sesle dillendirilen, yeni-Osmanlıcılık olarak tanımlanabilecek, Ortadoğu'ya bunca aradan sonra geri dönüş, hatta müdahil olma, liderlik yapma özleminin psikolojik şartları da oluştu. Türkiye'nin Ortadoğu'ya nizamat vermesini arzulayan, bunun gerçeklik payını göz ardı eden temenniler, devlette yapısal bir dönüşüme işaret olmasa da belli düzeyde toplum katında dillendirildiği saklı değil.
Bir zamanlar Osmanlı bakiyesi her türlü mirası yok sayarak Ortadoğu'yla arasına aşılmaz duvar ören anlayışla aynı yapının gerçeklerini yok sayarak adeta Osmanlının kaldığı yerden devam etmek gibi bir ütopyaya kendini kaptıranlar benzer çelişkide buluştuklarını fark etmiyor olabilirler.
Olayı salt jeostratejik kazanıma indirgeyen bu büyüklük tutkusu ile 'Arapların işine karışmayalım', 'Kürtler de kim oluyor' türü kibirli bakışın realiteden ne kadar kopuk olduğunu yaşadığımız kısa ama yoğun dönemde tecrübe ettik. Türkiye'nin Osmanlı bakiyesi coğrafyaya ilgisi sadece stratejik bir sorun değil, aynı zamanda kültür ve zihniyet sorunudur da; bunun aşılması ulus devletin zihinsel kodları, temel ilkeleriyle de yakından alakalıdır.
Bu çerçeveden bakılınca Barzani'nin gelişine nasıl anlam yüklenebilir? Mevzubahis edilmesi gereken, Barzani'nin gelişinden rahatsız olanların daha marjinal bir bakış açısıyla Kürtleri bölmekle suçlayarak aba altından sopa göstermeleri. Türkiye'deki Kürt hareketinin temsiliyetini PKK çizgisine veren, Kürtleri sekülerleştirici inşa projesine su taşıyan, çoğunlukla beyaz Türk entelijansiyaya bakacak olursak Türkiye Barzani'yle yakınlaşarak Kürtlere ihanet ediyor. Açıkça olmasa bile bunu ima eden yorumların sosyolojik geçmişleri itibariyle de, zihin kalıpları itibariyle de Kürtleri adeta zorla PKK'ya teslim eden statüko ile paralel olmaları şaşırtıcı değil.
Diğer tarafta Türkiye'nin Irak merkezi yönetimine rağmen Erbil'le yakınlaşarak defacto, kısmi entegre bir yapı olmaya doğru ilerlerken Kürtleri parçalamak gibi bir suçlamadan da kurtulamaması durumun açmazına dair önemli bir resim sunuyor.
Dışişleri Bakanı'nın Bağdat gezisi, tamamen sekter eksenli görüntü veren nedenlerle bozulan ilişkilerin düzelmesine, Sünni-Şii kardeşliğinin tahkimine, mezhep eksenli çatışmayı önlemeye yönelik bir mesaj olarak algılandı. Türkiye gerçekten mezhep eksenli ayrışmada taraf olabilir mi? Yahut mezhep eksenli bir yaklaşımı aşarak kuşatıcı bir rol oynayabilir mi? Eldeki imkanları aklı selimle sonuna kadar kullanarak, devletin ulusçu-seküler yapısal özelliğine rağmen mutlaka atabileceği basiretli adımları vardır. Bunun analizini başka bir yazıya bırakarak, Bağdat gezisi nedeniyle, Sünni ve Türk damarı muhafazakar görüntüyle süsleyen kimi yorumcuların bu geziden yeni bir jeokültürel çatışmayı jeostratejik çıkara dönüştürme projesi geliştirmeleri ise imparatorluk mirasına takılanların gerçeklikten kopuklukları ile sekter körlüğün nereye uzanabileceğini göstermesi bakımından hayli ilginç. DEVAMI>>>